13.01.2025

Laiklikten demokrasiye

Laiklik Atatürk’ün aklına bir gecede, birden gelmedi. Arkasında derin bir din ve tarih düşünce birikimi vardır. Süzülmüş, durulmuş bir Türklük ve Müslümanlık anlayışının ortaya çıkardığı bir siyasal ve sosyal olgudur.


Laiklik bizim için vazgeçilmez bir değer. Antilaik kesimlerin Türkiye’deki oranı %10’u bulmaz, onların da yeknesak bir model önerisi yoktur. Bazı ülkelerdeki olaylar bize katlanarak, abartılarak ulaşıyor. Bazı ülkelerle siyasi ilişkilerden, mahiyetini aşan sonuçlar çıkarılıyor. Bazı kesimlerin davranışları, siyasi iktidarın dili ve uygulamaları bazı kesimlerde kaygı oluşturuyor. Diğerleri de tüm bunları dayanak göstererek “Türkiye elden çıkıyor!” hissiyatına dönüştürüyor.

Türkiye’de, siyasi iktidardan mülhem kaygı ve korku sıkça dile getirilir oldu. Laiklik benimsenmiş ve kabullenilmiştir. Bu, Türkiye sosyolojisinin ana akım düşüncesidir. Laiklik elden gitmez, ancak bu gerilimin bedeli Türkiye’ye ağır olur.

Bilindiği gibi laiklik devlet yapısı, işleyişi, toplum ve vatandaşıyla ilişkisinde din esaslı bir uygulama ve ayırım yapılmamasıdır. Bir anlamda inançların ve inananların da inandığınca yaşamalarının güvencesidir. Din ve vicdan özgürlüğüdür. Laiklik anlayışı farklılıklarıyla birlikte Türkiye’de büyük çoğunlukça benimsenmektedir. Devlet bunun hukuki altyapısını da laiklik anlayışına göre oluşturur; yani bazı ülkelerdeki gibi şeriat hükmü diye kafa, el, kol kafa kesme olmaz. Laiklik, devlet – toplum ilişkisini dindarlık veya dinsizlik esası üzerinden görmemektir.

Sekülerizm

Ancak sekülerizm konusu farklı. Sekülerizm, kişinin özel hayatında din dahil doğa üstü güçleri temel referans almaması ve hayatını ona göre düzenlemede o kadar katı olmamasıdır. Doğal olarak da geniş bir yelpazeyi kapsar. Metafizik, doğa veya doğaüstü güç ve değerlerin etkileri Türk insanında az-çok bir şekilde vardır. Çünkü İslam öncesinden beri ve İslamiyetle de bizim kültürümüzde olageldi. Eski Türk kültür sembolleri, davranışları, ritüelleri özellikle kapalı ve kırsal alanlarda hâlâ yaşamakta ve bunlar İslam kültürüyle kaynaşarak ve İslamiyetin unsurlarından sanılarak sürdürülüyor.

Diğer yandan, Türkiyede cami ve din görevlisi sayılarının çok arttığı ancak vakit namazlarına katılımın çok azaldığı ve giderek bir ‘Cuma cemaatı’ olgusu yaşandığı; sekülerizmin, deizmin, ateizmin giderek arttığı son on yıldaki tüm araştırmaların ortak bulgusu.

Toplum kendini inancına göre; inancını da kendine göre düzenler.

Toplumların tarihleri bunun örnekleri olarak da yorumlanabilir. Her dindeki farklı anlayışlar ve bunların hayata yansımaları bunun örnekleri. Hiç bir din ortaya çıktığı gibi kalmadı. Aynı din farklı toplumlarda farklı nitelikler kazandı. Yani din o toplumu düzenlerken, toplum da dini düzenledi, kendileştirdi.

Her gün binlerce insanımız Eyüp Sultan, Hacı Bayram, Hacı Bektaşi Veli, Mevlana, Ahi Evran… birçok mekana gidiyor mu? Bu insanların keramet sahibi, evliyalar ve doğa üstü güç sahipleri olduklarına inanıyorlar ve onların manevi şahsiyetlerinden dilekte bulunuyorlar mı? Onların metafizik güçleri olduğunu sanıyorlar mı? Orda dua ve niyazda bulunuyorlar mı? Evet gidiyorlar; dua ve niyazda bulunuyorlar. O hâlde bu bir sosyal ve kültürel gerçeklik. Bu insanlarımız laiklikten yana olabilir ama seküler sayılmazlar. Bireysel ve toplu olarak dua ve dilekte bulunma seremonileri de bu kapsamda düşünülebilir. Dua bir enerjidir ve dua edene de edilene de olumlu enerji transferidir. Beddua ise olumsuz enerji transferi… Dua veya bedduadan her zaman arzu edilen, umulan, beklenen olur mu? Bazen olur… Hocanın yağmur duası sırasında yağmur yağmasından esinlenip coşarak ‘’İsterseniz şu karşı dağlara da biraz kar sepeleteyim!’’ demesi gibi.

Türkiye’de yetişkin her yüz kişiden neredeyse yarısı ‘’amin!’’ci, ‘‘inşallah’çı, ‘‘maşallah’’çı. Bu bir kimlik ve mensubiyet mesajı mı, kültürel bir tavır ve davranış kalıbı mı, bir inanç ve iman belirtisi mi, bir iletişim dili mi, bir “ben de varım ve sana yakınlık duyuyorum” nidası mı?.. Ve bir konuyu bağlama ya da tıkanma ifadesi mi?

Sosyal ve kültürel değerlerin sayısal olarak yani kantitatif olarak ölçülmesi sorunludur. Kalitatif yani nitelik olarak ölçülürler ama ölçü ve kıstaslar o kadar geniş, farklı ve izafi ki! ‘İmanometre’ ironisi bizim kavramımız. Her kültürdeki değerler diğer kültürlerle karşılaştırılsalar da kendi içinde anlamlıdır. Bir mezhepteki, tarikattaki, cemaattaki bir davranış, kendi içinde çok şey ifade ederken başkalarına bir şey ifade etmeyebilir.

Konuyla bağlantılı olarak milyonlarca sığınmacı, kaçkın, mülteci ve düzensiz göçmenin de Türk toplumunda uzun yıllara sari etkilerinin olacağını, Türkiye’nin bu sorunla yıllar boyunca uğraşacağını da ifade etmeliyiz. Durumun ‘muhacir, ensar’ retoriği ile geçiştirilecek bir konu olmadığını bunu söyleyenler bile biliyorlar ama bir kere ok yaydan çıktı.

Sosyal medyanın yalınlığı

Bunlara değinme sebebimiz insanlarımızın çoğunlukla ‘var-yok’, ‘artı-eksi’, ‘evet-hayır’, ‘siyah-beyaz’  modunda görüş belirtmeleri, tavır koymalarıdır. Bir önceki yazımızda ‘tarım bitti’ ve ‘Türkiye kendi kendine yeterli yedi ülkeden biriydi’ sözlerini ele almıştık. İfadeler ne kadar kesin, keskin ise, ne kadar övgü veya sövgü doluysa medyada ona göre dikkat çekiyor, yankı buluyor.

Hele sosyal medyayı düşününce ‘’insan değişe değişe aslına benzedi’’diyorum. Malum binlerce yıl öncesi aynı topluluktaki insanlar diğer topluluğu veya yabancı birini ilk gördüklerinde onları temel içgüdüleriyle ‘düşman’ olarak ya da ‘yararlı mı, zararlı mı’ diye değerlendiriyorlardı ve çoğunlukla öldürüyorlardı. Nereden mi biliyoruz? Hayvan davranışları biliminden… sosyal medya da kısa ve keskin sloganlar içeren yazı ve videolar ile bu yüzeysellik ve yalınlıkta.

Bu biraz da siyasi kutuplaşma ve taraftarlığın sonucu. Daha acısı, düşünce ve değerlendirme düzeyimizin yavanlığı, yalınlığı ve yüzeyselliğidir. Sosyal, kültürel değerlerde ve dini inançlarda, hatta ideolojilerde matematik kesinlik aramak ve dikte etmek boşunadır.

Din kültürü değişir ve değiştirir

Bütün dinler, İslamiyet dahil İbrahimi dinler, önerildikleri gibi kalmadılar. Kalamazlar da… Dinin aslına ve özüne dönüş olarak anlaşılan birçok saçma davranış da sahiplerinin kapasitelerine göre yorumudur. Siyasallaşan dinin takıntılı sembolik mesajlarından öte bir şey değildir. Tarih boyu bazı uygulamaları örnek göstererek “din bu değildir, İslamiyet böyle değildir…” denilse bile böyle uygulamaların olması buna göre yaşayanların olması sosyal gerçekliktir. Yani böyle bilen, inanan ve yaşamaya çalışanlar varsa bu bir sosyal gerçekliktir. El-Kaide, Taliban, Boko-Haram, DAEŞ (İŞİD), Selefiler dini farklı anlıyor ve uygulamaya çalışıyorlar. Ancak müslümanların büyük çoğunluğu İslamiyetin bunların anladığı gibi olmadığını ifade ediyorlar. Yani mezheplere ve ülkelere göre büyük farklılıklar olsa da büyük çoğunluğun din (İslamiyet) anlayışı ile bu grupların anlayış farklılığı, diğer dinler arasındaki farklılıktan daha derindir. Her iki tarafın da varlığı, sayıları kıyaslanamayacak kadar farklı olsa da, sosyal gerçekliktir. Benzeri farklılıklar diğer tüm dinlerde de var.

Bu kısa sosyal gerçeklikten hareketle varmak istediğimiz sonuç; devletin dini olmaz, olmamalı. En azından devlet din temelli bir organizasyon olamaz, olmamalı. Hoş, din temelli devletler de var ama milyonlar o devletlerin sınırlarında bekleşmiyor; ilticaya ve sığınmaya çalışmıyorlar. Türkiye’de dindar – muhafazakar kesimin bile büyük çoğunluğu bu anlamda laikliği içselleştirmiş ve kabullenmiştir. Tahrik edilen dönemlerde antilaiklere, din temelli devlet ve toplum düzeni düşünenlere ve bunların ideologlarına, aktivistlerine sempati duysalar da temel anlayış ve kavrayışları laiklikten yanadır.

Bir toplumda buna teşne odaklar varsa bunlar ‘dış güçlerce’ de elbette kullanılırlar. Ya da bunlar bir dış gücün kanatları altına girmeyi, himaye ve destek görmeyi isteyebilirler. ‘Dış güç’ denilenin illa ABD, Rusya, Çin gibi büyük güçler ve emperyal devletler veya ideolojiler olması da gerekmez. Küçük bir Arap emirliği de olabilir, bir ülkedeki bir grup, bir düşünce kuruluşu ya da bir istihbarat örgütü de olabilir. Kısaca bir ülkede böyle bir ortam ve gruplar yoksa hiç bir dış güç hiç yoktan uzun yıllar alacak ve maliyeti yüksek böyle bir işe girişmezler.

Dini anlama, zihinsel kapasite, bilgi, akıl ve muhakeme yeteneği ve içinde bulunulan kültürle çok ilişkili. Dinin özünde olmayan veya dince tali olarak görülen davranışların çoğu o toplumun kültürüyle, örfüyle yoğurularak oluşmuştur.

Toplumda aydınlanma arttıkça kültürel değişimler kaçınılmaz olur. Ama her ortalama kültürel seviyenin altında, üstünde; sağında, solunda ortalamadan ayrılan kesimler de olur. Bunların az da olsa bir sosyo-kültürel, ideolojik tabanları da olabilir. Marjinal kesim olarak nitelendirilmekle birlikte toplumda etkin de olabilirler. Bunlara bakarak ‘din elden gidiyor’, ‘vatan elden gidiyor’, ‘devlet elden gidiyor’, ‘Türkiye çöküyor’, ‘işgal altındayız’, ‘Araplaşıyoruz’, ‘Şeriat rejimi geliyor’ … ve daha sayısız sloganlarda kendini bulan ajitasyonlar bir sosyal gerçekliğin ifadesidir ama asıl yaygın, genel sosyal gerçeklik içindeki payları ve etkinlikleri o kadar da önemli değildir.

Arap kültürü!

İktidarın gölgesi ve himayesinde, siyasal islamın esintisiyle harlanan, bize ait olan ama zamanla değişen bazı değerlerimiz abartılarak yeniden canlandırılmaya çalışılıyor. Buna tepki olarak da son birkaç on yıldır bir Arap kültürü düşmanlığı ve bunun üzerinden de bazı değerlerimize düşmanlık yapılıyor. Arap kültürü ve müslümanlık anlayışını eleştirmek adına başka oyunların altyapısı oluşturulmaya çalışılıyor. Çoğu kendini Türk milliyetçisi olarak tanımlayanlar da bu akıntı içinde. Şahsen hiç bir  karşıtlık düşüncemiz ve hissiyatımız olmasa da Türklükle Aleviliğin eşleştirilmesi ve tekleştirilmesi hiç bir bakımdan gerçekçi de değil, doğru da değil. Türklük de Alevilik de homojenliği, üniformiteyi ifade etmezler. Bu akımın içinde sürüklenenlerin büyük çoğunluğu tepkisel davranıyor ve bu akımları destekleyen, teşvik eden ve besleyen asıl güçleri sorgulamıyorlar. Kaldı ki bizim ‘Arap’ diye kullandığımız şemsiye kavram, içinde çok farklı soyları, etnisiteyi, diyalektleri, kültürleri ve dini anlayışları ve pratikleri barındırıyor. Yani Arap yeknesak, üniform, homojen bir toplum değil. Bunlar da bizim onlardan etkilendiğimizden daha fazla bizden etkilenmişlerdir.

Türkler İslamiyeti kabul ettikten sonra; Emevi ve Abbasi dönemlerinin iki katından fazla bir dönem etkin oldular. Selçuklulardan bu yana bin yıldan fazla zaman geçti. Yani Arap ve Fars dönemlerinden daha uzun. Bu dönemde elbette Arap ve Fars kültüründen etkilendiler ama Türkler kendi özgün kültürünü de oluşturdu. Birçok dini ritüeller, müzik, edebiyat, sanat, mimari, gelenekler ve kültürel değerler diğer İslam toplumlarında yok veya yaygın değil. Çünkü bu kültürü biz geliştirmişiz, bizim Müslüman – Türk kültürünün eserleri. Doğrudur, yanlıştır yargısına varmadan bunların kültürel, sosyal gerçeklikler olduğunu, din kültürümüzün ögeleri olduğunu ifade etmek istiyoruz.

Ve… hâlâ İslam ülkeleri arasında pek çok kıstas ve gösterge bakımından Türkiye’nin dengi yok.

Laiklik ve demokrasi

Birçok İslam ülkesinde; Endonezya, Malezya, Hindistan, Pakistan ve İran’dan bütün Ortadoğu ve Sudan dahil Kuzey Afrika ülkelerinde bulunduk. ABD ve Avrupa’da; İngiltere ve İsviçre’de bir şekilde müslüman gruplar içinde de yer aldık. Bazı Türk devletlerinde gözlemlerimiz oldu. Önceleri her ülkedeki İslamiyet pratiklerine, daha sonra da farklı yorumlara hayret ediyordum… Şimdi hayret edilecek bir şey olmadığını sosyal ve kültürel olguların ve inancın ‘sosyal matematiğinin’ matematikten farklı olduğunu biliyorum.

Kısaca laiklik bizim ortak değerimiz. Bazı bağırtılar durumu değiştirmez. Kısaca devlet ve toplum hayatında laiklik asıl ama sekülerlik şahsi ve ihtiyari. Bazı insanlar türbeye gidip dua ediyor, ferahlıyorsa; iç huzuru buluyorsa varsın etsin. Kişisel hayatını anladığınca ve inandığınca yaşasın. Bunun kime zararı var? Ama ‘şeriat, din devleti’ diye bağırıyorsa; aklından, muhakeme yetisinden zoru yoksa onların sesini kısmak da borcumuz.

Dinin siyasallaştırılması yeni değil; ancak tarih bize doğru olmadığını da gösterdi. Tarih boyunca din, devlet, toplum ve siyaset ilişkisini “Din, devlet, siyaset ve toplum” yazımızda ele almıştık.

Demokrasiler, tüm yetersizliklerine rağmen insanlığın geliştirdiği en uygun toplum ve devlet düzenleridir. Çoğunluğun ortak isteklerine, beklentilerine göre işler ama azınlığın temel hak ve sorumluluklarını da yok saymaz. Laiklik diğer sistem, ideoloji ve rejimlerde olsa da demokrasilerle özdeşleşmiş çağdaş değerdir.

Siyasal İslamcıların ve din devleti, toplum düzeni yanlılarının çabaları Türkiye’ye ancak zaman ve toplumsal enerji kaybettirir. Marjinal kesimlerle fırsatçılık işbirliği ana akımı da marjinalliğe sürükler, en azından bulandırır.

Laiklik Atatürk’ün aklına bir gecede, birden gelmedi. Arkasında derin bir din ve tarih düşünce birikimi vardır. Süzülmüş, durulmuş bir Türklük ve Müslümanlık anlayışının ortaya çıkardığı bir siyasal ve sosyal olgudur.

Yazar

Mustafa İmir

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar