Yükleniyor...
Ermeni diasporasının çatı kuruluşu olan Ermeni Örgütleri Koordinasyon Konseyi’nin (Conseil de Coordination des organisations Arméniennes de France: CCAF) 5 Şubat 2019 tarihindeki toplantısında Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, 24 Nisan tarihini sözde Ermeni soykırımını anma günü ilan edeceğini açıklamıştır. Macron, Twitter’da yaptığı paylaşımda “Fransa tarihle yüzleşir. Gelecek birkaç hafta içerisinde söz verdiğim gibi 24 Nisan’ı Ermeni soykırımını anma günü ilan ediyoruz.” demiştir. Fakat, gerek Cezayir ve gerekse Ruanda da yaptıkları soykırımlar ile yüzleşmemiştir.
Fransa’nın önceki Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy de sözde Ermeni soykırımını iktidarda olduğu dönemde devamlı gündeme getirmiştir: (https://www.telegraph.co.uk/news/worldnews/europe/armenia/9112129/Nicolas-Sarkozy-orders-new-Armenian-genocide-law.html, Mr Sarkozy was accused of pandering to an estimated 400,000 voters of Armenian origin ahead of an April-May presidential election Photo: REUTERS9:49PM GMT 28 Feb 2012) Sarkozy, Türkiye’nin AB üyeliğine de şiddetle karşı çıkmış ve “Türkiye Avrupalı değildir.” demiştir.
Sarkozy, İçişleri Bakanı iken 14 Kasım 2006 tarihinde Cezayir’de Fransa Büyükelçiliği’nde verilen kokteyl sırasında kendisine yöneltilen “Fransa özür dileyecek mi?” sorusuna “Babalarının yanlışları için oğulların özür dilemesi beklenemez.” demiş ve şunları eklemiştir: “Sömürgecilik sistemi, adaletsiz bir sistem. Akdeniz’in her iki yakasında yaşayan kadınlar ve erkekler bu nedenle acılar yaşadı…Tıpkı 1915 olayları sırasında, Ermenilerin yanı sıra Türklerin de yaşadıkları büyük acılar gibi…” Fransa ile 2001’de, 2006’da, 2011’de ve 2019’da aynı sıkıntıyı yaşıyoruz.
Bu açıdan bakınca, şu soruyu sormak gerekir: 18 yılda Türkiye ne yaptı? Ya da daha önemlisi ne yapamadı? O dönemde Sarkozy’ye mektup yazan az sayıda kişiden biri olan sayın Refik Mor’un mektubunu tarihe not düşülmesi açısından aşağıda paylaşmak istedim. Almanya’nın Schleswig-Holstein Eyaleti’ne bağlı Neumünster kentinde yaşayan siyasetçi Refik Mor, Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy ve milletvekili Boyer’e 12 Ocak 2012 tarihinde Soykırımı İnkar Yasası konusunda İngilizce ve Türkçe açık mektup göndermiş ve şu açıklamayı yapmıştır: “Hristiyan Demokrat Birlik Parti (CDU) Neumünster İl Meclis Üyesi Mor, Sarkozy ve Boyer’in resmi önergesinin Avrupa Adalet Divanı karşısında artık hukuki bir dayanağı yoktur. Ne Avrupa Parlamentosu’nun, ne de Fransız Parlamentosu’nun bu siyasi kararı, ATAD’ın kararından üstün değildir.” Mektup aşağıdadır.
“Neumünster, 12.01.2012
Refik Mor, Geibelstr.13, 24536 Neumünster, Allemagne
Sayın Senato Başkanı Jean-Pierre Bell,
Sayın Cumhurbaşkanı Sarkozy,
Sayın UMP Milletvekili Boyer,
Tarafınızdan verilen “resmi olarak tanınan soykırım suçlarının inkarına 1 yıl hapis ve 45 bin Euro para cezası” uygulanmasını öngören kanun tasarısı, Fransa meclisinde kabul edilmiş bulunmaktadır. Bu girişiminizi, parlamenter olmanız gereği en doğal hakkınız olarak görüyorum. Yalnız burada doğal ve hukuki olmayan bir şey varsa, o da kabul edilen resmi önergenizin Avrupa Adalet Divanı Kararı karşısında artık hukuki bir dayanağının olmadığıdır. Avrupa Adalet Divanı’nın hukuki kararının Avrupa Parlamentosu’nun siyasi kararı ile Fransız Parlamentosu’nun siyasi kararının ikisinden de üstün olduğunu hepimiz biliyoruz. Lütfen benim görüşümü de dinlemenizi rica ediyorum. Bu konudaki Fransız ve Alman Parlamentolarının resmi kararlarını bir yana bırakın, 20 Temmuz 1987’de Avrupa Parlamentosu C-190 esas nolu resmi kararı ile, içerik olarak “Türkiye Ermeni soykırımını tanımadığı müddetçe, AB’ye üye olamaz.’’ denen siyasi bir karar almıştır. Peki bu karar hâlâ geçerli midir? Bunun cevabı aşağıdadır. AB’nin verdiği bu siyasi kararla cesaretlenen Ermeni diasporasının Fransa’daki sözcüsü- ve avukatı olan Suzanne ve Gregoire Krikorian, 1999’da Helsinki kararıyla Türkiye’nin AB üyeliğine aday devlet yapılması üzerine, Ermeni soykırımına atıfta bulunarak, Avrupa Parlamentosu’na, Avrupa Birliği Konseyi’ne ve Avrupa Birliği Komisyonu’na karşı Avrupa Adalet Divanı’nda “Birliğin akit dışı sorumluluğu ve davanın esassızlık (gerekçesizlik) konumu” ile ilgili, maddi ve manevi tazminat davası açmışlardır. Yukarıda davanın içeriğini oluşturan “Birliğin akit (Anlaşma) dışı sorumluluğundan’’ kastedilen uluslararası insan hakları ve 1915 olaylarında yaşanan trajik tarihi olaylardır. Yani Ermenilere haksızlık edilerek soykırım uygulandığını iddia etmişlerdi. Ancak, Suzanne ve Gregorie Krikorian bu davayı kaybettiler; çünkü iddialarını ispatlayamadılar. Ermeni diasporası için adeta bir “ön soykırım davası” olarak değerlendirilen bu maddi ve manevi tazminat davası, Avrupa Adalet Divanı tarafından 17 Aralık 2003 tarihinde Esas No: T-346/03 kararı ile reddedilmiş ve kendileri de 30 bin Euro’luk mahkeme masraflarını ödemeye mahkum edilmişlerdir. AAD’nın rededtiği T-346/03 esas sayılı (dosya numaralı) davanın 25 nolu gerekçesinde, hakim aynen şöyle demektedir: T-346/03 esas no.lu karardan 25 numaralı alıntı: “25. Davacıların gerçekten ve somut zarar görmüş olduklarını gösteren deliller konusuna gelince; davacılar, dava dilekçesinde genel ifadelerle Ermeni birliğinin uğradığı manevi zararın talebi ile sınırlı kalmış olup, ne bu konuda, ne de şahsen kendilerinin uğradığı zararın kapsamı hakkında zerre kadar dahi delil gösterememiş olmalarıdır. Davacılar bununla, kendilerinin gerçekten ve somut olarak zarar görüp görmedikleri hakkında mahkemenin hüküm verebilmesi için yeterli bilgi verememişlerdir.” (AAD’nın bu konuda 2 Temmuz 2003 tarihli T-99/98, Hameico Stutgart /Konsey ve Komisyon (Emsal) davası kararı ve Komisyon’un No.68 ve 69, Slg.2003, II-0000 kararı)” T-346/03 esas no.lu kararının 10’ncu numarasından alıntı: “10. Davacılar ayrıca, bir çok temel insan haklarının, özellikle 4 Kasım 1950 tarihinde Roma’da imzalanan insan hakları ve temel özgürlükleri koruma altına alan Avrupa sözleşmesinin 3. ve 8. maddesine dikkat çekerek, burada sözü edilen, özel yaşam hakkının kutsallığı, aşağılayıcı veya insanlık dışı muameleye tabi tutulmama haklarının ihlal edildiğini savunmaktadırlar.” Ve yine T-346/03 esas no.lu karardan 21 no.lu alıntı: “21. Temel hakların sözde ihlali konusunda ise, (yukarıdaki 10. numaraya bakınız) davacıların, böyle temel insan haklarının ihlali iddiası ile sınırlı kalıp, bunun davalı organlara atfedilen suç ile ne kadar ilgili olduğunu açıklayamamasını belirtmek yeterlidir.” Ermeni diasporası bunun üzerine temyize gider (karara itiraz eder). Avrupa Adalet Divanı’nın 4’ncü dairesinde görülen temyiz davası, (itiraz davası) 17.04.2004 tarihinde, C-18/04 P Esas no.lu nihai karar ile yeniden reddedilir.
“Sayın Senato Başkanı Jean-Pierre Bell,
Sayın Cumhurbaşkanı Sarkozy,
Sayın UMP Milletvekili Boyer,
Yahudi soykırımının (Holocaust) Almanlar tarafından yapıldığı, Nürnberg mahkemesi tarafından hukuken karara bağlanmış olup, bunu inkar etmek de doğal olarak Almanya’da suçtur. Ama, hukuken kesinleşmemiş bir konu hakkında siyasetin ceza kesmesi ise, ancak muz cumhuriyetlerinde mümkündür. İspata dayandırılmadan yaptığınız yukarıda sözünü ettiğim bu kanun, Avrupa Adalet Divanı karşısında artık hiç bir hukuki dayanağı maalesef bulunmamaktadır. Bundan dolayıdır ki, yukarıda adı geçen Avrupa Adalet Divanı’nın hukuki kararına, her demokrat gibi sizin de uymanızı ve Türkleri haksız yere itham ettiğinizden dolayı, verdiğiniz yasa önergesini geri çekerek , tüm Türk halkından özür dilemenizi talep ediyorum. Aksi takdirde, bu sizin “Pirus Zaferi”nizden öte gitmeyecektir. Çünkü mahkeme kararları, resmi karardan üstündür. Tabii ki bu kural demokratik devletler için geçerli bir kuraldır. Refik Mor, 2003 yılından beri CDU- Neumünster Meclis Üyesidir.” (http://www.europahaber.de/turk-vekilden-sarkoz-ye-acik-mektup/2564/)
Turkish Forum’da (ABD) 8 Mayıs 2012 tarihinde yayınlanan “Türkiye’nin Ermeni Sorunu” başlıklı yazımda ben de şu tespitte bulunmuştum: “Fransa’da eski Cumhurbaşkanı Sarkozy ve onun gibi düşünen, Ermeni oylarından medet uman siyasetçiler, sözde soykırım iddiasını tanımaya yönelik kararlar almakta, bunu inkar edenlere ise ceza getirmeye yönelik girişimlerde bulunmaktadırlar. Nitekim Fransız Senatosu’na gelen ve kabul edilen sözde Ermeni soykırımını inkar edenlere ceza verilmesine ilişkin yasa teklifi, Türkiye ile Fransa arasındaki ilişkileri çok germiş, hatta kopma noktasına getirmiştir. Teklifi var gücüyle destekleyen Fransa eski Cumhurbaşkanı Sarkozy, sözde Ermeni soykırımını bahane ederek Türkiye’nin AB yolunu Almanya Başbakanı Merkel ile birlikte tıkayan iki siyasetçiden biridir. Aslında Fransız Senatosu’nun sözde Ermeni soykırımını inkar edenlere ceza verilmesi ile yasayı kabul etmesi bir akıl tutulmasıdır.” (https://www.turkishnews.com/tr/content/2012/05/08/turkiyenin-ermeni-sorunu/, https://groups.google.com/forum/#!topic/Turkiye-icin-el-ele/pErz_a04qJI)
Fransa’nın İngilizce yayın yapan kanalı France 24, 6 Şubat 2019 akşam haberlerinde Macron’un sözde Ermeni soykırımı konusundaki açıklamasına Türkiye’nin cevap verdiğini, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın fotoğrafını ekrana yansıtarak haberleştirmiştir. Alt yazıda da hiçbir mahkeme kararı olmamasına rağmen “Ermeni soykırımı” ifadesini kullanmıştır: “France: Turkey condemns Macron’s plan for national day marking ARMENIAN GENOCIDE.” Tarafımdan kayıt altına alınan France 24’ün haberi aşağıdadır.
Macron’un Türkiye’yi suçlamasına Cumhurbaşkanı Erdoğan, Paris’te şehit edilen büyükelçimiz İsmail Erez ve şoför Talip Yener’e de atıfta bulunarak cevap verseydi, daha etkili olurdu. Çünkü Macron’un muhatabı Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır. Sözcü İbrahim Kalın’ın cevabı etkili olmamıştır. “Ülkesinde siyasi sorunlar yaşayan Macron’un günü kurtarma gayretiyle tarihi hadiseleri politik malzeme haline getirmesini reddediyoruz.”
Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür. Bu sebeple 24 Nisan öncesinde aziz şehitlerimizi hatırlamakta ve de anmakta yarar vardır: “27.01.1973 Santa Barbara Başkonsolos Mehmet Baydar ve Konsolos Bahadır Demir, 22.10.1975 Viyana Büyükelçi Daniş Tunalıgil, 24.10.1975 Paris Büyükelçi İsmail Erez ve şoför Talip Yener, (Kaynak: Milliyet, 25 Ekim 1975) 16.02.1976 Beyrut Başkatip Oktar Cirit, 09.06.1977 Vatikan Büyükelçi Taha Carım, 02.06.1978 Madrid Büyükelçi eşi Necla Kuneralp, 02.06.1978 Madrid emekli Büyükelçi Beşir Balcıoğlu, 12.10.1979 Lahey Büyükelçi oğlu Ahmet Benler, 22.12.1979 Paris Turizm Müşaviri Yılmaz Çolpan, 31.07.1980 Atina İdari Ataşe Galip Özmen ve Neslihan Özmen, 17.12.1980 Sydney Başkonsolos Güvenlik Ataşesi Şarık Arıyak ve Engin Sever, 04.03.1981 Paris Çalışma Ataşesi Din Görevlisi Reşat Moralı ve Tecelli Arı, 09.06.1981 Cenevre Sözleşmeli Sekreteri M. Savaş Yergüz, 24.09.1981 Paris Güvenlik Ataşesi Cemal Özen, 28.01.1982 Los Angeles Başkonsolos Kemal Arıkan, 04.05.1982 Boston Fahri Başkonsolosu Orhan Gündüz, 07.06.1982 Lizbon İdari Ataşe eşi Erkut Akbay ve Nadide Akbay, 27.08.1982 Ottawa Askeri Ataşe Albay Attila Altıkat, 09.09.1982 Burgaz İdari Ataşe Bora Süelkan, 09.03.1983 Belgrad Büyükelçi Galip Balkar,14.07.1983 Brüksel İdari Ataşe Dursun Aksoy, 27.07.1983 Lizbon Müsteşar eşi Cahide Mıhçıoğlu, 28.04.1984 Tahran Sözleşmeli Sekreter eşi Işık Yönder, 20.06.1984 Viyana Çalışma Ataşesi Erdoğan Özen, 19.11.1984 Viyana Uluslararası Sözleşmeli Personel Enver Ergun.”
Cumhuriyet’ten önce 15 Mart 1921’de eski İçişleri Bakanı Talat Paşa Berlin’de Soghomon Tehlirian tarafından, 5 Aralık 1921’de eski Dışişleri Bakanı Sait Halim Paşa Roma’da Arşavir Şriakin tarafından, 17 Nisan 1922’de İttihat ve Terakki Partisinin mensuplarından Bahattin Şakir ve Cemal Azmi Beyler Berlin’de Aram Yergenian tarafından, 21 Temmuz 1922’de IV. Ordu Komutanı Cemal Paşa ve Yaverleri Nusret ve Süreyya Beyler ise Tiflis’te iki Ermeni militanı tarafından şehit edilmişlerdir.
Aslında Macron’a en iyi cevabı vatandaşı Yves Benard vermiştir. Aralık 2017’de yayınlanan kitabında yazar, “Ermeni soykırımı yoktur.” tespitinde bulunmuştur. Benard, incelediği belgelerin sözde Ermeni soykırımı iddialarını çürüttüğünü şöyle belirtmiştir: “Soykırım yoktur, iki taraf içinde katledilmişler vardır. Şuna ikna oldum ki aslında Türkler, Ermenilerden daha fazla katliam kurbanı olmuştur.” Kitap, Pantheon Yayınevi tarafından Türk-Ermeni Görüş Ayrılığına Yeni Bakış (Divergences Turco -Armeniennes) adı altında (165 sayfa) basılmıştır. Fransız yazar Benard, Türkiye’yi gezerek araştırma yapmış ve Türk toplumu hakkında adalet yerini bulsun dileğinde bulunmuştur: “Bu kitabı yayınlatmakta çok zorlandım. 2009 yılında çıkardığım ilk kitap sadece bir hafta raflarda kalabilmişti. Çünkü yayınevi üzerinde çok büyük baskı vardı. Korktular ve yayını durdurmaya karar verdiler. Şimdi, öyle görünüyor ki artık daha kolay yayınlanabilecek bir konu. Bu sefer çok kolaylıkla bir yayınevi buldum. Oysaki ilk kitabım için en az 60 yayıneviyle irtibata geçmiştim. O dönemde yayınevlerinin yarısı olumsuz cevap vermiş, diğer yarısı ise cevap vermeye bile gerek duymamıştı.”
Kitap hakkındaki değerlendirme şöyledir: “Bu belgeler, uzun söyleşilerden çok gerçek anlamda olayların nasıl gerçekleştiğini, anlaşılır ve açık bir şekilde sizlere aktaracaktır. Belgeler; diplomatlar, gazeteciler, subaylar, din adamları ve teröristlerin açıklamaları ve de Fransızlar tarafından Ermeniler lehine yorumlanan Türk-Ermeni trajedisine farklı bir bakış açısı getirmektedir. Onların görüşlerine inanmak kolaydır. Oysa gerçekleri kabul ettirmek çok daha zordur. Birinci Dünya Savaşı başladığında, her yerde ölümün ve acının hüküm sürdüğü bir dönem başlamıştır. Türkiye her tarafta kuşatılmış durumdadır ve savaşabilecek durumda olan erkekler, kadınları, çocukları ve yaşlıları geride bırakarak savaşa çağrılmışlardır. Ermeni milisler, isyan ederek savunmasız sivillere karşı korkunç, acımasız ve barbarca bir imha gerçekleştirmişlerdir. Tasniflenmiş ve güvenilir bir arşivden desteklenen bu kitap, Türk-Ermeni çatışmasının az bilinen bir gerçeğini gün yüzüne çıkartmıştır. Ermenilerin sorumlu olduğunu gösteren belgeler, karanlık bir tarih sayfasını gözler önüne sermektedir. Fransız ders kitaplarının önemli bir gerçeği gözden kaçırdığına inanan Yves Bénard, belgeler için önemli bir araştırma gerçekleştirmiştir. Türkiye’yi inceleyerek ve çok sayıda araştırma yaparak, adaletin ortaya çıkmasına katkıda bulunmuştur.”
Amerikalı tarihçi Prof. Dr. Justin Mc Carthy 17 Nisan 2014 tarihinde AA’dan Tuğba Özgür Durmaz’a verdiği demeçte; konuyla ilk defa yıllar önce Anadolu’nun nüfusu, nüfusun Birinci Dünya Savaşı’ndan önceki durumu ve Savaş‘tan sonra ne kadar kaldığı üzerine araştırma yaparken karşılaştığını belirtmiş, tarihi gerçeklere karşı koyamadığı için soykırım konusuna eğildiğini söylemiştir: “Neticede ne kadar çok Türk’ün öldüğünü anladım. Bu kadar Türk nasıl öldü çünkü savaşta değillerdi. 2,5-3 milyon Müslüman savaşta ölmüştü, ben de bu konuyu çalışmalıyım diye düşündüm. Ermeniler üzerinde çalışmamın da aslında belirgin bir nedeni yok, aslında ilk çalıştığım Müslümanlardı ama daha sonra fark ettim ki bu kadar insan öldüğüne göre onları birileri öldürmüş olmalı diye düşündüm. Böylece Ermenilerin, Yunanların ve Yahudilerin üzerine de çalışmaya başladım. Ama aslında bu konuyu ben seçmedim, konu beni seçti. Hiçbir zaman Ermeniler üzerine yazmayı planlamamıştım ama oldu.”
Justin McCarthy, “Türkler ve Ermeniler: Osmanlı Devletinde Milliyetçilik ve Çatışma” başlıklı kitabında, Osmanlı-Ermeni ilişkilerini anlamak için bir çerçeve sunmaktadır. McCarthy, mevcut varsayımlara meydan okumakta ve Osmanlı İmparatorluğu ile Ermeni azınlığı arasındaki çatışmayı açıklayan yeni bir yorumla, geç Osmanlı tarihçiliğinin en temel sorununa katkıda bulunmaktadır. Bu çalışma, 1915 trajik olaylarına yol açan durumların yeni bir analizini isteyenler için olduğu kadar geniş bir kitle için de önerilmektedir.
Ermenilerin bu kadar yıl geçmesine rağmen neden iddiaları sürdürdüklerine ilişkin ise, “Bunun nedeni çok basit. Çocuklara nefret etmeyi öğretirseniz, onlar nefretle büyür ve nefret ne olursa olsun büyümeye devam eder. Diğer bir diğer sebep de yurt dışındaki Ermeni milliyetçi gruplar bundan fayda sağlayacaklarına, para alacaklarına, Kars, Erzurum, Bitlis, Van’da toprak kazanacaklarına inanıyorlar. Bunlar yanlış ama yine de inanıyorlar” değerlendirmesinde bulunmuştur. Köklerinin Alman ve İrlandalı olmasına rağmen kendisini Amerikalı olarak tanımlaması gibi, Amerika’daki bazı Ermeni gruplarının da Ermenilerin böyle düşüneceği, kimliklerinin milliyetlerinin yok olacağı endişesini taşıdıklarını söyleyerek çok doğru bir tespitte bulunmuştur: “Bundan dolayı Ermeniler soykırım iddiasını kendilerini bir arada tutacak bir bağ olarak görüyorlar. ‘Ne acılar çektik’ demek böyle bir bağ ve kendilerini bu acı üzerinden tanımlıyorlar. Tabii daha başka pek çok neden var. Kendi hikayelerinden, propagandalarından başka bir şey duymadılar, bu yüzden de Türklerin kötü olduğunu düşünüyorlar çünkü aslında onlara hep onların kötü olduğu söylendi.”
Justin Mc Carthy’nin yukarıdaki tespitlerinin aksine, gerçekleri saptıran, bundan maddi çıkar sağlayanlar da vardır. Negev Ben Gurion Üniversitesi’nde Orta Doğu Etütleri Bölümü’nden emekli Profesör Benny Morris ile Orta Doğu Etütleri Bölümü’nden Profesör Dror Ze’evi’nin 24 Nisan 2019 tarihinde Türkleri; yalan ve gerçek dışı iddialar ile karalayan, Osmanlı topraklarında yaşayan Hristiyan toplumu yok etmekle suçlayan “Otuz Yıllık Soykırım” kitabı yayınlanacaktır. Kitap, Türklere yönelik iftiralarla doludur.
Benny Morris, İngiltere’den Filistin’e göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Gençliğinde Hashomer Hatzair adlı bir sol gençlik hareketinin üyesi idi. Askere gitmeyi reddettiği için hapis yatmıştır. Çalışmalarında İsrail’in yaptığı etnik temizlikleri ve Filistin halkını sürgüne gönderme ile ilgili kanıtları açığa çıkardığı için İsrail toplumu ve devletinden büyük tepki görmüştür. Kendisini solcu ve siyonist olarak tanımlayan Benny Morris, Filistinlilere karşı yürütülen etnik temizliği ve katliamı savunmaktadır. Filistinlileri toptan sürme fikrini desteklemektedir. Aşağıdaki röportajı, Yahudileri ayrıcalıklı, seçilmiş gören ve işgalci varlığı sürdürmek, genişletmek için soykırım ve toptan sürgün dahil her türlü insanlık suçunu işleyebilecek mantığa sahip Siyonizm’in -sağı ve solu ile- gerçek yüzünü ortaya koyması açısından alıntılamaya değerdir. Robert Fisk’in tanıtım yazısı aşağıdadır.
