Yükleniyor...
Osmanlı’nın sadık millet olarak adlandırdığı, Osmanlı’yı ziyaret eden bazı yabancıların ise Türkleşmiş hristiyanlar olarak gözlemlediği Ermeniler, Selçuklu döneminden beri Türklerle beraber uyum içinde yaşamışlar; hem Bizans’ın dini baskısından korunarak inançlarını kültürlerini sürdürmüşler hem de refahlarını sağlamışlardır. 19. Yüzyıldan itibaren özellikle Doğu Anadolu’da Ermenilerin yaşam kalitesini bozan ise Osmanlı’nın kötü yönetiminden çok, ortalama 20-25 senede bir savaş çıkaran Çarlık Rusyası’nın saldırgan siyasetidir. Kuşkusuz ki savaşlar bir devletin giderlerini ve dolayısıyla sivillerin ödediği vergileri artırmakla kalmaz, sivillerin yaşam koşullarını, can ve mal güvenliklerini de olumsuz etkiler. Doğu Avrupa’dan Kafkasya’dan Amerika kıtasına… Evet evet Amerika kıtasına kadar, Alaska’ya kadar dünyanın en geniş topraklarına sahip Rusya, bununla yetinmeyerek sıcak denizlere inme gerekçesiyle gözünü boğazlara ve Anadolu’ya dikmiştir. Coğrafya ve iklim zorlukları yüzünden egemenlik kurmakta zorlandığı Alaska’yı İngilizlerin işgalinden çekinerek 1867’de ABD’ye satan Çarlık Rusyası’na dünyayı verseniz sıcak gezegenlere inme gerekçesiyle daha fazlasını isteyecektir.
Sadece Ermenilere karşı değil, genel olarak gayrimüslimlere karşı Selçuklu ve Osmanlı’nın İslam hukukunu temel alan, dinî baskıdan uzak politikalarında sıkılaşan ekonomik bürokratik askerî ilişkiler Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethinden sonra resmiyete dökülmüş ve Ortodoks Rum kilisesi patrikliğine dinî, siyasi, hukuki yetkiler verilmiştir. Bunu Ermeni Patrikliğine ve Yahudi Hahambaşına verilen yetkiler izlemiş, misyonerlerin daha çok politik amaçlarla yaptıkları çalışmalar sonucu sonradan oluşan Katolik ve Protestan Ermeni cemaatleri de Osmanlı tarafından 18. ve 19. yüzyıllarda resmî olarak tanınmış ve böylece Osmanlı’nın kendine has milletler sistemi şekillenmiştir.
Osmanlı halkını dini veya mezhebi açısından farklı milletlere bölen sistem, yüzlerce sene boyunca farklı inançlara sahip toplulukları dünyada eşine az rastlanır şekilde barış içinde bir arada tutsa da 18. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devletinin güç toprak egemenlik ve itibar kaybetmesiyle, artan dış müdahalelerle ve batıdan gelen milliyetçi düşünce akımlarının etkileriyle ayrılıkçı hareketlerin zeminini hazırlamıştır. İrtifa kaybeden devleti kurtararak eski gücüne döndürme ve Osmanlı vatandaşlığı üzerinden birliği sağlama idealleri mutlakiyetçisinden meşrutiyetçisine, bürokratından aydınına hanedanlık üyesine kadar amaç edinilse de; dili, dini, eğitimi hukuku farklı olan, askerlik yapmayan, milliyetçi ayrılıkçı fikirlerin kolayca etkinlik alanı bulabildiği gayri Müslim milletlerin önce özerklik, koşullar oluşunca da bağımsızlık talepleriyle bu amaç olanaksız bir hayale dönüşmüştür. Hatta din birliği dahi dindaşlarımız Arapları, Arnavutları sadık birer Osmanlı vatandaşı hâline getirmeye yetmemiştir.
Avrupa ve Rusya’nın siyasi ve askerî yardımlarıyla Sırplar, Rumlar, Bulgarlar ve Ermeniler, hedefe giden yolda her şeyi mübah gören en kirli yöntemleri Osmanlı’dan toprak kopararak bağımsızlık kazanma uğrunda uygulamışlardır. Osmanlı’da filizlenen ayrılıkçı hareketlerin temel prensibine göre bağımsızlık için terör, şiddet ve propagandadan başka yol yoktur. Terör eylemleriyle Hristiyan, Müslüman çatışması yaratmak, hedef kitleyi dava etrafında kenetlemek, davayı desteklemeyenleri cezalandırmak ve toplumsal huzurun asayişin bozulmasından Osmanlı Devleti’ni sorumlu göstererek Rusya ve Avrupa’nın siyasi ve askerî müdahalesini sağlamak rutin hâle gelen yöntemlerdir. Bir yandan Türklere Müslümanlara sistematik katliam uygulanarak hedef bölgelerde demografik üstünlük sağlanmaya çalışılmış, bir yandan da tüm dünyada Türkler Hristiyanlara zulmediyor propagandası yapılmıştır. Şüphe yoktur ki ayrılıkçılar “bu Osmanlılar biz gayrimüslimlere karşı çok hoşgörülüler” deselerdi bu söylem, batı dünyasının Osmanlı’ya karşı cephe almasına sebep olacak uygun bir propaganda yöntemi sayılmazdı. “Türkler bize zulmediyor.” denilecek, Osmanlı dünya kamuoyunda mahkum edilecekti ki toprak kopararak bağımsız devlet kurma planları gerçekleşme olanağı bulsun.
Aslında ortada kazan kazan usulü vardır. Yani Osmanlı Devleti topraklarını paylaşmak için makul bir bahane arayan emperyalist devletler, Hristiyanları barbar Türklerin zulmünden kurtarma hikayesine adeta balıklama atlamışlardır. Çünkü 16. Yüzyılda maceracı denizcilerin şan ve ganimet kazanmak için başlattıkları küresel saldırganlık; sermayenin, devletin ve ordunun sömürgecilik davası yolunda bütünleşmesiyle iyice güçlenerek sistematik bir hâl almış, emperyalist devletler dünyadaki tüm karaları ve denizleri son çakıl taşına, son damlasına kadar ele geçirme yarışına girmişler ve bu durum zamanla tüm dünyada sömürgeci saldırganlığa karşı bir tepkinin yükselmesine yol açmıştır. Barbar katil Türklere karşı mazlum Hristiyanlara yardım etme gerekçesi uluslararası kamuoyunda yükselen sömürgecilik karşıtı homurtuları susturacaktır. Barbar Türkler yönettikleri milletlere yıkım ve zulümden başka bir şey getirmemişlerdir. Medeniyet yok edici bu geri ırk başka halkları yönetme kabiliyetinden yoksundur. Hristiyanları yönetmesine daha fazla izin verilmemelidir ve acilinden Asya’ya geri postalanmalıdır. İnsanlığın yegâne amacı budur!
Hatırlatmak isterim ki bahsettiğim söylem, sömürgeci devletlerdeki hâkim siyasete aittir. Tabii ki İngiltere’de Rusya’da Fransa’da ABD’de ve dünyanın her yerinde sömürgecilik karşıtı adil mert kişiler ve siyasi hareketler vardır. Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur kolaycılığına kaçmadan haklı davamızı anlatmak ve aleyhimizdeki sistematik kara propagandalara ve iftiralara karşı yılmadan karşı propagandayla cevap vermek yapılması gereken en doğru iştir. İddia ediyorum ki biz Türkler kadar hakkında olumsuz algı, yalan ve iftira üretilmiş ikinci bir millet yoktur. Birinci Dünya Savaşı’nın muharebelerinden Kutul Amare’ de Türk ordusuna esir düştükten sonra İstanbul’da misafir edilen İngiliz generali Townshend gerek muharebe sırasında gerek İstanbul’daki zorunlu misafirliğinde Türkleri yakından tanımış ve hayatının sonuna kadar bir Türk dostu olarak kalmıştır. İnsanın İngilizi, Fransızı, Türkü değil merti namerti olur.
Osmanlı, en güçlü olduğu dönemlerde bile bırakın gayri müslimleri zorla Müslüman yapmayı ya da zulmetmeyi, Müslüman olmaya teşvik dahi etmemiştir. İslam hukukuna dayanan bu usül yönetim kolaylığı ve daha fazla vergi geliri getirse de ilerleyen dönemlerde İmparatorluğun başına büyük iş açmıştır.
Ermeniler şöyle isyan çıkardı böyle ihanet etti demek aslında biraz yanıltıcı olur. Osmanlı Devleti’ne sadık Ermenilere de haksızlık olur. Çünkü Osmanlı Ermenilerinin tamamı, isyan çıkararak yabancı devletlerin yardımıyla toprak kazanma ve bağımsızlık mücadelesi verme konusunda fikir birliği içinde değildi. Aslında Bağımsız Ermenistan’ı hedefleyen Taşnak ve Hınçak gibi başlıca Ermeni siyasi partileri Osmanlı toprakları dışında kurulmuştur. İdeolojileri farklı olsa da yöntemleri ve amaçları aynı olan bu siyasi partiler kendilerini devrimci ihtilalci gibi sıfatlarla tanımlasalar da temel yöntemleri Türk Müslüman ve kendilerine tâbi olmayan Ermeni sivillere karşı katliam ve terördür. Bağımsız Ermenistan’ın ancak şiddet ve terörle kurulacağına dair sarsılmaz bir inanca sahiptirler. Rus devlet arşivlerinde dahi bu siyasi örgütler katil eşkıya sürüsü olarak tanımlanmışlardır. Ermenileri davalarına kazandırmak, para toplamak ve uluslararası alanda Türklere karşı destek bulmak için başta Avrupa ve ABD olmak üzere büyük bir örgütlenme ve propaganda faaliyetine girişmişlerdir. Aslında 1890’ların başında kurulan bu tür partiler başlarda sadece Osmanlı’ya değil çarlık Rusyasına karşı da faaliyet içindeydiler. Çarlık Rusyası ve Osmanlı her ne kadar bölgede rakip olsalar da aynı rejime sahiptiler ve rejim karşıtı devrimci hareketlerle mücadele ederek mutlakiyeti koruma gayretleri vardı. Hatta 1912’ye kadar hem Rusya hem Osmanlı topraklarında silahlı faaliyetler yürüten, asayişi bozan ve sınır ihlalleri yapan bu kendince devrimci, uygulamada terörist örgütlere karşı iki devlet iş birliği yapmışlardır. Bu terörist partiler kendi ifadelerine göre; Osmanlı’nın hem devletine hem de rejimine karşıyken Rusya’nın sadece rejimine karşıt olup dindaşları Ruslara karşı dostturlar.
Osmanlı’nın önce İtalya’nın Trablusgarp ve 12 ada oldu bittilerine cevap verememesi sonra da Balkan Harbinde eski tebası devletçiklere karşı varlık gösterememesi sonucu çarlık Rusyası ve Ermeni partileri sonunu yakın olarak gördükleri Osmanlı’ya karşı iş birliği yapmaya karar vermişlerdir. Ruslar Taşnak Hınçak gibi örgütlerin faaliyetlerini kovuşturmayı bırakmış, cezaevlerindeki parti üyelerini serbest bırakmış ve Taşnak Hınçak militanlarının Osmanlı Devleti sınırlarından içeri sızmasına göz yummaya başlamış, hatta Taşnak ve Hınçak örgütlerinin kendi aralarında rekabete girmelerini önlemeye çalışarak Osmanlı Devletine karşı iş birliği yapmalarını sağlamıştır. Taşnak ve Hınçak da tüm gücüyle Osmanlı Devletine odaklanarak faaliyetlerini yürütmüş, Kafkasya’da da Azerbaycan Türklerine karşı terör faaliyetlerini artırmıştır. Osmanlı topraklarından çıkarılacak bağımsız Ermenistan’ı hedefleyen fikirler kilise, okullar, basın yayın yolları yanında Rusya’dan sızan komitacıların terör ve isyan faaliyetleriyle de etkinlik göstermiştir.
Osmanlı bürokrasisindeki, iş hayatındaki etkinliklerinden ve genel yaşam koşullarından memnun olan ciddi çoğunlukta Ermeni kitle Osmanlı’ya bağlı kalarak hayatlarını sürdürme taraftarı olsalar da, isyan etmeyi savunanlar kadar organize olmadıkları için kolayca saf dışı kalmışlardır. Tanzimat ve Islâhat reformlarının tanıdığı yeni haklar yanında 1863’te kabul edilen Ermeni Milleti kanunu, Ermenilerin devlet içinde özerkliklerini artırmış ve yönetime kilisenin yanı sıra sivil unsurların da girmesini sağlamıştır. Böylece Ermeni Milleti yönetiminde isyancı fikirlere sahip komitacıların etkinliği artmış, İstanbul’daki patriklik görevine getirilen din adamlarından isyan fikrine karşı olanlar çıksa da komitacıların piskoposlar ve papazlar arasında kadrolaşması sonucu Patrikler isyan taraftarlarıyla uzlaşmak zorunda kalmıştır. Devlete bağlılık gösteren Ermeniler, kilise yönetim teşkilatındaki mevkilerinden uzaklaştırılmış, bazıları da suikastlere uğramıştır.
Askerlik yapmadıkları için iş hayatında istikrar kazanan Ermenilerin varlıklı kesimlerinin çocuklarını yolladıkları yurt dışındaki okullarda ve Osmanlı Devleti’nde açılan kiliselerin, özel şahısların, misyonerlerin okullarında Ermeni dilinin kültürünün tarihinin öğretilmesiyle de milliyetçi, Osmanlı karşıtı, isyancı fikirler Ermeni Milleti içinde yayılmış, büyük Ermenistan kurma yolunda Sırpların Yunanlıların Bulgarların yöntemleri örnek alınmıştır. Zaten yabancı okullarda Osmanlı Devleti’ne bağlı nesillerin yetişmesini beklemek de fazla iyimserlik olurdu. Eğitim birliğini sağlayamayan ulusların siyasi birliği de sağlayamayacağına örnektir Osmanlı’nın parçalanması.
Ermeni milliyetçilerince hayali kurulan, Karadeniz’den Akdeniz’e ve Hazar Denizi’ne kadar yayılan dev Ermeni İmparatorluğunda en büyük sorun, devletin sınırları içinde Ermeni bulmaktır. Rusların Kafkasya’daki işgallerini kalıcı hâle getirmek amacıyla sadık bir millet olarak düşündükleri Ermenileri Müslüman nüfusun olduğu yerlere yerleştirme politikası, Ermenilerin Osmanlı’dan ve İran’dan Kafkasya’ya gelip yerleşmelerine ve bölgedeki Ermeni nüfusunun daha da dağılmasına yol açmıştır. Osmanlı İmparatorluğu güç kaybetse de devletin hiçbir bölgesinde çoğunluğu bırakın yarıya yakın nüfusa bile sahip olmadıklarının farkında olan Ermeni isyancılar, bu sorunu çarpıtılmış nüfus verileriyle, Osmanlı aleyhinde sistematik propagandayla, terörle Müslümanları göçe zorlayarak ve dış destek sağlayarak çözmeye girişmişlerdir. Ermeni Kilisesi bu süreçte ruhani işlerden çok siyasi işlerle uğraşmış, Ermeni milliyetçiliğinin merkezi olmuş, siyasî partilerle, yardım toplama görünümünde faaliyet gösteren Ermeni dernekleriyle ve sahada terör estiren komitacılarla koordineli bir şekilde iş birliği yapmıştır.
Osmanlı’da Ermeni meselesinin kırılma noktası ise devlet için büyük bozgunla sonuçlanan ve 1877-1878 yıllarında gerçekleşen 93 Rus harbidir. Savaştan önce devlete bağlılık bildiren Ermeni ileri gelenleri, Rusların büyük zaferi ve İstanbul’a kadar gelip Osmanlı’yı çok ağır şartlarda bir barış anlaşmasına zorlamasıyla hem Rusya’dan hem Avrupa’dan açıkça Bulgarlara benzer özerk yapı talep etmişlerdir. Avrupa devletlerinin Rusya’nın Osmanlı üzerinde tek başına hakimiyet kurmasını önleme amacıyla Ayastefanos anlaşmasına Berlin’de bazı değişiklikler yapması sürecinde ise Ermeniler istediklerini tam olarak alamasalar da yabancı devletlerin Osmanlı’ya Ermeni Islahatı baskısını başlatmışlardır. Doğu Anadolu’da çoğunluk Müslüman olduğu hâlde Ermeniler için Islahat ve özerklik talebiyle Osmanlı Devleti uluslararası alanda büyük baskı altına alınmıştır.
Rus Harbi ve yenilgisi sonrası Ermeni isyanları artmış, pek çok isyan ve terör eylemi Sultan Hamid tarafından bastırılmış, bu süreçte Ermeni Kilisesi üyeleri ve komitacılar uluslararası alanda Hristiyanlara zulmedildiğine dair propaganda çalışmalarına devam etmiştir. Sultan Hamid’in isyancıları affederek Ermenileri kazanma çabaları da sonuç vermemiş, 1908 devrimi sonrası Ermeni komitacılar dahi meşrutiyet rejimine ve Osmanlı Devletine bağlılık bildirse de, Ermeni kilisesi pek çok defa Osmanlı Devletine ve Sultanına bağlılığını açıklasa da, netice değişmemiştir. 1909’da 31 Mart kalkışmasının yarattığı yönetim boşluğunu değerlendirmek isteyen isyancı Ermenilerin Adana’da çıkardığı olaylarda 20 bin Türk ve Ermeni ölmüş, esas amaç olan uluslararası müdahale sağlanamasa da olayların sorumlusu olarak yine Osmanlı Devleti gösterilerek Avrupa’da Ermeniler lehine kamuoyu desteği kazanılmaya çalışılmış, isyancı fikirler birinci dünya savaşı dönemine güçlenerek gelmiştir.
Ermenilerin hak iddia ettikleri şehirlerimizden Sivas’ta valilik yapan Hakkı Paşa’nın 1881 ve 1882 yıllarında Dahiliye Nazırlığına yolladığı raporlardaki tespitleri Ermeni meselesini tüm açıklığıyla ortaya koyar.
Türk olmayan halkları isyan etmeye teşvik ederek Osmanlı’yı parçalamayı geleneksel politika hâline getiren Rusya, Avrupa devletleri ve etkinliğini giderek artıran ABD, Ermeni isyancılara siyasi ve askerî destek vermeye hazırdır. Ermenilerin Türkler tarafından zulme, sistematik kıyıma uğradıkları yolunda iddia ve propagandaları 1915 tehcirinin çok daha öncesine dayanır. Özellikle Osmanlı’da 19. Yüzyıldan itibaren faaliyetlere girişen ABD’li misyonerlerin ülkelerinde Türk ve Osmanlı karşıtı propaganda yapmaları Ermenilerin işini oldukça kolaylaştırmıştır. Gerçekler ise Atlantiğin öte yanındaki insanların sandığından oldukça farklıdır.
1890’lı yıllarda Doğu Anadolu’da görev yapmış olan General Mayewski’nin, Rus hükümetine sunmuş olduğu gizli raporu şöyledir.
“Türkler Hıristiyanlara daima yüksekten bakmaya alışmışlardır. Hiçbir şekilde Hıristiyanlara güvenmezler. Fakat bu hâlleriyle beraber, bunlarda zerre kadar tahakküm hissi yoktur. Saygısızlık derecesini asla bulmaz. Doğu vilayetlerinde yaşayan Ermeniler, eskiden beri ahalinin zengin tabakasını teşkil ederler. Bunlar her türlü sanayi, ticaret ve çiftçilikle uğraşırlar. Ermenilerin Türkiye’deki sıkıntıları son derece abartılı ve uydurma hikâyelerden ibarettir. Türkiye’deki Ermeniler, diğer yerlerdeki Ermenilerden daha kötü bir durumda değildirler. Ermeni ihtilâlcilerinin yağma ve katliam diye bahsettikleri olaylar Kafkasya’da fazlasıyla mevcuttur. Hayvan sürüp götürmek meselesi de Rusya’nın birtakım yerlerindeki hırsızlıklardan başka bir mahiyette değildir. Mal ve can emniyetine gelince, Türkiye’de hükümet gücünün etkin olduğu yerlerde Elizabetpol vilayetinden daha emindir. Türk vahşetine hiçbir yerde tesadüf edilemez. Türk vahşeti gerçek olmayıp bile bile uydurulmuş siyasî bir hikâyedir. Objektif bir gözle bakarak gerçeği olduğu gibi söylemek gerekirse, Doğu’da vahşeti Müslümanların değil Doğu Hıristiyanlarının yaptığını itiraf etmek gerekir.”
1894 yılında New-York Herald Gazetesi tarafından Ermeni olaylarını incelemek üzere özel muhabir sıfatıyla gönderilen Dr. George H. Hepworth’un raporu da Rus generali Mayewski’yle paralellik gösterir.
“Amerikan kamuoyunun genel kanaati, ki daha evvel bu kanaati ben de paylaşıyordum, Türklerin sebepsiz ve tahrik söz konusu değilken hareket ettikleri şeklindedir. Şimdi inanıyorum ki, şayet Türkler bu şekilde davransalardı, yer yüzünde bir tane Ermeni bırakmazlardı..Öldürme olayları Ermeni çeteler yüzünden olmuştur. Eğer bunlar olmasalardı veya sessiz dursalardı, asla öldürme hadiseleri olmazdı. İnkâr edilmesi imkânsız olan gerçek budur.”
Birinci dünya savaşının patlak vermesi ve Osmanlı’nın hesapsız kitapsız soluğu savaşın ortasında almasıyla hasta adamın ölüm vaktinin geldiğini düşünen Ermeni Kilisesi, Ermeni aydınları ve Hınçak Taşnak gibi isyancı örgütler açıktan Rusya’ya ve tüm itilaf devletlerine destek vererek en büyük kumarlarını oynamışlardır. Savaşın başlamasıyla Ermeni komitacılar Rus ordusunun öncü birliği hâline gelmiş, silah altındaki Ermeniler Osmanlı ordusundan silahlarıyla beraber firar etmiş, silah altına çağrılan Ermeniler de Osmanlı ordusu yerine komitacılara katılmıştır. Doğu Anadolu’da faaliyetlerini artıran komitacılar, sabotaj ve saldırıların yanında, savaş koşulları nedeniyle kadın, çocuk ve yaşlılardan oluşan savunmasız köylerde katliamlara girişmişlerdir. Akla hayale gelmeyecek işkencelerle Türk Müslüman halka katliamlar yapılması birkaç caninin işi değil, komitacıların genel stratejisidir. Amaçları da korku ve dehşet yaratarak Türk Müslüman halkı göç etmeye zorlamak, böylece Doğu Anadolu’da ihtiyaç duydukları nüfus üstünlüğünü sağlamaktır.
İttihatçıların tüm uyarılarına rağmen, sekiz cephede birden savaşarak var olma mücadelesi veren Osmanlı’ya karşı açıktan cephe alan, devletin ulaşım iletişim erzak mühimmat yollarını sabote eden Ermeni isyancılar, Rus ordusuyla iş birliği yaparak Osmanlı’nın doğu cephesinin zayıflatılmasında büyük rol oynamıştır. Eğer itilaf devletleri Çanakkale yerine İskenderun’a çıkarma yapsaydı o bölgede de itilaf birliklerine destek için hazırdılar. Hatta Ermenilerin önde gelenleri İngiltere’ye ve Fransa’ ya İskenderun’a çıkarma yapma çağrısı yapmışlar, ne kadar sayıda asker sağlayabileceklerini, silaha ve askerî eğitime ihtiyaçlarını bildirmişler, bir kısım Ermeni militanı ise olası çıkarma için Kıbrıs’ta askeri eğitime alınmıştır. Ermeni isyancıların savaşın başında Ruslarla iş birliği yapmalarının sebebi, Rusların Osmanlı Ermenilerinin yaşadığı bölgelere ilk giren İtilaf gücü olmasıdır.
Ermeniler, önce tehcirle sarsıldılar, sonra da Rusya’nın yayılmacı emperyalist çıkarlarının Ermeni Devleti kurmaktan çok önce geldiğini görerek hayal kırıklığına uğradılar. Önemle altını çizmek isterim ki tehcir edilen Osmanlı Ermenileri sınır dışına sürülmemiş, devlet içindeki farklı yerlere gönderilmişlerdir. Ermeniler savaşın başında Rusların Anadolu’da işgal ettiği yerlerde bağımsız Ermenistan kurmasını, en azından özerklik sağlanmasını beklediler ama Ruslar oralı bile olmadı. 1917’de Rusya’da çarlık rejiminin devrilmesiyle ise geri çekilen Rus ordusunun silahlarıyla savunmasız kalan Doğu Anadolu’da ve Kafkasya’da katliamlara devam ettiler.
Rusya’daki yönetim karmaşasını değerlendiren Gürcüler, Rusya Ermenileri ve Azerbaycan Türkleri önce birleşik Kafkasya Cumhuriyetini ilan ettiler, sonra da ayrılarak bağımsızlıklarını ilan ettiler. En yüksek nüfusu oranını Erivan’da yakalayan Ermenilerin kurdukları Ermenistan, bölgede huzur ve barış adına hem Osmanlı hem Azerbaycan tarafından tanındı. Buna rağmen Taşnaklar, Bolşeviklerin kontrolü ele aldığı tarihe kadar 30 ay boyunca yönettikleri Ermenistan’da Müslüman nüfusa karşı yine terör ve katliam politikalarından vazgeçmeyerek Erivan’daki Türk Müslüman nüfusu eritmeye çalışmışlardır. Her türlü sömürüye karşı olmak iddiasıyla gelen Bolşeviklerin Bakü’yü işgal ederek bölgenin kaynaklarını gasp etmesine de yardımcı olan Taşnak Ermenistan’ı, Azerbaycan’da da katliamlara devam etmiştir. Çarlık Rusyası yönetiminde askerlik yapmayan, Ermeniler gibi silahlı faaliyet gösteren isyancı örgütler de kurmayan Azerbaycan Türkleri, Ermeni komitacılar karşısında kendilerini savunmakta oldukça zorlanmıştır.
Birinci Dünya Savaşının Osmanlı aleyhine sonuçlanması, Mondros ateşkes anlaşmasıyla Osmanlı ordusunun teslim olarak Bolşeviklerin elinden kurtarılan Bakü’den geri çekilmesi ve itilaf güçlerinin Osmanlı topraklarında işgallere girişmesiyle Büyük Ermenistan umutlarını yeniden yeşerten Ermeni milliyetçiler Rus üniformasını çıkarıp bu defa da Fransız ve İngiliz üniforması giydiler.
Rusya’daki iç savaşta kontrolü eline alan bolşeviklerle anlaşan, İngilizlerin Fransızların İtalyanların aralarındaki çıkar çatışmalarını iyi kullanan ve İstanbul hükümetinin tertiplediği iç isyanları da bastıran Anadolu’daki Türk milliyetçilerinin güçlenmesiyle planları bozulan Ermeniler yine yenildiler. Fransızların ve İngilizlerin bir Ermeni devleti kurmak için milliyetçi Türklerle ölesiye mücadele etmek gibi bir niyetlerinin olmadığını, emperyalist devletlerin kendi çıkarlarına öncelik verdiğini yine gördüler. Milliyetçi Türklerin Yunanlıları Anadolu’dan atıp Lozan’ı imzalamasıyla Sevr rüyasından da irkilerek uyanan Ermeniler yine yenikti ve hayal kırıklığı içindeydi. Bolşeviklerin proleter diktatörlük modelinin gereği olarak komünist parti dışında hiçbir partiye siyaset olanağı tanımaması sebebiyle isyancı Taşnak Partisi faaliyetlerini Ermenistan dışında sürdürmek zorunda kalsa da Ermeniler Moskova’daki Rus Bolşeviklere dayanan Ermeni komünistlerin sayesinde Sovyetler Birliği’ne bağlı olarak da olsa Kafkasya’da yurt tutabildiklerine şükrettiler. Bolşevikler olmasaydı perişan olmuş bir hâldeyken Türklerin ve Gürcülerin arasında var olma şansları zaten yoktu. Oynadıkları büyük kumar sonrası yaşadıkları felaketin faturasını ise biz Türklere kestiler!
3 Yorum