24.04.2025

Osmanlı Ermenileri: Soykırım iddiaları

Bilimsel tarihçilikte doğru yargıya varabilmek için bilgi belge kaynak araştırılırken ideolojik tarihçilikte yargıya peşinen varılır ve varılan yargıyı destekleyecek belgeler kanıtlar aranır. Yeterince bulunamadığında ise belgeler kanıtlar yaratılır, uydurulur.


Hepimizin bildiği gibi soykırımla suçlanıyoruz. Biz derken Türkiye olmasa da Osmanlı. Laik ulus devlet Türkiye’nin eski sürümü; din, tarım, hanedanlık devleti Osmanlı da biziz tabii ki. Osmanlı’da asıl unsurun Türkler olduğu, imparatorluğun dağılma sürecinde yükselen milliyetçilik akımlarıyla iyice açığa çıkmıştır. Güç ve toprak kaybetme sürecinde imparatorluğu ayakta tutma adına ümit beslenen Osmanlıcılığın, Sırpların, Bulgarların, Yunanlıların, Ermenilerin milliyetçi isyan hareketleriyle çökmesi sonrası devreye giren İslamcılık da Arapların, Arnavutların milliyetçilik hareketleriyle ve isyanlarıyla çökmüş, Türklere dayalı ulus devlet, bakanlardan katliamlarla sürgünlerle kovulan Türk ve Müslüman halkların Anadolu’da da aynı akıbeti yaşamasını önlemek için tek çare olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı’nın devamıdır. Günümüzün tabiriyle güncellenmiş hâlidir. Osmanlı’nın borçları bizim olduğu gibi tarihi de bizimdir.

Gelelim kimileri tarafından Osmanlı’nın uyguladığı söylenen soykırım meselesine. Bu iddiaya göre Abdülhamid Han döneminde sadece Ermenilere değil tüm Hristiyanlara yapılan zulüm İttihatçıların aldığı tehcir kararıyla tarihte görülmemiş bir katliama dönüşmüştür. Hatta günümüzde soykırım masalı, 1915’te başlayıp 1923’e kadar süren bir süreç olarak anlatılmaktadır malum kesim tarafından. Önce İttihatçılar sonra da Kemalistler, Ermenileri ve hatta Anadolu’daki tüm Hristiyanları ezip geçmiştir sözde.

Türkleri soykırımla suçlayan Ermeniler, Ermeni tezlerini mutlak ve tartışmasız kabul eden Hristiyan batı dünyası ve içimizdeki diasporacılar kendilerinden son derece eminler. Gözleriyle görmüşçesine öyle eminler ki, soykırımın gerçekleştiğine dair tarih biliminin kabul edebileceği bir kanıt göstermeye bile tenezzül etmiyorlar. Ve ortada makul bir kanıt olmadığı halde soykırımla suçlanan biz Türklerin kendini savunmasına da asla tahammülleri yok. Katliamlara uğrayan taraf Anadolu ve Kafkasya’daki Türk Müslüman halklar olduğu hâlde üstüne bir de soykırımla suçlanmak Ermeni propagandasının başarısıdır şüphesiz.

Görsel: Ermeni çetelerinin Birinci Dünya Savaşı sırasında silahsız sivillere yönelik katliamları, toplu mezar kazılarıyla gözler önüne serildi. Kazılarda elde edilen bulgular, Ermeni çetelerin Müslüman ahaliyi insanlık dışı işkencelerle katlettiğini kanıtlıyor. 4 Nisan 1990’da Van’da yapılan toplu mezar kazılarında 1915-1916 yılları arasında Ermeni çetelerin yaptığı katliamda 3 bin Türk’e ait kemikler görülüyor.

Avrupa Birliği’ne giriş koşullarımızdan biri bile sözde Ermeni soykırımını kabul etmemiz. Tarih bilimiyle kanıtlayamadıkları soykırımı pek çok ülkede tarih bilgisinden yoksun, Türklere ve Müslümanlara karşı ön yargılı parlamento üyelerinin kolayca ikna edilmesi sonucu çıkarılan soykırımı tanıma kanunlarıyla kanıtlamaya çalışıyorlar. Bizlere Almanya’yı örnek göstererek “Bakın Almanlar tarihleriyle yüzleşti. İnat etmeyin siz de suçunuzu kabul edin ve yüzleşin.” diyorlar.  Balkanlardan Kafkasya’dan Kırım’dan kasıtlı ve sistematik katliamlarla sürüldüğümüz, Anadolu’da Ermeni çetelerinin katliamlarına uğradığımız, ırkçılığın soykırımın tartışılmaz şampiyonları batılı emperyalist devletler olduğu, Nazilerin Yahudi soykırımına en büyük desteği Yahudileri İsa’nın katili olarak gören Katolik Kilisesi verdiği hâlde Hristiyan dünyası tarafından soykırımla suçlanıyoruz. İşlemediğimiz suçu kabul etmemiz hâlinde bizi bekleyen ise tazminat, olası toprak talepleri ve soykırım suçunu işlemiş millet olmak gibi hiç hak etmediğimiz ağır bedeller olacak.

İdeolojik ve bilimsel olmak üzere iki farklı tarihçilik anlayışı vardır. Bilimsel tarihçilikte doğru yargıya varabilmek için bilgi belge kaynak araştırılırken ideolojik tarihçilikte yargıya peşinen varılır ve varılan yargıyı destekleyecek belgeler kanıtlar aranır. Yeterince bulunamadığında ise belgeler kanıtlar yaratılır, uydurulur. Varılan yargıyı yanlışlayan belge ve bilgiler ise yok sayılır, mümkünse yok edilir, edilemezse yalan ve siyasi maksatlı ilan edilir. Sözde Ermeni soykırımını, tartışılması bile manasız mutlak bir gerçek olarak dünyaya sunan Ermeni milliyetçiliğinin, hatta milliyetçilik anlayışlarını Osmanlı’ya ve Türklere karşı önyargılar ve çarpıtmalar üzerine kuran Yunan, Bulgar, Sırp ve genel olarak batı tarihçiliğinin usulü tam olarak da böyledir. Aksini iddia eden tarihçiler ise hain işbirlikçi sahtekâr ilan edilerek âdetâ aforoz edilirler. Düşünce ve ifade özgürlüğünün evrensel değer olarak kabul edildiği günümüzde işi “Ermeni soykırımı olmamıştır.” diyen kişileri hapse atmaya kadar vardırdıkları hepimizin malumudur.

Batı merkezli ırkçı sömürgeci tarih tezlerinin hakimiyetindeki batı dünyasındaki genel algıya göre Osmanlı’da bir başarı veya olumlu bir taraf varsa bunlar gayri müslimler sayesindedir. Türkler üretimden ticaretten anlamayan, çağdaş şehir kuramayan, asla medenileşemeyecek geri ırktır. Başka milletleri yönetecek vasıflara sahip değildirler. Tek bildikleri biraz çiftçilik, çokça askerliktir. Osmanlı ise hep zalimdir. Hristiyanlara görülmedik zulümler uygulamıştır. Tüm kiliseleri camiye çevirmiştir.

İşin gerçeğine baktığımızda ise yönettiği topraklarda farklı inançlara Osmanlı kadar hak ve özgürlük veren bir din tarım imparatorluğunun tarihte olmadığını görürüz. Altını çizmek isterim ki Osmanlı’daki inanç özgürlüğünden kastım, bugünün evrensel insani değerleri temelinde eşitlik özgürlük ve demokrasi değildir. Osmanlı’yı kıyaslayabileceğimiz Roma, Habsburg, Çarlık Rusya’sı gibi din tarım imparatorluklarına göre göreli bir özgürlüktür. Nesnellikten uzak batı tarihçilik anlayışı yiğidi öldürmüş ama hakkını vermemiştir.

Müslümanlara ve de özellikle Türklere askerlik yaparak uzak diyarlarda kemiklerini bırakmak dışında pek ayrıcalık tanımayan, hangi etnik ve dini kökenden olursa olsun hanedanlığa bağlılığın ve liyakatin esas olduğu Osmanlı, en güçlü olduğu dönemlerde Yunanlıların Bulgarların veya Ermenilerin milliyetçilik anlayışına benzer bir politika gütseydi, hiç şüphesizdir ki imparatorluk topraklarında Hristiyan nüfusu kalmayacaktı. 19 ve 20. yüzyıllarda Balkanlarda Kırım’da Kafkasya’da Anadolu’da Türk ve Müslüman halkların yaşadıkları katliamları sürgünleri ve günümüzde Türklerle ilgili oluşturulmaya çalışılan olumsuz algıyı düşündüğümüzde Osmanlı’nın kimselere yaranamayan insancıl politikalarının bedelinin ağır olduğunu görüyoruz.

Ruslar Kafkasya’daki Müslümanları hiç bir İsyancı fikirleri veya eylemleri olmadığı halde sürmüştür. Gerekçeleri de isyan etmeyen müslümanların gelecekte isyan etme olasılıklarını ortadan kaldırmaktır. Balkanlarda Bulgar ve Yunan milliyetçileri ise amaçları olan ulus devlet hedeflerinin ancak bölgenin demografik yapısının müslümanlar aleyhine değişmesiyle gerçekleşeceğine inanmış ve sistematik  şiddet yıldırma katliam politikalarıyla Türkleri Müslümanları göçe zorlamışlardır.

İşte balkanlarda görev yapan bir İngiliz konsolosun Bulgar çetelerini anlatan ifadesi

“ Hiç abartmaya düşmeden denebilir ki, Kavala ve Drama yörelerinde, Bulgar komitacılarının ve yerel Hıristiyan halkın elinden çile çekmemiş tek bir Türk köyü bile yok gibidir. Çoğunda, düzinelerle erkek kıyımdan geçirilmiştir; diğerlerinde vahşet ve talan etmeler olmuştur.”

Katledilen, yaşadıkları topraklardan ve ülkeden sürülen Türkler ve Müslümanlar olunca bu durum batı dünyasında dönemin koşullarının gereği olarak olağan görülürken, Osmanlı’nın var olma mücadelesi verdiği savaş koşullarında devlete isyan eden Ermenilerden ordu için stratejik bölgelerde olanlarının uzaklaştırılarak ülke içinde başka yerlere sevk edilmesinin soykırım olarak görülmesi büyük bir çelişkidir. Taşnak, Hınçak gibi Ermeni milliyetçisi partilerin, Ermeni kilisesinin kaderlerini Rusya’ya bağlayarak topyekun Osmanlı’ya savaş açmaları başka çıkar yol bırakmamıştır. Çarlık rejiminin devrilmesi sonucu Osmanlı’nın doğu cephesinden Rus askerlerinin çekilmesiyle Ermeni çetelerinin geride bıraktığına dair üçüncü ordu komutanı Vehip Paşanın 1918 Anadolu’sundan gözlemleri şöyledir.

“Silah kullanabilecek yaşta olan bütün ahali toplanmış, yol yapımı için Sarıkamış yönünde yürütülmüş ve kıyımdan geçirilmiştir. Geri kalan ahali Rusların çekilmesinden sonra Ermenilerin zulüm ve kıyımına uğramışlar, bunların bir bölümü yok edilmiş, cesetler kuyulara atılmış, insanlar evleriyle birlikte yakılmış, süngü kullanımıyla sakat edilmiş, toplu kıyım yapılan binalarda insanların karınları deşilmiş, ciğerleri sökülmüş, kızlar ve kadınlar her çeşit iblisçe davranışlara maruz kaldıktan sonra saçlarından asılmışlardır. İspanyol engizisyonun uyguladıklarından beter olan bu vahşet eylemleri sonucunda canlı kalabilmiş kişiler yoksulluk içindedir, canlıdan çok ölüye benzemektedir, dehşete düşmüşlerdir ve içlerinde aklını oynatanlar vardır. Bunlardan 1500 kadarı Erzincan’da, 30 000 kadarı Erzurum’dadır. Halk açtır sefalet içindedir, çünkü neleri varsa ellerinden alınmıştır ve tarlalarını ekememişlerdir. Ahali, Rusların bıraktığı depolarda bulunan bir miktar yiyecek sayesinde canlı kalabilmişlerdir. En kötü koşullarda olan, Erzincan ve Erzurum çevresindeki köylerdir. Yol boyundaki köylerden kimi taş üzerinde taş bırakılmayarak hak ile yeksan edilmiş, halkının tümü kıyımdan geçirilmiştir”.

Türkiye Cumhuriyeti devletinin soykırım iddiasındaki Ermenistan’a arşivlerin açılması ve tarafsız bilimsel bir anlayışla olan bitenin tarih uzmanları tarafından incelenmesi çağrısı her zaman reddedilmiştir. İddia ediyorum ki arşivleri açmaya asla cesaret edemezler. Çünkü Ermeni arşivlerinden  hem Taşnak Hınçak gibi sözde siyasi özde terörist partilerin Müslümanlara yaptıkları katliamlar fışkıracaktır, hem de Rus ve Batı emperyalizmi tarafından Ermenilerin nasıl kullanıldığı iyice ortaya çıkacaktır. Ve böylece Ermenilerin histerik takıntı haline getirdikleri, milliyetçilik anlayışlarını üzerine kurdukları soykırım tezleri zora girecektir. Ermenistan’ın ilk başbakanı Ovannes Kacaznuni’nin ülkesinin kontrolünün Bolşeviklere geçmesi sebebiyle Bükreş”te 1923’de gerçekleşen Taşnak kongresinde yaptığı konuşmayı içeren kitap bile Avrupa kütüphanelerinde bulunmaz. Çünkü Ermeni tezlerini bizzat Taşnak partisinde önemli görevler yapmış, başbakanlığa kadar yükselmiş bir kişi tarafından yalanlayan bu kitap Ermeniler tarafından toplanmıştır. Türkiye’de geçmişte konuyla ilgili yapılan çalışmalarda Kacaznuni’nin kitabına atıf yapılsa da dersimize iyi çalışmadığımız için yıllarca unutulan bu çarpıcı eser , Rus arşivlerinde araştırmalar yapan Aydınlık dergisinin konuyu gündeme getirmesiyle ancak 2005’te tekrar gün yüzüne çıkmıştır. Anlaşılan odur ki milliyetçi geçinen Türk sağı komünizm korkusuyla Rus arşivine girmek istememiştir.

Ermeni tehcirinin haklı ve gerekli olduğunu, emperyalist ülkelere güvenen isyancı Ermenilerin boylarından büyük işe kalkıştıklarını, Osmanlı’nın amacının etnik temizlik veya soykırım değil sadece kendini savunmak olduğunu ben söylesem Ermeni tezlerini savunanlar bunun bir Türk milliyetçisinin hezeyanları olarak görürlerdi herhalde. Peki aynı şeyi dönemi bizzat yaşamış, Taşnak partisinde önemli görevlerde bulunmuş, ülkesinin ilk başbakanı olmuş önemli bir siyasetçi, tam bir Ermeni milliyetçisi söylemişse acaba ne derlerdi? Ovannes Kacaznuni’nin kitabını İnternetten ayrıntılı olarak inceleyebilirsiniz. İşte bazı önemli tespitleri..

-Dünya Savaşı öncesinde Türklere karşı gönüllü silahlı birliklerin oluşturulması hataydı.

– Kayıtsız şartsız Rusya’ya bağlandık. Herhangi bir gerekçe yokken zafer havasına kapılmıştık; sadakatimiz, çalışmalarımız ve yardımlarımız karşılığında Çar Hükümeti’nin Ermenistan’ın bağımsızlığını bize armağan edeceğine emindik.

– Türklerden yana olan güç dengesini hesaba katmadık. Ermeni halkının gücü, onun siyasal ve askeri önemi, keza Ruslara verdiği destek fazla abartıldı. Bizim gayet mütevazı imkanlarımıza fazla değer vererek, sonuçta kendi umut ve beklentilerimizi  de abarttık.

– Türkiye, savunma içgüdüsüyle hareket etti.

– Türkler ne yaptıklarını biliyorlardı ve bugün pişmanlık duymalarını gerektirecek bir husus bulunmamaktadır; sonradan da anlaşıldığı üzere, Türkiye’de Ermeni meselesinin temelli çözümü açısından bu yöntem en kesin ve en uygun bir yöntemdi.

– 1918’de İngilizlerin Osmanlı’yı işgali umutlarımızı yeniden kabarttı.

– Ennenistan’da Taşnak diktatörlüğü kurduk.

– Denizden denize Ermenistan projesi gibi emperyalist bir hayale kapıldık, bu yönde kışkırtıldık.

– Müslüman nüfusu katlettik.

– Terör eylemlerimiz Batı kamuoyunu kazanmaya yönelikti.

– Taşnak yönetimi dışında suçlu aranmamalıdır.

– Taşnak Partisi’nin artık Ermeni milleti için yapacağı bir şey yoktur. Parti kapanmalıdır.

ABD’li tarihçi Justin Mccarthy’ nin herkese açık kaynaklardan elde ettiği belgelerle Balkanlarda Kafkasya’da Anadolu’da sürülen ve katledilen halkların öncelikle Türklerin ve Müslümanların olduğunu, Türklerle Ermeniler arasında Anadolu’da soykırımın değil karşılıklı kıyımın yaşandığını anlatan kitabı Ölüm ve Sürgün ise , konunun muhatabı ülkelerin dillerine de çevrilmiş, ama kitabı ciddi bir yaklaşımla ele alıp tarihi belgelerle yanlışlamaya çalışan çıkmamıştır. Yapılan sadece akademik kariyeri tartışılmaz olan ABD’li tarihçiye hakaret etmek, alaya almak, çeşitli platformlarda konuşmasını engellemek ve Türklerin siyasi amaçlarına hizmet etmekle suçlamaktır. Ülkelerinde kitabın çevirisinde ve yayımında pay sahibi olanlar ise hakaretlerin de ötesinde tehditlere maruz kalmıştır. Türklerle tarihi olarak sorunlu ülkelerde siyasetin tarih bilimi üzerinde hiç bir yerde rastlanmayacak ölçüde tahakküm kurması dikkat çekicidir.

Diasporanın Türkleri Nazilerle ilişkilendirme çabası

Ermeni soykırımı iddialarının baş savunucusu olan Ermeni diasporasının taktiklerinden biri de sözde soykırımı Nazilerin yahudi soykırımıyla ilişkilendirerek aynı sınıfa sokma çabalarıdır. Bunun için de bazı gerekçeler ortaya koymaya çalışırlar.

Birinci dünya savaşında müttefik Osmanlı ordusunda görev yapan Alman subaylarının soykırım uygulamayı Osmanlılardan öğrendiğini, Ermeni soykırımında adeta staj yaptıklarını, hayvan vagonlarına bindirilen sürgünleri yolda telef etme gibi yöntemlerin Osmanlı icadı olduğunu, hatta gaz odalarını ilk kez Osmanlı’nın kullandığını iddia ederler. Ve bunun için sahte belge bile üretmişlerdir.

İkinci bir ilişkilendirme ise kaybedilen birinci dünya savaşı sonrası Almanya ve Osmanlı’nın paylaştığı ortak kaderdir. Galip devletler Almanya’ya Versailles, Osmanlı’ya ise Sevr’i imzalatmıştı. İki anlaşma da mağlup devletler aleyhine ağır koşullar içeriyordu. Bildiğimiz gibi emperyalizmin ağır barış koşullarına ve haksız işgaline karşı Anadolu’da başlayan isyan başarıya ulaşmış ve onurlu bir barış olan Lozan’la sonlanmıştı. Alman halkını aşağılayan, abartılı ekonomik ve askeri yaptırımlar içeren Versailles anlaşmasına büyük tepki gösteren ve anlaşmanın tanınmaması uygulanmaması gerektiğini savunan Alman milliyetçilerinde Türklerin Sevr’i yırtıp atmaları, hanedanlık devletinin külleri üzerine ulus devlet kurmaları büyük hayranlık ve takdir uyandırmıştı. İşte bu haklı beğeniyi Ermeni milliyetçileri ” Nazizmin temeli Türkler ve Türk milliyetçileridir.” iddiasına gerekçe olarak gösterirler.

Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin Anadolu’daki Rumları mübadele yoluyla Yunanistan’a yollaması da kimi soykırım tezcileri tarafından Nazilerin Yahudilerden soykırımla kurtulma çabasına örnek oluşturmuştur. Halbuki adı üstünde biri mübadeledir bir diğeri ise soykırım.

Amerka’da açılan Yahudi soykırımı müzesinde yer kapmayı başaran Ermeni diasporası Ermeni Sürgününü Yahudi soykırımıyla ilişkilendirme gayretine yeni bir halka eklemiştir. Hatta bu müzede Polonya işgali öncesi Hitler’in generallerine söylediği iddia edilen “Polonya ırkından olanları, Polonya dili konuşanları, kadın çocuk herkesi öldürün. Bütün olanlardan sonra kim Ermenilerin yok edilmesinden söz ediyor?” sözü duvarda kocaman asılıdır. Böylece Ermenilerin yok edilmesine dünyanın kayıtsız kalmasının Nazilere Yahudileri yok etme konusunda cesaret verdiğine dair bir algı yaratma çabası ortaya konur. Paul Pochner denen bir yazar kaynak gösterilerek ortaya atılan bu sözler, ikinci dünya savaşı sonrası Nazi yöneticilerinin yargılandığı Nürnberg savaş suçları mahkemesinde delil olarak kabul edilmemiştir. Çünkü binlerce sayfalık Nazi arşivlerinde Hitler’in böyle bir konuşması veya mesajı yoktur.

Hristiyan dünyasında Türkler ve Müslümanlar aleyhine hali hazırda yüzlerce senedir var olan olumsuz algı üzerine sistematik propaganda faaliyetlerini de ekleyen Ermeni diasporası tüm dünyada  Türkleri soykırım suçuyla ilişkilendirme yolunda ciddi yol almıştır. Nazilerin yaptıkları soykırımların yanında Türklerin de soykırımla gündeme gelmesi, soykırımın gerçek şampiyonları batılı emperyalist devletlerin de suçlarını gizleme açısından işlerine gelmektedir. Zaten tarih her zaman galip ve güçlü devletler tarafından yazılır. İngiltere’nin Fransa ‘nın  Hollanda’ nın Belçika’nın İspanya’nın dünyanın muhtelif yerlerinde uyguladıkları canice soykırımların pek de gündeme gelmemesi, soykırım denince sadece mağlup Almanların ve Nazilerin adının anılması manidardır.

Tarih biliminin esaslarına uygun kanıtlarının olmadığını söylemiştim. Peki neye dayanarak bizi soykırımla suçluyorlar?

İngiliz istihbaratının birinci dünya savaşı koşullarında, emperyalist planlarının hedefindeki Osmanlı’yla ilgili olumsuz algı oluşturmak için piyasaya sürdüğü, İstanbul’un işgaliyle Malta’ya sürülen Osmanlı sivil ve askeri yöneticilerini Ermeni katliamı suçlamasıyla mahkum etmek için mahkemeye de yolladığı, Ermenilerin ise sözde soykırımın açık ve tartışmasız delili ilan ettikleri meşhur Mavi Kitap.

 

Yazar

Murat Hüseyin Bilgin

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar