14.09.2024

Kaydedildi…

Duygusallık ve duygudaşlığın elbette uluslararası ilişkilerde yeri vardır ama bu realitelerle desteklenmedikçe faydadan çok zarar verir. İçte kendi taraftarlarına ve dar bir kamuoyuna yapılan bu hamasi ifadenin dışardaki yansımalarının nasıl yönetileceği de ayrı bir sorun.


Evrende hiçbir şey kaybolmaz, yok olmaz. Değişir, dönüşür ama kaybolmaz. Olayların, olguların mutlaka bir yerlerde izi kalır. Deprem, sel, yangın… ya da insana dair ve insan kaynaklı her şey… Söylenen sözler, savaşlar, acılar, duygu ve düşünceler evrende mutlaka izler bırakır. Bu izler sürülebilse on binlerce yıl sonra bile zamanımızda olan bitenin ipuçlarını verir.

Aylardır İsrail’in insani, vicdani, hukuki sınırları aşan, pervasızca dünyaya meydan okuması ve cinayetler işlemeleri karşısında duyulan infial derinleşiyor. Ancak bunun insanlık aklı, hafızası ve vicdanında bir birikim oluşturduğunu da bilmeliyiz. İşlenen cinayet ne kadar kusursuz ve başarılı olsa da neticede cinayettir.

Diplomaside bir olgu, olay sonrası karşı tarafa verilecek cevap hakkının saklı tutulduğunu ifade eden ‘Kaydedildi. Not aldık’ anlamında ‘… taken note of… ‘. Çok kullanılır. İsrail’in hiçbir insani, vicdani, hukuki sınırı tanımayan bir avuç toprakta sıkıştırdığı Gazzelileri katletmesi ve İsrail’i kayıtsız şartsız destekleyen, hatta teşvik eden ABD’nin tavrı da insanlık hafızasında kaydediliyor.

İsrail’in İran, Irak, Suriye, Lübnan, Afrika, Avrupa, Güney Amerika ülkelerinde o ülkelerin bağımsızlıklarını çiğneyerek hasımlarını öldürme eylemleri kaydediliyor.

İsrail’in kendini savunması

Tarih boyunca Yahudilere neredeyse ilişkide oldukları tüm kavimlerin ve milletlerin bakışlarının ve tavırlarının benzerliği şaşırtıcı değil mi? Yahudiler sürülürken, dışlanırken, aşağılanırken, hatta soykırıma uğrarken kendilerinin hiç mi kusuru, hatası, yanlışı yoktu? Onlarca farklı milletlerin ve toplumların Yahudilere bu şekilde davranmasının başlıca sebebi Yahudilerin kendisi olamaz mı? Elbette tüm Yahudileri böyle bir değerlendirme içinde saymak zorlama ve hatta haksızlık olur. Aylardır Netanyahu’yu protesto eden İsrail yurttaşları ve eleştiren Yahudi bilim, siyaset, sanat insanları da var. Netanyahu, ABD Kongresinde konuşurken senatörler bilmem kaç defa ayakta alkışlarken dışarıda ABD senatörleri kınayan ve Netanyahu’yu protesto eden ABD vatandaşları da vardı. Tüm olan bitenin ve olacakların İsrail’in kendini savunma hakkına bağlanması hukuki ve ahlaki meşruiyet sınırlarını aşmadır.

Duruma uygun bir çözüm gözükmüyor! Bazen çözümsüzlük de bir çözümdür. İnsanlık aklı,vicdanı ve gücü ilerde mutlaka bu çözümsüzlüğü çözüme evirir; çünkü kayıtlar bir gün bir şekilde ortaya çıkar, çıkarılır.

Varsa eğer ‘İslam Dünyası!’ hutbelerde dua ederler, gıyabi cenaze namazı kılarlar, beddua ederler… Allah’tan yardım niyaz ederler. Ancak duadan önce yapılması gerekenler yapılmadıkça süreç devam eder. Tıpkı asırlarca ‘Hıristiyan Dünyası’nda milyonlarca kişinin kiliselere doluşarak ‘Osmanlı’ya karşı Tanrı ve İsa’ya yalvarması ve Türklere beddua etmesi gibi…

Geleceğe ne kalır?

 Uzun zamandır, uzak gelecekte ABD ve İsrail’in insanlığa ve medeniyetlere bırakacağı mirasın neler olabileceğini düşünmekteyim. ABD’yi ayakta tutan değerlerin, etkenlerin ve bunların karşılıklı etkileşiminin zamana karşı dayanıklılığını tahmin etmeye çalışıyorum. Hepsi evrende kaydediliyor ve bu kayıtların onlar bakımından pek de olumlu olmayacağını biliyorum. Sayısız örnek içinden birini hatırlayalım.

Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük askeri dâhilerinden biri olan Cengiz Han’ın savaş sanatı, ordu düzeni, haberleşme, disiplin, savaşmaya motivasyon ve adanmışlık dışında insanlık ve medeniyet adına bıraktığı bir miras var mı? Kendisinden önce oluşmuş insanlık müktesebatını yok etti, yüzbinlerce insanı öldürdü. Sonra… Moğollar oldukları yerlerde eriyip emildiler, kayboldular ve bu günkü 3 milyonluk Moğolistan’dalar.

Son vaka

Hamas’ın siyasi lideri İsmail Haniye’nin, İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın yeminle göreve başlaması törenlerine katılmak için gittiği Tahran’da bir hava saldırısıyla öldürülmesi dünyada yankılandı.

Mesele Haniye’nin ölmesinden öte İsrail’in kısa bir zamanda böyle bir istihbarat edinmesi, operasyonu planlaması, gerçekleştirmesi ve bunu İran’da yapmasıdır. Bu İsrail istihbaratının kabiliyeti ve kapasitesi bakımından büyük bir başarı olsa da bir cinayettir. İsrail devletinin işlediği bir cinayettir. Haniye halkının liderliğini yapan bir devlet insanı, bir siyasetçi, ve İran tarafından davet edilmiş bir diplomattır. Haniye’nin çevre ülkelere yaptığı mutad seyahatlerde değil de İran’da öldürülmesi ayrıca üzerinde durulması gereken bir husus. İsrail yıllardır İran’ın içinde onlarca siyasetçi, ordu komutanı, bilim insanı ve siyasetçiyi öldürdü. Şam’daki Büyükelçiliklerinde üç İran’lı generali öldürdüler. İran her birinde ‘Esip, gürledi ama yağmadı’. Tıpkı Ortadoğu’daki destansı kahramanları Kasım Süleymani’nin ABD tarafından öldürülmesi gibi.

Hamas ne yaptı?

HAMAS’ın 7 Ekim 2023’de İsrail’e yaptığı operasyonu yazımdatoplu intihar’ olarak nitelemiştim Nitekim 40 bin Gazzeli İsrail tarafından doğrudan öldürüldü, 90 bini yaralandı ve bunlar kadarı da gıdasızlık ve susuzluktan, tedavi edilemeyen hastalıklardan, bakımsızlıktan, yaşama koşullarının bozulmasından.. öldüler.

Hamas’ın toplu intihar operasyonu, bir hak arama veya bir terör saldırısı olarak görülse bile,  yıllar boyunca yaşadıkları yalnızlığın, çaressizliğin ve artık başka bir yol bulamamanın stratejik boyuttaki yansımasıydı. ‘Zaten ölüyoruz, bari ölümüz birşeyleri değiştirsin’’ umudu ve kararıydı.  Aynı yazıda İsrail’in olası tepkilerinin ‘Ucu bize mutlaka dokunur. Dokunur değil yıllarca canımızı yakar’ demiştim.

Kaçınılmaz olarak, bölgenin en güçlüsü, köklü milletlerinden ve binlerce yıllık devlet geleneği ve tecrübesinden gelen ve bölgenin yakın tarihlere kadar hakimi olan bize dokunuyor.

Devlet Refleksi

Türk Devlet refleksi hareket hâlinde. Fiziksel refleksi yönlendiren önceden sık ve sürekli tekrarlanan hareketlerdir. Fikrî ve siyasi devlet refleksi de önceden düşünülmüş, planlanmış hazırlıklar ve tarihsel tecrübelerin bilgi, güç ve diplomasiyle gerçeklikler içinde yönlendirilmesidir. Türkiye devlet olarak bu reflekse sahip olsa da bunun hedefe yoğunlaştırılması içte güçlü bir birlik ve dayanışmaya ve siyasi beceriye bağlıdır.

Cumhurbaşkanı’nın ‘Karabağ’a, Libya’ya nasıl girdiysek İsrail’e de öyle gireriz. Bunu yapmamamız için bir sebep yok’ demesi bir çözüm önerisi değildir. Çözümsüzlük karşışında irticalen söylenmiş bir çaresizlik yansımasıdır. Aslında sebebimiz çok da o gücümüz yok. Karşıda İsrail’in arkasında ABD, Almanya ve Batı var.

Sakin bir şekilde, irticalen ve söylediğine kendisi de inanmaz bir beden dili ve vurguyla böyle bir beyanat o salondakilerin umut, beklenti ve hissiyatına uygun olabilir.  Ortamın havasına ve muhafazakar-dindar dinleyicilerle duygusal bağın etkisiyle söylenmiş olabilir ancak Türkiye’yi ve Türkiye imajını onarılması zor duruma düşürür.

Türkiye’nin yayılmacı, istilacı, saldırgan bir devlet olduğunu, zaten bizi bilinçaltında böyle gören dünya kamuoyu bilincinin pekişmesine yarar. Uluslararası siyasette ve diplomaside bu sözü gerekçe alıp, Türkiye’ye örtülü karşıtlıklarını alenen yapmalarına fırsat verilmiş oldu. Nitekim İsrail Bakanı, ‘Erdoğan’ın akıbetinin Saddam gibi olacağı’ tehdidiyle hadsizliğin ve pervasızlığın sınırlarını aştı.

Bu ifadelerin uluslar arası mutlaka karşılıkları olur. Bu ciddi, saygın ve gerçekten güçlü bir devletin başkanının beyanatı olamaz. Yakında cumhurbaşkanının ifadesine karşılık olarak şuradan buradan karşı sesler yükselir. Biz de o seslere karşılık verirken iş polemiğe döner, ciddiyet kaybolur, bazı değerler aşınır gider.

Diğer yandan Türkiye’nin böyle bir şey yapabileceğine hiçbir devlet, millet, hatta Filistinliler ve Hamas bile inanmaz. Belki bir anlık “Türkiye niyet ve tavrını ortaya koydu. Yağmasa bile gürledi” diye değerlendirirler. Bazılar da İsrail’e verilmiş gözdağı olarak da değerlendirebilir ama bunun günümüz dünyasında bir rasyonalitesinin olması gerekir.

Uluslararası mücadelede hamasete ve duygusallığa yer yok

Duygusallık ve duygudaşlığın elbette uluslararası ilişkilerde yeri vardır ama bu realitelerle desteklenmedikçe faydadan çok zarar verir. İçte kendi taraftarlarına ve dar bir kamuoyuna yapılan bu hamasi ifadenin dışardaki yansımalarının nasıl yönetileceği de ayrı bir sorun.
Sanırım bu sözlerden sonra da kendisi böyle bir ifadeyi kullanmış olmaktan sıkıntı duymuştur. Önünde konuşma metni olmadan, irticalen yaptığı konuşmalarda böyle söylemlerine biz alışkın olsak da bunlar bir yerlerde kaydediliyor. Günü geldiğinde Türk milletinin önüne konur; meşru ve haklı olduğumuz hususlarda böyle beyanatlarla kendimizi bağlamanın sıkıntısını birlikte yaşarız.

Ne kadar karşı olsak, eleştirsek de, Tayyip Erdoğan demokratik yolla seçilmiş Türkiye Cumhuriyetinin cumhurbaşkanıdır. O’nun dış müdahalelere karşı korunması, güvenliği ve savunulması da Türk milletinin ve devletinin onurudur.

Yahudi sermayesi, lobisi, çapsız başkanları ve yönetimiyle İsrail’in oyuncağı olmuş kontrolsüz devasa güç ABD’nin kayıtsız, şartsız desteğiyle İsrail’in Türkiye’de Cumhurbaşkanına cüret edemese bile önemli ve sembol Türk insanlarına, Türk varlıklarına saldırılar yapabileceğine hazırlıklı olunduğundan emin olmak istiyoruz.

Son söz

Arapların ve Filistinlilerin geçmişte bize karşı tavırlarından hareketle ‘Bize ne?’ diyemeyiz. İşin geleceği ve hatta geldiği yer aslında biziz. Arapların birlik olamaması, Irak ve Suriye’nin bölünmesi ve güneyimizde bir tampon devletçik kurdurarak Türkiye’yi meşgul etme gayretlerinin gerisinde İsrail’in bölgeyle ilgili uzun vadeli stratejik planları var ve bunun taşeronu da ABD’dir.

Yazar

Mustafa İmir

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

2 Yorum

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar