Yükleniyor...
Ayhan Tuğcugil mahlasıyla İskender Öksüz tarafından
yazılan bu makale, 1976 yılında
Töre Dergisinin 59.sayısında yayımlanmıştır.
Geçen bölümde, saha ister ideoloji, ister bir ilim dalı olsun, sistemlerin önce gayelerini belirtmeleri gerekir demiştik. Bu bölümle, Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi’ni, sistemler için daha önce koyduğumuz esaslara göre incelemeğe başlayacak ve önce gayeyi ele alacağız. Gayenin de kendi içinde konu ve varılmak istenen netice şeklinde ikiye ayrıldığını genel olarak sistemlerde konu denilen kısmın ideolojilerde tercihe dönüştüğünü de daha önce görmüştük. Bu bölümdeki incelemede tercihten başka Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi’nin iki temel kavramına (mensubiyet şuuru ve cemiyet birimi) ihtiyaç duyulacak ve bunlar tarif edilecektir. Sonuçta, milliyetçi, Türk Milliyetçiliği ve ülkücülük mefhumlarının, herkesin kendi keyfine göre yorumlayabileceği lâflar değil, kesin anlamlı kavramlar olduğu ortaya çıkacaktır. Diğer ideolojilerin Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi açısından sınıflandırılması ve her “ci-lik” in (Avrupa lisanlarında “İzm”) kendi yerine oturtulması da bu bölümün bir yan ürünüdür.
Burada daha önce kullandığımız usulle hareket edelim ve doğrularla değil, sık yapılan yanlışlarla işe başlayalım:
Proleteryacıların çok kullandıkları bir propaganda sorusu, “Ezenden mi, yoksa ezilenden mi yanasın?” dır. Tabiî, vicdan sahibi hiç kimse, bir ezenle bir ezilenin bulunduğu durumda bu soruya “Ezenden!” cevabını veremez. Mutlaka ezilenden yanayızdır. Proleteryacı, “O halde sen de bizdensin arkadaş. Gel, katıl.” diye devam eder. Hasta millî eğitimimizin ürünleri bazı gençler, hattâ bırakın gençleri kelli felli adamlar, öğretmenler, politikacılar, profesörler ve saireler bu davete icabet etmişlerdir. Ve bu davetliler, bir de tek gazete aydını iseler -ki yüzde doksan öyledirler- birkaç ay sonra ya ellerinde silahla ezilenleri kurtarma, yahut da silahlılara alkış tutma eylemine çıkacaktırlar.
Siyasi ümmetçi, ezen-ezilen yerine müslüman-gayrı müslim ayrımını kullanacaktır: Müslümandan mı, yoksa müslüman olmayandan mı yanasın? Türkiye’de bu sorunun cevabı da -40 milyonda 39,9 milyon ihtimalle- tektir: Müslümandan!… O halde neden bize katılmıyorsun? Ve birkaç ay sonra Türk Milliyetçiliği’ne düşmanlıkta, mezhep ve bölgecilik kışkırtmacılığında komünistlerle yarış eden bir tip doğabilir.
Ferdiyetçi, veya bu sistemin sadece iktisat görüşünü ifade ettiği hâlde ferdiyetçiden daha sık kullanılan adıyla kapitalist, kaabiliyetli ve çalışkan insandan mı yoksa kaabiliyetsiz ve tembelden mi yanasın? sorusuyla gelecektir. Aklı başında kimseler için bunun cevabı da tektir: Tabiî ki kaabiliyetli ve çalışkan insandan… Sonunda, “Millet, birlikte ticaret yapmak isteyen insanların meydana getirdiği topluluktur.” veya “Neden solcu gazetelere ilân vermeyecek mişim?”, “Benim buz dolaplarımı solcular da satın alıyor.” gibi vecizeler söyleyen veya söyleyenleri alkışlayan karakterlerle karşılaşırız.
Nihayet, bir Türk Milliyetçisi bu tip sorularla sempatizan toplamaya kalksa, “Türk Milletinden mi yoksa Rus (veya Çin, veya Amerikan, veya Yunan….) Milletinden mi yanasın?” der ve yine 40 milyonda 39,9 milyon taraftar bulmağa çalışırdı.
Bu seviyelerin üstüne çıkamayan ideolojik münakaşaların neticesi mefhumlar anarşisidir ve sonunda kimin kazanacağı tamamen talihe kalır. Artık neticeyi, doğruluk -yanlışlık değil, sadece propoganda gücü tayin edecektir. Büyük ihtimalle her “İzm” cemiyetin belli bir parçasını etrafına toplayacak ve didişme sürüp gidecektir. Fikir sistemlerinin bu seviyede ele alınışı, kararsız korkak ve bir şeyler yapmaktansa prensip olarak hiçbir şey yapmamayı tercih eden kimselerin de işine yarar. Öyle ya! Her fikrin kendine göre haklı olduğu tarafları vardır. Gerçek, muhakkak ki bunların hepsinin aritmetik ortalamasıdır. Ve “Aşırı sağa da aşırı sola da karşıyız.” dır. Nihayet, bu karışıklıktan ideolojik melezler doğar. Marksist milliyetçiler, en hakiki milliyetçiliğin ekonomik markalısı olduğunu ilân edenler gibi… Milliyetçi Hareket’in hızlı gelişmesiyle birlikte, milliyetçilik; Türkiye’de gittikçe değerlenen bir sıfat haline gelmiştir. Milliyetçiliğin külfetine katlanmadan nimetinden istifade etmeğe kalkan bazı gruplar da, fikir sistemlerindeki tercih meselesinin iyi anlaşılmadığı ortamda, “Milliyetçilik hiç kimsenin tekelinde değildir!” veya “Canım, herkes milliyetçi değil mi?” cinsinden sorularla kendilerine bir yer açmağa çalışırlar.
Şahsiyet sahibi, müslüman ve Türk olan bir insan mutlaka Türk Milleti’nden, İslâm Ümmet’ inden, ezilenden, kaabiyetli ve çalışkan insandan yanadır. Fakat, diğer taraftan hem Türk Milliyetçisi, hem siyasi ümmetçi, hem proleteryacı ve hem de ferdiyetçi olması mümkün değildir. O halde bütün bu “cilik” lerin, “izm” lerin gerçek mânâsı nedir? Bu soruya cevap verebilmek ve “cilik” leri bir sınıflandırmaya sokabilmek için Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi’nin mensubiyet şuuru, cemiyet birimi ve tercih kavramlarını iyi anlamak gerekir.
İnsan, hayatı boyunca, iç içe birçok gurubun birden üyesidir. En küçük gurup tabiî olarak tek insan: fert’tir. Fert’ten sonra aile, sülâle, belli bir yaş dilimi, adları A harfiyle başlayanlar, bir semt halkı, bir bölge halkı, bir otobüsün yolcuları, bir spor takımının bir derneğin, bir siyasî partinin mensupları, bir okulun talebeleri ve mezunları, soy, millet, ırk, ümmet, bir kıta üstünde yaşayanlar ve nihayet -en büyük gurup – bütün insanlık…. Bir uçta tek insan fertten diğer uçta bütün insanlığa kadar bu gruplamaları rastgele ve sonsuz sayıda çoğaltabiliriz. Ancak, daha ilk bakışta, rastgele sayılan bu gruplardan bazıların da bir tabiîlik hissedilmekte, bazılarından bahsedilmesi bile gereksiz, saçma görünmektedir. İsmi ‘A’ ile başlayanlar grubundan bahsetmek mutlaka saçmalık hissini veriyor. “Bir otobüsün yolcuları” grubu da ona yakın gereksizlikte… Buna karşılık millet, ümmet gibi grup isimleri bize anlamlı, lüzumlu gelmektedir. Spor takımı, bölge halkı gibi gruplamalar da saçma ile mânalı uçlarının arasında bir yere oturtulabilirler.
Yukarıdaki misallerde sezdiklerimizi biraz yakından incelersek, ismi ‘A’ ile başlayanlar grubunda hissettiğimiz saçmalık; buna karşılık millet grubunda sezdiğimiz anlamın, bu grupların üyelerine aşıladıkları mensubiyet şuuru ile ilgili olduğunu görürüz. Mensubiyet şuurunu, insanın üyesi olduğu bir gruba karşı duyduğu bağlılık hissi şeklinde tarif ediyoruz. Üyelerine mensubiyet şuuru verebilen gruplara da cemiyet birimi diyoruz. Şimdi, bu bilgilerle yukarıdaki gruplara bir göz atacak olursak, fert, aile, sülâle, soy, ümmet ve milletin, kesinlikle, cemiyet birimleri olduğunu görürüz. Yukarıda verilen “saçma” misallerin hepsi de cemiyet birimi olmayan gruplara aittir. Cemiyet birimlerinin aşıladıkları mensubiyet şuurunun gücü de birimden birime farklılık gösterir. Hattâ bu bağlayıcı güç zamanla değişebilir. Meselâ, kabile, eski çağların kuvvetli bir cemiyet birimi iken bugün bağlayıcılığını hemen tamamen kaybetmiş, artık bir cemiyet birimi olup olmadığı tartışılır hale gelmiştir.
Bir grup kuvvetli bir mensubiyet şuuru aşılarken, bir diğerinin neden daha zayıf bir bağlayıcılık taşıdığı, cemiyet birimlerinin verdiği mensubiyet şuurunun tarih içinde ne şekilde ve niçin değiştiği gibi sorulara sıhhatli cevap verebilmek için ilim metodu kullanan bir incelemeye ihtiyaç duyarız. Özellikle cemiyet birimlerinin tarih içindeki değişmeleri ve cemiyet birimlerinin tarihe tesirleri tarih, sınıfların mücadelesi mi, milletlerin mücadelesi mi gibi sorular fikir sistemlerinde büyük önem taşır. Bütün bu noktaların teferruatlı incelemesini metot bahsinden, ilim metodunun anlatılmasından sonraya bırakıyoruz.
Burada sadece, mensubiyet şuurunun doğmasına, yani bir grubun cemiyet birimi haline gelmesine yol açan şartlan özetleyeceğiz. Bir insan grubunun cemiyet birimi olabilmesi için :
Her fert, iç içe bir dizi cemiyet biriminin üyesidir dedik. Meselâ, çağdaş bir insan umumiyetle fert, aile, sülâle, sınıf, millet soy, ümmet, ırk, birimlerinin hep sine birden mensuptur. (Çağdaş diye tavsif etmek zorundayız. Aksi takdirde meselâ kabile, oymak, boy gibi birimleri de listeye dahil etmek gerekebilirdi.) Her insan, mensup olduğu bu cemiyet birimlerinin birkaçına birden kuvvetli veya zayıf bir mensubiyet şuuru ile bağlıdır.
İç içe bir dizi cemiyet birimine mensup olan fert, bu birimler arasında şuurlu veya şuursuz tercihler yapar. Meselâ, milleti için gönüllü olarak harbe giden bir asker millet birimini, ferde tercih etmiştir. Eğer aynı şahıs, kendisini tehlikeye atmakla ailesinin menfaatlerini de sarsıyorsa milletle aile arasında yine milleti tercih etmiş demektir. Milletine bu derece bağlı misalimiz, diyelim ki diğer taraftan ailesine de çok düşkündür ve ailesi için şahsını fedaya hazırdır. O zaman millet, aile, fert gibi bir tercih sırası doğmaktadır. Bu sıralamaya, mensup olunan diğer cemiyet birimlerini de yerleştirirsek örneğimizin kafa yapısı, dünya görüşü ortaya çıkar.
Her şahsın şuurlu veya şuursuz olarak yaptığı bu sıralamada ilk mevkie yerleştirdiği, en çok değer verdiği birim, onun “cilik”ini (Avrupa lisanlarında «izm»ini) tayin eder. Şu halde milletçi, milliyetçi, millet birimine birinci sırada yer verenlerin sıfatıdır. Demek ki bir milliyetçi, şahsından, ailesinden, sülâlesinden, içtimaî sınıfından, ümmetinden, ırkından (Burada beyaz, zenci, sarı gibi büyük anlamda ırk kastedilmektedir.) daha ziyade milletine bağlı olan insandır. Yoksa milleti sadece sevmek, milliyetçi olmaya yetmez. Kendi çıkarları tehlikeye girmemek kaydıyla, veya proleterya sınıfının menfaatleriyle millî menfaatler çatışmadığı müddetçe milletini sevenlere milliyetçi değil, sırasıyla “egoist” (fikir sistemi haline dönüştüğünde ferdiyetçi, iktisat görüşü tartışılırken de kapitalist) ve proleteryacı (komünist veya sosyal demokrat) denir. Amerikan ve Türk Milletlerinin menfaatleri çatıştığında Türk’ü, fakat Rus ve Türk veya Çin ve Türk çıkarları çatıştığında sosyalist oldukları için Rus veya Çin’i tutan insanın milliyetçilikle uzak yakın bir ilgisi olamaz.
Aynı şekilde birinci tercih sırasına ferdi koyana ferdiyetçi (liberal kapitalist); sınıfı koyana sınıfçı (tercih ettiği sınıfa göre aristokrat veya proleteryacı – komünist – sosyal demokrat); ümmet koyana ümmetçi veya (her Türk Milliyetçisinde bulunan ümmet sevgisi ile karışmasına engel olmak için) siyasi ümmetçi denir. Yani sınıfçı, mensup olduğu sınıfı sadece seven, değil, onu şahsına, ailesine millet ve ümmetine tercih edendir. Ümmetçi de ümmetini seven değil, ümmeti ferde, millete, aileye, vs. ye tercih eden demektir. Bir milliyetçi, özelikle bir Türk Milliyetçisi milletiyle birlikte mensup olduğu ümmeti, ailesini, şahsını, hatta içtimai sınıfını da sevebilir. Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi’nin gayesi; Türk Milleti’nin bekası ve beka da, Türk Milletini, onu belirleyen değerlerle ebediyete kadar yaşatmak şeklinde verildiğin de; İslâmiyet, Türk Milleti’ni belirleyen en önemli değerlerden biri olduğuna, göre, ümmetini sevmek, Türk Milliyetçisi için kesin bir şart olmaktadır. Fakat siyasi ümmetçi bu sevgiyle yetinmez, ümmeti, millete de tercih ettiği için millî devleti ortadan kaldırıp ümmeti siyasî birlik haline sokmak ister. (Siyasî sıfatını bu yüzden kullanmaktayız.)
Görüldüğü gibi tercih, bir cemiyet birimi lehine diğerlerinden tamamen vazgeçilmesini değil, birimlerin bağlılık sırasına sokulmasını ifade etmektedir. Bu anlayışı bir tarif şekline getirdiğimiz zaman Tercih, “Ferdin iç içe mensup olduğu cemiyet birimleri arasında yaptığı bağlılık sıralamasıdır.” deriz. Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi’nin kurucularından Ziya Gökalp’in, Türk Milletindenim, İslâm Ümmetindenim. Garp Medeniyetindenim. düsturu bu anlayışın ifadelerinden biridir.
Şimdi, bu bölümün başında verdiğimiz yanlış misallerine dönebiliriz: Mensubiyet şuuru, cemiyet birimi, tercih ve “cilik” ler kavrandıktan sonra, “Kimden yanasın?” cinsinden soruların hatalı tarafı derhal ortaya çıkmaktadır. “Ezenden mi, ezilenden mi?, Müslümandan mı, gayri müslimden mi?, hattâ, Türk’ten mi, gayri Türk’ten mi?” sorularında aranan tercih, insanın iç içe mensup olduğu birimler arasında değildir.
Bu sorularda muhataptan her zaman mensup olduğu birimle, olmadığı birim arasında tercih yapması istenmektedir. Netice de, tabiî olarak, her zaman mensup olunan birim lehine çıkacaktır. Dolayısıyla bu sorular, ustaca kalıplanmış demagojilerden ibaret kalmaktadır. Tercih insanın mensup olduğu birimlerle olmadığı birimler arasında değil, mensup olduğu birimler arasında yapılırsa manâlıdır. Şu halde doğru soru, ilk tercihin hangisi? Türk Milleti mi, ezilen mi, İslâm Ümmeti mi, yoksa kaabiliyetli insan mı?… şeklinde sorulmalıydı.
Diğer taraftan, milliyetçilik, lâlettayin bir millet sevgisi değil, milleti fertten ümmete, aileden sınıfa kadar mensup olunan diğer bütün cemiyet birimlerine tercih etmek olduğuna göre, kesinlikle:
Milliyetçiliğin Türkiye’deki itibarı arttıkça onun nimetlerinden faydalanmak isteyenlerin sayısı da hızla kabarmaktadır. Bir külfete girmeden milliyetçiliğe duyulan hürmetten pay almak isteyenlere, “Ben, milleti ümmete tercih ederim.” veya “Ben milletime mensubiyeti, dünya vatandaşlığına tercih ederim.” diyerek milliyetçi oluvermek kolay gelmektedir. Pratikte milleti, milletten daha büyük birimlere tercih ettiğini ilân etmek pek zor ve tehlikeli bir iş değildir. Zorluk, millî menfaatlerle şahsi menfaatler arasında veya aile menfaatleriyle millet menfaatleri arasında tercih yaparken ortaya çıkar. Milleti daha büyük birimlere tercih ettikleri için milliyetçi olduğunu söyleyenler Türk Milleti için şahsî veya ailevî menfaatlerinden fedakârlık yapmağa davet edildiklerinde sarsıntı geçirebilirler. Milliyetçi Hareket, mücadele içinde bu pratik gerçeği tespit etmiş ve şahsî, ailevî menfaatlerini millet yararına feda edebilenlere özel bir sıfat daha vermiştir: Ülkücü.