Yükleniyor...
Rahmetli Mehmet Akif;
“Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar; hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” diyor.
Tarih, eskilerin masallarından ibaret değildir. İbret almak için vardır.
Acaba bundan 105 yıl önce ne olmuştu? Nasıl bir ibretlik manzara vardı?
Bunu, Mustafa Kemal Atatürk, gençliğe hitabesinde veciz bir biçimde ortaya koyuyor.
Manzara şuydu:
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş durumdaydı. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, bir kısım iktidar sahipleri maalesef, gaflet ve dalalet ve bazıları da hıyanet içindeydi.
Osmanlı’nın son dönemlerinde Türküm demek ayıp sayılır hâle gelmiş, Türk kimliği yok olmaya başlamıştı.
Ekonomi çökmüş, toprakların büyük bir kısmı kaybedilmiş, Anadolu işgal edilmeye başlanmıştı.
Böyle bir ortamda Samsun’a çıkan Mustafa Kemal, kısa bir süre sonra Amasya’da millî mücadelenin önemli adımlarından birini attı.
Bu mücadelede bir yandan ülke, düşman işgalinden kurtarılmaya çalışılırken bir yandan da millet egemenliğinin temelleri atılıyordu.
Hedef, tam bağımsız Türkiye idi ve bu başarıldı. Tek kişinin hâkimiyetine son verilip millet hâkimiyetini esas alan bir sistem kuruldu.
Aradan 105 yıl geçti.
Dün olduğu gibi bugün de bir takım tehlikelerle karşı karşıyayız. Fakat bugün düşman topuyla tüfeğiyle değil, sinsice yaklaşmaktadır.
Güzel ülkemiz sessiz sedasız işgal edilmektedir.
Düzensiz göç dalgalarıyla bir yandan Türkiye’nin demografik yapısı bozularak Türk Milleti azınlığa düşürülürken diğer yandan da Suriye’nin kuzeyi boşaltılarak PKK’ya alan açılmaktadır.
Arz-ı mevudu hedefleyen Büyük İsrail Projesi, Büyük Ortadoğu projesi adı altında hayata geçirilmeye çalışılmaktadır.
Türküm demek tıpkı Osmanlının son dönemlerinde olduğu gibi kınanır, ayıplanır hâle gelmiştir. Bir yandan PKK bir yandan da din istismarcıları tarafından Türklüğe yönelik saldırılar başlatılmıştır.
Bazıları tarafından Türkçülük; ırkçılık ve faşistlik olarak nitelendirilirken bazıları da Türküm demeyi dinsizlikte bir tutmaktadır.
Ancak, bilinmelidir ki; her millî devletin kurucu unsuru olan bir millet vardır. Devlete adını veren de bu millettir.
Nasıl ki Almanya Almanların, Fransa 105 yıl önce olduğu gibi bugün de, hainlerle din simsarı yobazlar el ele vermiştir.
Fransızların, İtalya İtalyanların ise Türkiye’de Türklerindir.
Nasıl ki hiç kimse Almanya’da Alman kimliğine, Fransa’da Fransız kimliğine, İtalya’da İtalyan kimliğine saldıramazsa Türkiye’de de Türk kimliğine saldıramaz. Bu, kimsenin haddi değildir.
Anayasa’nın 66. maddesine göre “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.”
Türklük bir üst kimliktir. Bir etnik azınlığın adı değildir.
Elbette farklı milletlere ya da kimliklere mensup vatandaşlarımız da vardır ve olacaktır. Onlar da bir Türk vatandaşı olarak her türlü haktan istifade edecektir, etmelidir de.
Fakat hiçbir etnik azınlık Anayasa’dan Türklüğün çıkarılmasını, Türkiye Cumhuriyetinin adının değiştirilmesini isteyemez, Türk milletini yok sayamaz.
Bilinmelidir ki; milletimizin adı Türk milleti, devletimizin adı Türk devleti, bayrağımızın adı Türk bayrağıdır. Bu vatan, şehit kanlarıyla sulanmış Türk vatanıdır.
Ve egemenlik kayıtsız şartsız Türk milletinindir.
Ayrı devlet kurmak hayali ile yanıp tutuşan bölücüler bilmelidir ki, devlet kurmanın bir bedeli vardır. Bu bedel, yüzbinlerce, milyonlarca şehidin kanıdır. Bu bedeli ödeyebileceklerse buyursunlar kursunlar devletlerini.
Bugün gerek iktidar gerekse bir kısım muhalefet partileri tarafından millî egemenliğimizi tehdit eden son derece yanlış ve tehlikeli adımlar atılmaktadır.
Türkiye, burada sayamayacağımız kadar pek çok sorunla karşı karşıyadır. Bu sorunlar millî egemenliğimizi tehdit eder boyutlara ulaşmıştır.
İşte bu toplantının en önemli amacı, millî egemenliğimizi tehdit eden sorunlara dikkat çekmek ve önce Türk milletini, sonra iktidar ve muhalefet partilerini uyarmaktır. 105 yıl önceki ruhun temsilcileri olarak bizim vazifemiz budur.