“1894 ve 1924 arasında, daha önce nüfusun yüzde 20’sini oluşturan bölgedeki Hıristiyan azınlıkları hedef alan Anadolu’da üç şiddet dalgası görüldü. 1924 yılında Ermeniler, Asurlular ve Yunanlıların nüfusu yüzde 2’ye düşürülmüştür. Tarihçilerin çoğu bu dalgaları ayrı, yalıtılmış olaylar olarak değerlendirmiş ve Türkler bunları talihsiz bir süreç olarak sunmuştur. Otuz Yıllık Soykırım, üçüncü dalga olup aslında Anadolu’nun Hıristiyan nüfusunu yok etmek, devam eden bilinçli bir politikanın sonucudur. Yakın tarihinin en şiddetli yok etme yılları II. Osmanlı padişahı II. Abdülhamid döneminde, Genç Türkler tarafından yapılmış Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında sona ermiştir. Ancak, padişahın İslamlaştırışı otokrasisinden I. Dünya Savaşı sonrasının laik cumhuriyet dönemindeki değişime rağmen, ülkenin izlediği politikalar değişmemiş, önceden belirlenmiş kitlesel öldürme, cinayet, zorla dönüşüm, toplu tecavüz ve kaçırma olayları devam etmiştir. Fakat bir şey değişmemiştir: Cihadın yükseliş çığlığı. İslam’ın öğretilerine aykırı olsa da iki milyon Hıristiyan’ın öldürülmesi, saf bir Müslüman millet yaratma konusunda Türklerin bir icraatıdır. Açıklayıcı ve kusursuz bir şekilde araştırılmış olan Benny Morris ve Dror Ze’evi’nin tespitleri, modern tarihin en korkunç olaylarından birini açıklamaktadır. Tekrar ve tekrar okuyarak Morris’in ve Zeevi’nin çalışmalarında saf, korkunç, şok edici şiddet olaylarından kasıldım. İnsanların, değiştirecekleri, zalimlik davranışlarını, insanlıklarını değiştirebilecekleri kadar zalim hale getirmeleri mümkün mü?”
Kitabın yayın tarihinin 24 Nisan olarak belirlenmesi, Türkiye’ye yönelik uluslararası karalama kampanyasının bir parçasıdır. Çünkü, Fransa’da Ermeni diasporasının çatı kuruluşu olan Ermeni Örgütleri Koordinasyon Konseyi’nin (Conseil de Coordination des organisations Arméniennes de France: CCAF) 5 Şubat 2019 tarihindeki toplantısında Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, 24 Nisan’ı sözde Ermeni soykırımı anma günü ilan edeceğini açıklamıştır. Macron Twitter’da yaptığı paylaşımda “Fransa tarihle yüzleşir. Gelecek birkaç hafta içerisinde söz verdiğim gibi 24 Nisan’ı Ermeni soykırımını anma günü ilan ediyoruz” demiştir. Bu gelişmeler olurken Ermeni isyanlarını konu alan ve Amerikalı yönetmen Philip M. Callaghan tarafından çekilen Ermeni İsyanı 1894-1920 belgeseli yayından kaldırılmıştır.
Fransa’nın dışında ABD’de de güçlü bir Ermeni diasporası (lobisi) vardır. ABD’nin İndiana Eyaleti, 9 Kasım 2017 tarihinde Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın Ermenilere soykırım yaptığını kabul eden tasarıyı onaylamıştır. Son olarak Alabama 49’ncu eyalet olarak 20 Mart 2019 tarihinde sözde soykırımı tanımış ve geriye bir Eyalet kalmıştır: Orta güneydeki Mississippi Valisi Kay Ivey, Amerika Ermeni Ulusal Komitesi – Doğu Bölgesi’ne atıfla (ANCA-ER) 1915-1923 yılları arasında üç milyona yakın Ermeni, Yunanlı ve Süryani’nin Osmanlı Türk İmparatorluğu tarafından planlı bir şekilde imha edildiğini tanıyan güçlü bir bildiri yayınlamıştır. (Alabama has officially become the 49th U.S. state to recognize the Armenian Genocide. Governor Kay Ivey issued a powerful proclamation recognizing the Ottoman Turkish Empire’s centrally-planned and executed annihilation of close to three million Armenians, Greeks, Assyrians and Syriacs from 1915-1923, according to the Armenian National Committee of America – Eastern Region ANCA-ER) Vali Ivey hızını alamayarak Ermenistan, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ı bölgedeki Amerika Birleşik Devletlerinin özgür, bağımsız, demokratik ülkeleri ve stratejik müttefikleri olarak tanımlarken Türkiye’den hiç söz etmemektedir.(the Republic of Armenia, the Hellenic Republic, the Republic of Cyprus, and the Republic of Artsakh are now free, independent, democratic states and strategic allies of the United States of America in the region, https://armenianweekly.com/2019/03/20/alabama-becomes-49th-u-s-state-to-recognize-the-armenian-genocide/)
Bu güçlü lobi ile mücadelede izlenen politikalarda hatalar vardır. ABD’de Ermeni tezlerini destekleyen The Wall Sreet Journal (WSJ) gazetesine Türkiye’nin ilan vermesi yanlıştır. WSJ, Türkiye’ye hasım bir yayın organıdır. 17 Eylül 2018 tarihinde Türkiye aleyhine aşağıdaki yorumu yapmıştır: “Finansal krizden sonra, yatırımcılar riskli gelişmekte olan piyasalarda daha yüksek getiri talep etti… Ancak pek çok yatırımcı, tek başına daha yüksek faiz oranlarının yeterli olmayacağına, Türk şirketleri ile büyük miktardaki borçları finanse etmeye çalışan bankalar için sorun yaratabileceklerine inanmaktadır…Türkiye Merkez Bankası, Perşembe günü enflasyonda ana faiz oranını % 17,75’ten % 24’e yükseltti ve bankanın bağımsızlığıyla ilgili olarak ilgili sorunlara cevap verdi ama Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bir gün sonra yüksek faizlerden hoşnutsuzluğunu yineledi.” (https://www.wsj.com/articles/some-investors-want-a-recession-in-turkey-1537178401 Sept. 17, 2018)
WSJ’a MUSİAD, TOBB, Türk-Amerikan İş Konseyi’nin ilan vermesi doğru bir davranış değildir. ATAA (Assembly of Turkish American Associations) ve Federasyon (FTAA) ilana katılmamıştır. Çünkü bu gazete 25 Ocak 2018 tarihinde ABD’nin eski İstanbul Büyükelçisi Henry Morgenthau Sr.’ın (http://www.armenian-genocide.org/morgenthau.html) torunu Robert M. Morgenthau’nın kaleme aldığı bir yazı yayınlamıştır. Yazıda Hitler’in sahte evraklara dayanan sözde Ermeni soykırımı gündeme getirilmiş ve Başkan Trump’ın sözde Ermeni soykırımını tanıması istenmiştir.
Yazının yayınlanmasından sonra rahmetli Şükrü Server Aya ve Feruh Demirmen, WSJ’e Türkiye’nin görüşlerini açıklayan mektup göndererek bunların da yayınlamasını istemişlerdir. WSJ’ın, bu mektupları yayınlamaması üzerine Demirmen gazetenin tutumunu kınayan, gazetenin ifade özgürlüğü hususunda hipokrasi (ikiyüzlülük) yaptığını dile getiren kinayeli ikinci bir mektubu diğer yayın organlarında göndermiştir. Demirmen haklı olarak şu eleştirilerde bulunmuştur: “Ermeni sorununda Türk karşıtlığı ile bilinen ve boykot edilmesi gereken böyle bir gazete şimdi ne yazık ki birtakım Türk-Amerikan dernekleri tarafından verilen bir sayfalık ilan ile ticari bakımdan taltiflenmiştir. Bizim makaleleri yayımlamayı reddeden WJS editörleri şimdi acaba ne düşünmektedir? Demek ki Türk tarafından herhangi bir yaptırım, boykot, rahatsızlık söz konusu değilmiş! Ve ilan veren Türk-Amerikan derneklerinin bu hassasiyetine ne denir?”
Sözde Ermeni soykırımını destekleyen ABD gazetesine ilan verilmesi bence doğru değildir. Ermeni terör örgütü ASALA’nın Paris’te görev yaptığım 1985-1990 yıllarında tehdidine maruz kalmış biri olarak bu konudaki hassasiyetim biraz fazla olabilir. “Armenian Deportation is not A Genocide” başlıklı yazım, (https://www.researchgate.net/; https://www.researchgate.net/publication/325157544_Armenian_Deportation_Is_Not_A_Genocide; https://www.academia.edu/31604811/; https://www.academia.edu/31604811/ARMENIAN_DEPORTATION_IS_NOT_A_GENOCIDE, https://independent.academia.edu/r%C4%B1dvankarluk ve azvision.az/news’ta en çok okunan (4883, 24 April 2017) makaleler arasında yer almıştır. (https://en.azvision.az/news/63760/armenian-deportation-is-not-a-genocide%E2%80%A6!!!.html) İlan verilen gazetenin yayın politikası Türkiye aleyhinedir. Böyle bir ilanı Ermeni diasporası ve devleti “Sözde Ermeni soykırımı yoktur.” tezini savunan bir gazeteye kesinlikle vermez. İlana, TÜSİAD ve bir dönem yönetim kurulunda bulunduğum İKV gibi özel sektör kuruluşlarının katılmaması dikkat çekicidir.
Aslında verilen ilan yerindedir ve bir gerçeği açıklamaktadır. Yanlış olan gazete seçimidir. Üstelik Amerika Ermeni Ulusal Komitesi (ANCA), ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Paul Ryan (R-WI), Çoğunluk Lideri Kevin McCarthy ‘ (R-CA) ve Azınlık Lideri Nancy Pelosi’den (D-CA) iki partili bir soykırım önleme tedbiri olan H.Res.220 hakkında bir oylama planlamak üzere kampanya başlattığı bir dönemde, Ermeni yanlısı gazeteye ilan vererek destek olunması çok yanlıştır. WSJ gazetesine “Türk Amerikan Topluluğu, ABD-Türkiye ilişkilerinin canlılığını vurgular ve mevcut çıkmazın üstesinden gelmek için sürekli diyalog çağrısında bulunur.” (The Turkish American Community Underlines The Vitality Of Us-Turkey Relations and Calls For Continued Dialogue To Overcome Current Impasse) başlığı ile verilen ilan aşağıdadır.
“Türk-Amerikan Topluluğunun temsilcileri, ABD-Türkiye ilişkilerinde yaşanan son gelişmelerle derinden endişe duyuyor ve üzülüyor. ABD yönetiminin Türkiye’ye karşı uygulanan çelik ve alüminyum tarifeleri artırmaya yönelik son kararı, özellikle de Amerikan ve Türk çıkarlarına hizmet etmeyeceğine inanıyoruz. Bu sebeple ABD yönetiminden kararını yeniden değerlendirmesini istiyoruz. ABD ve Türkiye, NATO müttefikleri olarak, dünyanın farklı bölgelerinde barış, demokrasi ve refahı teşvik etmek ve yıllarca birlikte çabalamak için ortak bir vizyona sahipler. İlişkiler zor zamanlar içinde en iyi anlam ifade ediyordu. Bu kesinlikle bu zamanlardan biridir. Türk Amerikalılar, yaşamın ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarındaki önemli katkılarıyla, tarihsel olarak ABD ile Türkiye arasında daha iyi ilişkiler için uygun bir köprü olmuştur. Türkiye ile ABD arasındaki iyi ilişkilerin korunmasının sadece ortak hedeflerin peşinde koşmak için değil, hem Amerikalılar hem de Türkler için daha iyi bir geleceğin gerçekleşmesi için hayati öneme sahip olduğuna ilişkin gerçek inancımızı dile getiriyoruz. Türk Amerikalıları, ticaret savaşının tehdidi ve tırmanışı söyleminin sadece durumu daha da kötüleştirdiğine ve eldeki sorunların kalıcı biçimde çözülme ihtimalini azalttığına inanmaktadır. Uzun vadeli çıkarlar için ihtiyat ve yeniden odaklanma çağrısında bulunuyoruz. Sürdürülebilir bir çözümün karşılıklı saygı ve hukukun üstünlüğü ilkelerine dayanan sürekli diyalog gerektirdiğini hatırlatırız. ABD ve Türkiye arasındaki sağlam kazanılmış dayanışma ve dostluk kısa vadeli hedefler için feda edilmemelidir. Tarih bize siyasi zorlukların zamanla aşılabileceğini söyler. Ancak, ivme ve işbirliği ruhu ortadan kalktığında ekonomik bağları yeniden kurmak çok daha zor olur.”
İlan verilmeden önce özellikle TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, Fransız avukat Georges de Maleville’in “1915 Ermeni Trajedisi” (La Tragedie Armenienne) kitabını okumuş olsaydı, bu ilanın WSJ’a verilmesine engel olurdu. Avukat Georges de Maleville, Osmanlı vatandaşı Ermenilerin Birinci Dünya Savaşı başlar başlamaz Çarlık Rusya’sına karşı savaşan Osmanlı ordusunu arkadan vurduklarını belirtiyor ve bu bölgelerdeki Ermenilerin bu sebeple Osmanlı sınırlan içinde Suriye’ye göç ettirildiklerini, bunun kaçınılmaz bir önlem olduğunu açıklıyor. Benzer önlemlere silahlı bir ihanet olmamasına karşılık başta Fransa olmak üzere Avrupa devletlerinin de başvurmuş olduklarına da değinerek, bunun asla bir soykırım olarak nitelendirilemeyeceğini açıklamaktadır. Bu tehcir sırasında birçok Ermeni’nin eşkiya, Ermenilerce öldürülen yakınlarının öcünü almak isteyenler ve hatta onları korumakla yükümlü olanlarca öldürüldüğünü de belirtmektedir. Maleville’in değindiği bir diğer gerçek ise, bu olayların Osmanlı merkezi yönetiminin bilgisi ve denetimi dışında olduğudur. Osmanlı Devleti’nin bu gibi olayları önlemek için elinden geleni yaptığı, yakalanabilen sorumluların yargılanıp cezalandırıldığı ve bu yüzden birçok görevlinin idam edildiğini belgelemektedir ki, bu gerçekler soykırım iddialarını temelden çürüten doğrulardır.
Büyükelçi Henry Morgenthau Sr.’ın torunu Robert M. Morgenthau’nun AİHM’nin Perinçek ve 28 Kasım 2017 tarihli Mercan ve diğerleri kararlarına (Affaire Mercan et Autres C. Suisse, Requête No 18411/11) rağmen sözde Ermeni soykırımdan söz etmesi ve işe Adolf Hitler’i de karıştırması, Ermeniler ile Ermeni muhiplerinin iddiasından başka bir şey değildir. Aradan yüzyıl geçtikten sonra torun Morgenthau, 25 Ocak 2018 tarihinde The Wall Street Journal’da “Trump, Ermeni soykırımı hakkında gerçeği söyleyecek mi?” başlığı ile yazı yayınlaması bir provakasyondur. (Will Trump Tell the Truth About the Armenian Genocide? He recognized the reality that Jerusalem is the capital of Israel. Such daring is needed again. By Robert M. Morgenthau Jan. 25, 2018) Kaynak: https://www.wsj.com/articles/will-trump-tell-the-truth-about-the-armenian-genocide-1516925489
İsviçre Federal Mahkemesi’nin Perinçek lehine verdiği 25 Ağustos 2016 tarihli bozma kararı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2. Dairesi’nin 16 Aralık 2013 tarihli ve AİHM Büyük Dairesi’nin 15 Ekim 2015 tarihli kararlarına rağmen bu açıklamanın WSJ’de yayınlanması, gazetenin yayın politikası açısından dikkat çekicidir. İsviçre’de bir konferansta “Ermeni soykırımı emperyalist bir yalandır.” açıklamasıyla İsviçre tarafından cezaya çarptırılan Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, davanın kararını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşımıştı. 28 Ocak 2015 tarihindeki AİHM temyiz duruşmasından sonra karar 15 Ekim 2015 tarihinde açıklanmıştır. Kararda; ifade özgürlüğü açısından Perinçek haklı bulunmuş, “Ermeni soykırımı emperyalist bir yalandır.” sözlerinin, düşünceyi açıklama özgürlüğü kapsamında olduğu tespit edilmiştir. Avrupa ülkeleri, kararın düşünceyi açıklama özgürlüğünün ötesindeki gerekçesini de kabul etmeye başlamışlardır. Almanya Başbakanı Merkel’in “Alman Meclisi’nin Ermeni soykırımını tanıma kararının hukuki değeri olmadığı” yolundaki açıklaması, İsviçre yargısı ve siyasetinde de kabul edilmektedir. Kararın gerekçesinde, 1915 olaylarının Yahudi soykırımı ile aynı sınıflama içinde olmadığı, 1915 olaylarında soykırım suçunun işlendiği konusunda bir mahkeme kararı bulunmadığı belirtilmiştir.
Karar; 1948 BM Sözleşmesine göre, soykırım suçuna hükmetme yetkisinin sadece suçun işlendiği ülke mahkemesinde ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde olduğunu vurgulamıştır. İsviçre Federal Mahkemesi Perinçek Kararı’na uyarak, BM 1948 Soykırımın Cezalandırılması ve Önlenmesi Sözleşmesi uyarınca ancak yetkili mahkemelerin soykırım konusunda karar alabileceğini kabul etmesine rağmen torun Morgenthau’nun konuyu WSJ’de yayınlaması, Türkiye’ye yönelik bir provakasyondur. ABD Büyükelçisi olarak 1915-1916 yıllarında İstanbul’da görev yapan Henry Morgenthau, (Morgenthau, Türkiye’deki Aşkinaz Yahudilerinin Hahambaşısı Dr. Markus‘a yardımda bulunmuştur) yalanlarla dolu hatıralarını ABD’ye döndükten sonra Büyükelçi Morgenthau’nun Hatıraları (Ambassador Morgenthau´s Story, http://www.raoulwallenberg.net/wp-content/files_mf/1439907848HenryMorgenthauAmbassador.pdf) adı altında yayınlamıştır.
(Türkçesi Büyükelçi Morgenthau’nun Öyküsü, Belge Yayınları, 2015) Henry Morgenthau (1856-1946) New York’ta emlak komisyoncusu iken 1912 seçimlerinde başkan adayı Wilson‘u desteklemiş, Wilson seçimleri kazanınca kendisini İstanbul’a büyükelçi olarak atamıştır. 27 Kasım 1913 tarihinde İstanbul’da gelmiş, 26 ay görev yaptıktan sonra 1916’da ABD’ye dönmüş, Başkan Wilson‘a “Hükümetin savaş politikası adına bir zafer kazanmamız ve bunun için de her türlü yasal yol ve imkana başvurmamız gerekmektedir.” diyerek hikayesini yazmış, elçilik sekreteri Hagop S. Andonian ile hukuk danışmanı Arshag K. Schmavonian’dan yardım almıştır. Gazeteci Burton J. Hendrick, Büyükelçi Morgenthau‘nun anlattıklarını yeniden düzenlemiş, ABD Dışişleri Bakanı Robert Lansing kitabın provalarını okuyup eklemelerde bulunmuştur. O dönem 120 bin tirajlı aylık dergi olan The World’s Work’ta (1900–1932) bu hikaye tefrika edilmiş, tirajı yüksek çeşitli gazetelerde de yayınlanmıştır. Morgenthau’nun kitabın yayımlanmasından önce Ermeni soykırımı iddiasını araştıran Alman Johannes Lepsius, İngiliz Lord Bryce ve Arnold Toynbee’ye belge sağladığı da söz konusudur.
Dr. Johanhes Lepsius (1858-1926), Alman din adamı ve politikacısıdır. Ermenilere yönelik yardım kuruluşları arasında ilk sırayı alan, Alman Doğu Misyonu ile Alman Ermeni Cemiyeti’nin yöneticisidir. Ermeni dostu olarak tanınan Lepsius, Alman misyoneri sıfatıyla başta Ermeniler olmak üzere doğudaki Hıristiyanlara yapılan yardım çalışmalarını yürütmüştür. Johannes’in kitapları, (Deutchland und Armenien) bugün Batı kamuoyunda sözde soykırımın ispatında vazgeçilmez öneme sahip kaynaklar arasındadır.
Mavi Kitap olarak bilinen ilk baskısı 1916 yılında Londra’da yapılan The Treatment of Armenians in the Ottoman Empire 1915-16 (Osmanlı İmparatorluğunda Ermenilere Yönelik İşlemler 1915-16) isimli kitap bir Ermeni propaganda aracıdır. Kitabın özgün baskısında yer alan, “Documents presented to Viscount Grey of Fallodon Secretary of State for Foreign Affairs by Viscount Bryce with a preface by Viscount Bryce (Viscount Bryce’ın Önsözüyle Viscount Bryce tarafından Devlet Dışişleri Sekreteri Fallodon Viscount Grey’e Sunulan Belgeler) açıklaması önemlidir. Kitap, 2005 yılında Türkçe’ye çevrilmiştir. Mavi Kitap, 1916’da İngiliz Parlamentosu’nun onayıyla savaş propaganda bürosu durumundaki Wellington House tarafından hazırlatılmıştır. Mavi Kitap’ın içeriği Amerikan misyoner raporlarına dayanmaktadır. Kitap, Lord Bryce’ın değişik makamlarla yaptığı birkaç yazışma, bir harita, önsöz ve editörden muhtıra bölümlerinin bulunduğu 8 kısımdan oluşmaktadır. Kitap, 150 adet mektup içermektedir. Son kısımdaki 7 ek ile kitap zenginleştirilmiştir. 30 Nisan 2005 tarihinde yeniden basılmıştır. (677 sayfa)
Osmanlı’yı (Türkiye’yi) suçlama görevi, hukuk profesörü olan Lord Bryce başkanlığındaki bir heyete verilmiştir. Bryce sonraki yıllarda Büyük Britanya’nın Washington büyükelçiliğine getirilmiştir. Tanınmış tarihçi Arnold J. Toynbee, Lord Bryce’ın sekreterliğini yapmıştır. Toynbee (1889-1975) uzun yıllar İngiltere Kraliyet Enstitüsü Uluslararası İlişkiler bölümünde çalışmış, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nda İngiltere Dışişleri Bakanlığı İstihbarat Dairesi’nde görev almış bir akademisyendir. Toynbee daha sonra bunun bir propaganda kitabı olduğunu anlayınca pişmanlığını dile getirmiş ve “Fark etseydim, bu projede yer almazdım.” demiştir. Hatıralarında, Mavi Kitap’ın doğruluğu konusunda şüpheli açıklamalarda bulunmuştur. Türkçe’ye Hatıralar: Tanıdıklarım başlığıyla çevrilen eserinde konuya açıklık getirmiştir.
Birinci Dünya Savaşı’nda ittifak devletleri, Almanya’nın Rusya aleyhinde başlattığı propaganda silahı ile vurulacaktı. Almanya’ya davet edilen Amerikalı gazetecilerin verdikleri bilgiler, Rus barbarlığını ortaya çıkarmaya yönelikti. Rusların Yahudilere yönelik şiddet uygulamaları, İngiltere ve Fransa’yı zor durumda bırakmıştır. Türklerin yapacakları yanlışlar da Almanya ve Avusturya-Macaristan aleyhine olacaktı. İngiltere Türkleri Ermenilere soykırım yaptı şeklinde açıklayarak Türkiye’nin müttefiklerini zor durumda bırakacaktı. Osmanlı’nın uygulamaya koyduğu “sevk ve iskan kanunu” İngiltere’ye bu fırsatı vermiştir. Rusya’nın destek ve kışkırtmalarıyla örgütlenen bazı Ermeni grupları, 1890 yılından itibaren bağımsız bir Ermeni devleti kurmak amacıyla Osmanlı yönetimine karşı ayaklanmışlardır. Ermenilerin yaşadığı yerlerde isyan hareketlerinin artmasıyla güvenlik sorunları ortaya çıkmıştır. Osmanlı Hükümeti, güvenliği sağlamak amacıyla 27 Mayıs 1915 tarihinde Sevk ve İskan Kanunu’nu çıkarmıştır.
Osmanlı ordusunun ve bölge halkının güvenliği için bazı Ermenilerin Osmanlı Devleti’nin güvenli bölgeleri olan Suriye ve Irak’ın kuzey vilayetlerine göç ettirilmesine karar verilmiştir. Bu proje, İngiliz siyasi manevrası olup, Osmanlı Devleti dünya kamuoyunun gözünde suçlu duruma düşürülecekti. Toynbee hatıralarının son kısmında Türklerin masumiyetine inandığını ve yaptığından pişman olduğunu vefatından önce dile getirmiştir. Mavi Kitap, günümüzde Ermeni sorununda Türkiye aleyhine kullanılmaktadır. Ermeni yalanlarına çok sayıda Türk ve yabancı araştırmacı karşı çıkmışlardır. (Many Scholars Challenge The Allegations Of Genocide: Part III, Ergun Kirlikovali on July 10, 2009 http://www.turkla.com/2009/07/10/many-scholars-challenge-the-allegations-of-genocide-part-iii/)
Torun Morgenthau’nun 25 Ocak 2018 tarihli yazısından 1,5 ay önce 9 Aralık 2017 tarihinde Turkish Forum’daki “Donald Trump Kudüs Açıklamasının Ardından 24 Nisan’da ‘Türkler Ermenilere Soykırımı Yaptı’ Derse Ne Olur?” başlıklı yazımda bu konuya dikkat çekmiştim: “Başkanı Donald Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasıyla ilgili açıklaması, Birleşmiş Milletler kararlarını açıkça ihlal eden ve barışı dinamitleyen bir gelişmedir. Trump Türkiye’nin bu konuda gösterdiği sert tepki ve Ermeni lobilerinin baskısıyla 24 Nisan’da sözde Ermeni soykırımını ‘genocide’ kelimesini kullanarak tanıyabilir. ABD’de güçlü bir Ermeni diasporası ve lobisi vardır. Son olarak 6 Kasım’da ABD’nin Indiana Eyaleti Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın Ermenilere soykırım yaptığını kabul eden tasarıyı onaylamıştır. Böylece ABD’de sözde Ermeni soykırımını kabul eden eyalet sayısı 48’e yükselmiştir. Bu sebeple yumurta kapıya gelmeden, iş işten geçmeden şimdiden tedbir alınmasında yarar vardır. Türkçede bir deyim vardır: Delidir, ne yapsa yeridir. Bir insanın deli olduğu için beklenmeyecek şeyler yapabileceğini, dolayısıyla kendisinden sakınılması gerektiğini bildiren sözdür.” (http://ankaenstitusu.com/sozde-ermeni-soykirimini-tanima-sirasinda-hollandadan-sonra-misir-yeni-zelanda-ve-abd-var/)
Henry Morgenthau’nun 25 Ocak 2018 tarihinde WSJ’de yayınlanan yazısının özeti şöyledir:“Hitler Polonya’yı 1939’da işgal etmeye başladığında komutanlarına ‘Merhametsizce Yahudi erkek, kadın ve onların çocuklarına ölüm emri verdi: Kim bugün Ermenilerin yok edilmesinden söz ediyor?’ ABD’nin müttefiki olan Türkiye, tarihiyle yüzleşmeyi hala reddediyor. ABD hükümeti de, Ermenilerin haklarını savunamadı. Amerikan yönetimleri Türk baskısına boyun eğdi ve sürekli olarak basit bir gerçeği teyit edemedi. Ermenilerin katledilmesi, sadece tarihin bir talihsizliği değil, sistematik bir soykırımdı. Diplomatların ihtiyatlı tutumu göz önünde bulundurulduğunda bu tür bir davranış şaşırtıcı değildi. Ancak Cumhurbaşkanı Trump, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul ederken, yeni bir döneme işaret ediyor gibi görünüyor. 1995 yılında Kongre, Dışişleri Bakanlığını Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımaya ve ABD Büyükelçiliği’ni buraya taşımaya yönlendiren yasayı kabul etti. Adaylar Bill Clinton ve George W. Bush elçiliği taşıma sözü verdiler. Barack Obama 2008’de Kudüs’ün İsrail’in başkenti olacağını söyledi. Cumhurbaşkanı seçildikten sonra, her üçü de sözlerinden döndüler. Şimdi, Amerika’nın Kudüs politikası tarihsel olgularla tutarlıdır.
Bu, Amerika’nın Ermeni soykırım gerçeğini de aynı şekilde kabul edebileceği hususunda beni iyimser kılıyor. Gerçekler zorlayıcıdır. Binlerce yıldır Ermeniler, şu anda Türkiye’nin doğusundaki Ağrı Dağı’nın gölgesinde yaşıyorlardı. Tarihte bu Hıristiyan azınlık Müslüman komşularıyla barış içinde yaşadı. Ancak Osmanlı İmparatorluğu, 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında parçalanmaya başlayınca Ermenilere baskılar başladı. Birinci Dünya Savaşı’nda Türkler Ermeni sorununu çözme fırsatını yakaladılar. İlk önce toplum liderleri ve aydınları tutukladılar ve idam ettiler. Daha sonra Suriye çöllerine ölüm yürüyüşleri ile sivilleri sürdüler. 1,5 milyon kadar Ermeni katledildi. Benim için bu tarih, tarih kitaplarıyla sınırlı değil. Büyük babam Henry Morgenthau, katliam başladığında Başkan Wilson’un Osmanlı İmparatorluğu’nun büyükelçisiydi. Modern dünyanın hiç görmediği bir ölçüde Ermeniler katledildi ve bütün dünya bunu gördü. Türk liderleri, Ermenilerin Amerikan vatandaşı olmadıklarını söyleyip büyükelçinin endişelerinin hiçbirine cevap vermediler. Büyükelçi Morgenthau’nun Yahudi, Ermenilerin Hıristiyan olduğunu söylediler. Türkler büyükelçiyi Washington’a geri göndermek için ABD’ye baskı yaptılar. Büyükbabamın cevabı çok açıktı: Hatırlanmamdan daha büyük bir onur düşünemedim Çünkü bir Yahudi olarak yüz binlerce Hıristiyanın hayatını kurtarmak için elimden geleni yaptım.
Türklerin baskısı sonucunda dedem ABD’ye döndü. Washington’a diplomatik bir telgraf gönderdi: Bir ırkın imhası devam ediyor. Birinci Dünya Savaşı ile meşgul olan Dışişleri Bakanlığı telgrafa kayıtsız kaldı. Sonunda büyük babam bir dizi konferanslarla dünyanın vicdanına hitap etmeye karar verdi. Büyük bir yardım kampanyası sonucunda hayatta kalanları yeniden yerleştirmeye yardımcı oldu. Ancak (sözde) soykırım, Ermeni halkına ve büyük babamın ruhuna karşı büyük bir saygısızlık yaratmıştır. Büyük babam ABD’ye geri dönerek hayatta kalanlara yardım etmek için karar verdi. Ellis Adası’nda mültecilere sponsor oldu. Ve başka bir şey daha yaptı. Çocuklarına ve torunlarına tanık olduğu tarihi öğretti.
Bu kehanet, Hitler’in Polonya’yı işgal ettiği ve dünyanın Ermenilerle ilgili amnezi (geçirilen şiddetli bir şok sonucu geçmişe ait hafızanın bir kısminin kaybedilmesi) söz konusunu olduğunda gerçekleşti. Amerika’nın bu amneziden çıkması için çok zaman var. Her Nisan ayında Başkan Ermeni halkına yönelik vahşeti tanıyan bir bildiri yayınladı. Türk baskısına boyun eğildiği için bildiride hiçbir zaman “soykırım” kelimesini kullanmadı. Bu değişmeli. Türkiye’nin tepkisinin ABD’nin çıkarlarına karşı gelebileceğini söyleyenlerin kaygılarını küçümsemiyorum. Kudüs’e elçiliği taşımanın barış görüşmelerini zorlaştırabileceğini söyleyenleri reddetmiyorum. Ancak, adil ve kalıcı bir dünya düzeni, yalanlar üzerine inşa edilemez. Başkan Trump, Ermeni soykırımı gerçeğini ilan ederek bu taahhüdünü yerine getirmelidir. Bu, iktidardaki haydutlara suçlarınızın üstü örtülmeyecek mesajı verecek.” (https://www.wsj.com/articles/will-trump-tell-the-truth-about-the-armenian-genocide-1516925489; https://www.wsj.com/articles/will-trump-tell-the-truth-about-the-armenian-genocide-151692548)
Dönemin Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisian, Ermenilerin Baş Patriği II. Karekin, Ermenistan Dışişleri Bakanı ve ABD Soykırım Anıtı Müzesi kıdemli danışmanı Arthur Berger ve diğerleri Hitler’in sözde Ermeni soykırımına gönderme yaptığı sözlerinin önünde inceleme yapmaktalar. 6 Mayıs 2015 tarihli fotoğraf, Hitler’in sözlerinin müzeye 1993’teki açılışından sonra konulduğunu göstermektedir. 25 Ocak 2018 günlü Wall Street Journal gazetesinde torun Robert M. Morgenthau imzası ile yayınlanan “Başkan Trump Ermeni Soykırımı Hakkında Gerçeği Söyleyecek mi?” başlıklı makalede gerçekmiş gibi tekrarlanan bu ifade, Hitlere ait değildir. Hitler’in 22 Ağustos 1939 tarihindeki konuşmasında Ermenilerden söz ettiği ileri sürülen paragrafın müzeye konmasının doğru olmadığını SBF’den hocam Prof. Dr. Türkkaya Ataöv, 1984 yılında yayınlanan “Hitler and the Armenian Question / Hitler et la Question Armenienne” kitabında açıklamıştır. Hitler’in Ermenilere ilişkin böyle bir sözünün bulunmadığını Nüremberg yargılama dosyalarından ilgili belgelerle kanıtlamıştır.“The Armenian Question: Conflict, Trauma and Objectivity” başlıklı yazısında da konuyu tekrar gündem taşımıştır. (http://www.politics.ankara.edu.tr/yearbookdizin/dosyalar/MMTY/24/9_turkaya_ataov.pdf)
Benzer şekilde Cengiz Özakıncı da “ABD Soykırım Anıt Müzesi’nde Türkiye’yi Suçlayan Sahte Hitler Yazıtı” kitabında Hitler’in bu sözünün olmadığını açıklamıştır.
AP ajansının Berlin muhabiri Amerikalı gazeteci Louis P. Lochner, 1942’de ABD’de yayınlanan What About Germany adlı kitabında, bir muhbirden aldım dediği Hitler konuşmasının metnini aktarmıştı. Ancak konuşmanın Lochner’in 1942’de aktardığı 1945’te Saalfelden’de ele geçirdiği arasında uyuşmazlıklar bulunuyordu. Hitler’e atfedilen sözler Louis Lochner‘in 1942’de yayınlanan kitabında yer almıştır. Lochner’in kitabındaki metnin içeriğini ve kaynağını, savcılık şüpheli bulduğu için kanıt olarak kullanmamıştı. Çünkü, Lochner‘in “Muhbirden aldığım Almanca konuşma metnini 1939’da derhal Amerikan Büyükelçiliğine teslim ettim.” dediği üç sayfayı inceleyen çevirmen Carlos Porter, yazının Alman klavyeli bir daktilodan çıkmadığını ve bozuk bir Almanca ile yazılmış olduğunu belirlemişti. Kaynak: https://babel.hathitrust.org/cgi/pt?id=mdp.39015012841279;view=1up;seq=13
Lochner‘in kitabında Hitler’in, “Gücümüz, hızımız ve acımasızlığımızdadır. Cengiz Han, milyonlarca kadın ve çocuğu önceden tasarlayarak ve iç huzuruyla katliama sürükledi. Bugün tarih onu yalnızca büyük bir devlet kurucu olarak görüyor. Zayıf Avrupa uygarlığının benim için ne diyeceği umurumda değil. Eleştiri için tek söz edeni bile infaz etmeleri için idam mangasına emir verdim. Savaş hedefimiz belirli hatlara ulaşmak değil, düşmanın fiziksel olarak yok edilmesidir. Polonya dili türevi konuşan her çocuk, kadın ve erkeği acımaksızın öldürme emrini uygulamak üzere Doğu’ya ölüm mangalarımın gitmesini ben emrettim. Bize gerek duyduğumuz yaşam alanını (lebensraum) kazandıracak olan yalnızca budur. Bütün olanlardan sonra, kim bugün Ermenilerin yok edilmesinden söz ediyor?” dediği yazılıydı. Fakat aynı konuşmanın Amerikan askerlerince Nazi belgeleri arasında ele geçirilen metninde ve savunma kanıtı olarak sunulan diğer belgelerde Ermenilerden hiç söz edilmemiştir.
1985 yılında Prof. Dr. Heath W. Lowry, “Ermeniler Üzerine ABD Kongresi ve Adolf Hitler” başlıklı makalesinde, müzeye konulmak istenen sözün Hitler’e ait olmadığını, uydurma (spurious) olduğunu göstermiştir. . (Heath W. Lowry, The U.S. Congress and Adolf Hitler on the Armenians, Institute of Turkish Studies, Inc. Washington, D. C..Political Communication and Persuasion, Volume 3, Number 2 1985 https://www.ataa.org/armenian-issue-revisited/the-u-s-congress-and-adolf-hitler-on-the-armenians) Lowry bu konuda şu eleştiride bulunmuştur: “Savaş döneminde Türkler aleyhinde yapılan propagandanın en etkili örneklerinden birinin esasını teşkil eden bu belgelerin İngiliz haber alma örgütüne tarafsız Amerika Birleşik Devletleri’nin bir Büyükelçisi tarafından sağlandığı ve bunların Amerikan kamuoyunu Türkler ve Almanlar aleyhine kışkırtarak ülkeyi savaşa sokma amacını güden İngiliz çabalarının bir parçası olarak yayımlandığı anlaşılınca, Morgenthau’nun kullandığı ‘yetki’ konusunda insan meraka düşüyor.”
Lowry’nin makalesi ABD diplomatik çevrelerinde etkili olmuştur. Prof. Lowry’a göre “Büyükelçi Morghentau’nın hikayesinde yer alan tüm yorumlar, Eylül 1915’in sonlarına doğru Morghentau’nun, Ermenilerin, Genç Türk liderliği tarafından imha edilmeye maruz kaldığı konusunda kesin bir sonuca varmamışlardır.” (All comments in Ambassador Morghentau’s Story notwithstanding, as late as September 1915, Morghentau had not firmly concluded that the Armenians were the subject of an attempted ‘extermination’ by the Young Turk leadership, s. 51)
Sözde Ermeni soykırım propagandasında kullanılan yalanları kitaplarında belgelerle çürüten bir diğer önemli araştırmacı rahmetli Şükrü Server Aya’dır. Hitler’e atfedilen “Bütün olanlardan sonra, kim bugün Ermenilerin yok edilmesinden söz ediyor?” sözlerinin uydurma olduğunu The Genocide of Truth (İstanbul Ticaret Üniversitesi Yayınları, 2008, s.366), Soykırım Tacirleri (Derin Yayınları, Ocak 2009, s.205-206) The Genocide of Truth Continues, (Derin Yayınları, Aralık 2010, s.249-270) kitaplarında açıklamıştır. Server Aya, The Wall Street Journal gazetesi editörlerine, Washington Soykırım Müze İdaresi ve Mütevelli Heyeti’ne (28.03.2018) ve müzenin bağlı olduğu üst makam ABD Başkanlık Ofisi’ne gönderdiği (13.02.2018) yazılarda tepkisini şu sözlerle dile getirmiştir:
“Muhterem Beyefendiler. Birinci ve İkinci Dünya savaşları ve “soykırım mito-manisi” (Erich Feigl) ile ilgili tarih hakkında müstakil araştırmacı ve yazarlar olarak, makale yazarının dominant bir eda yazdığı makale içeriğinden fevkalade rahatsızlık duyduğumuzdan bunu ret etmek mecburiyetini duyduk; zira daha önce New York Bölge Savcısı olan Bay Robert M. Morgenthau’un bu yazı içeriği, neredeyse A’dan Z’ye kadar gerçek değildir, kanıtlanmamıştır ve ayrıca dünkü ve bugünkü tarih hakkında devasa bilgi eksikliği ile maluldür. Müzenin duvarında durmakta olan ve Hitler’e atfedilen cümle tamamen yalandır ve ihtimal yirmi yıldan fazladır oradadır. Maalesef Müze kendisine yapılan talepler ve sunulan belgesel kanıtlara suskun kalmayı yeğlemiş veya sessiz kalarak bu tarihsel yalanı halktan saklanması söylenmiştir. Avrupa’daki yetkili muhtelif mahkeme kararlarına ve hukuki mevzuata rağmen, Müze bu soykırım yalanının propaganda edilmesine alet olmuştur. ABD arşivleri, Kongre veya Senato referanslı ve Bay Morgenthau’un makalesini nakzeden belgelerle doludur; hâlbuki hukuk ve kanun aleminde ün sahibi Bay Morgenthau kuralları ihmal veya görmezden gelmiş ve konuda savcı olarak davranırken savunmaya ve kanıtlara gerek görmemiş ve ülke yasalarına uymayarak aynı olayda bir hâkim veya ebedî bir tanrı tutumu içinde olmuştur. Bu yapılanların kabul göremeyeceği anlamında araştırmamızı sunarken Wall Street Journal gazetesinin Bay Morgenthau’un Ermeni Soykırımı hakkındaki isteklerine katılıp katılmadığını da açıklamasını saygılarımızla talep ederiz.”
ABD, İngiltere ve Sovyet Rusya 1945’te Almanya’yı yenmiş, esir aldıkları yüksek rütbeli Alman subaylarını Nüremberg’te uluslararası askeri mahkemede yargılayabilmek için suç delillerini toplamaya başlamıştır. ABD askerlerinin 1945 yılında Avusturya’da Saalfelden’de ele geçirdikleri belgeler arasında Hitler’in dünya savaşını başlatan, Polonya’yı işgal emrini verdiği 22.08.1939 günlü konuşmasına ilişkin notlar da vardı.