Yükleniyor...
Bütün dünyayı saran ve sarsan corona, titreyip kendimize gelmemize vesile olabilir mi?
Yine “buğdayı bile dışarıdan alırdık, şimdi ipekliyi bile ülkemizde yapıyoruz” diyebilme şansımız var mı?
Dünya yeni bir döneme girdi. Bunu en geç ülkeyi yönetenler fark etti. Çin’in, Bill Gates vakfına bağlı biyokimya araştırma enstitüsünün de bulunduğu, otuz milyonluk küçük şehirlerinden, Wuhan şehrinde ‘coronavirüs- COVID 19’ tufanı patlak verdi. Adamcağızın orada olması ve daha neler, bir yığın çok çok önceden tasarlanmış ve çok öncelerden basılıp yayınlanmış, türlü fütürist senaryoların bugün birçok komplo teorisine yataklık etmesi doğaldır ve insan tabiatına aykırı değildir.
Önümüzde şaşmaz bir gerçeklik var: Hızlı yayılan, yaşlı kuşağı alıp götürücü, dünya nüfusunu savaşsız azaltıcı bir virüs. Bu yöntemi doğa kendisi mi yarattı? Yoksa insanın doymak bilmez tamahkârlığı, kör ihtirasları mı bu, Hitlervarî davranış gösteren, virüsü üretip dünyaya saldı?
Hepimiz yeryüzü yuvarlağı üzerinde bir virüsün tutsağı olduk. Yöneticimiz, 65 yaş üstü kuşağa sokağa çıkmayı yasakladı. Umreden gelenler, Kuzey Irak’tan gelenler, İran sınırından ülkeye girenler ellerini kollarını sallaya sallaya geziyor. Sağlık Bakanının çabaları güzel, takdire şayan ama ülkede karar vericiler karar vermede geç kalmadı mı? Sınırlar, görüntülü haberlerde kevgire dönmüş görünüyor. Cumhurbaşkanı telefonları, İçişleri mesajları tehlikeye karşı vatandaşlar için şüphesiz uyarıcı ve moral desteği oluyor. Sağlık personeli ülkede canla başla çalışmaya, başlayalı nerdeyse on gün olacak, devam ediyor. Ancak tedbir almada geç kalınmış, sınırlar yeterince korunamamış, yurt dışından virüs taşıyanlar ellerini kollarını sallayıp her tarafa dağılmıştır. Şimdi can derdine düştük. Evet, bu saatten sonra suçlu arayacak değiliz ama Cumhuriyet’in ayarlarına dönülmesini, yok edilenlerin geri getirilmesini talep etmek de, kabul etmek gerekir ki, bunu yöneticilerden beklemek de Türk milletinin hakkıdır.
Keşke bu virüs Wuhan’da patladığında ülkemizde de, Çin’den gelen önceki bulaşıcı hastalıkların tabiatını düşünüp, öngörülerden hareket ederek tedbir alınmaya başlansaydı. Aşı araştırma enstitülerimiz kapatılmasaydı, faal olsaydı. Türk tarımı yok edilmeseydi ve köy kanunu, il yönetim yapısı kanunları bilinçli ve hesaplı biçimde değiştirilip, ülkenin her tarafı yağmaya açık hale getirilmeseydi ve köy tarımı desteklenseydi… Böyle olsaydı kimi sorunları daha kolay aşma olanağı doğardı diye düşünüyorum. Ülke çocuklarının, nişasta bazlı mısır şurubu şekere mahkûm edilerek olmadık hastalıklara doğumdan itibaren maruz bırakılması da bir tür coronavirüs değil midir?
Umarım ve dilerim Cumhurbaşkanlığı makamı, bu ülkenin yitirdiğimiz kurumlarının yeniden teşkilinin kaçınılmaz olduğunu idrak edecek uzmanlara sahiptir. Devlet Planlama Teşkilatı’nın (DPT) güzide uzmanlarının çağrılıp, ülkenin geleceğinin yeniden planlanması kaçınılmazdır. Tarımın, sanayinin ülkeye yeterli gücü sağlaması planlamadan geçer. Çin bugünkü noktaya, M. Kemal Atatürk’ün de uyguladığı, planlamalı karma ekonomi modeli ile gelmiştir. Eskilerin sözü ‘taşıma su ile değirmen dönmez’ yargısı değişmez doğrudur. Aynı tarihlerde kurduğumuz uçak sanayisinde Ruslar ‘tupaliev’ üretiyor, uzaya gidiyor. Biz ise elimizdeki birikimi yok edip, el atına binmeyi tercih ettik. El atına binen tez iner, inmezse de indirirler. Sonunda nitekim öyle oldu, hep birlikte sonuçlarını yaşamaktayız.
Kaçınılmaz olan işlerden biri en kısa zamanda etkin bir parlamenter yapıya geçmek olacaktır. Denge ve denetim kurumları yetki ve sorumluluk taşıyacak biçimde düzenlenmelidir. Yargı bağımsızlaştırılmalıdır. Anayasa Mahkemesi etkinliğini ve saygınlığını koruyacak bir hüviyete kavuşturulmalıdır. Türkiye birliğini, bütünlüğünü ancak etkin parlamenter düzen içinde koruyabilir. Bu hususa herkesin gereken ehemmiyeti vermesi, geleceğimiz açısından önemli bir husustur. Yönetim yapısının hem denge ve denetim araçlarını, hem de demokrasi aygıtlarını güçlendirmesi; hükûmetlere aldıkları yanlış kararları tashih ettirecek yasal manevra alanlarını açıp, koruması gelecek açısından kaçınılmaz, olmazsa olmaz bir kaçınılmazlık yasası olarak önümüzde durmaktadır.
Bildiklerimizin hepsi geride kalmalıdır. Toplumları doymazlığa, tamahkârlığa, tahakküm etmeye, çalmaya, soymaya, bencilliğe, hepsi benim ihtirasına sürükleyen virüslerin tamamını tasfiye etme; ‘eşref-i mahlûkat’ tan ‘insan-ı kâmil’ mertebesinde buluşmaya bu virüs çağırmaktadır. Tanrı, bunun için bize iki büyük bağışta bulunmuştur. Yaradılıştan insana bağışlananlardan biri akıl, diğerleri de idrak, tecessüs ve dikkattir. Bunlar insanda, ilim ve fen dediğimiz zihnî faaliyetleri ortaya çıkarır. Böylece toplumlar tekâmüle başlar, yetenek ve kapasitelerine göre de her biri yol alır. İkincisi,’Tanrı Buyruğu’ dediğimiz ve bize Peygamberimiz aracılığı ile tebliğ edilen kelâm. Bu da bizim kendimizi, birbirimizle ilişkilerimizi, başka toplumlarla nasıl bir arada yaşayacağımızı, erginleştirerek, belirleyen ‘iman’ ve ‘ahlâk’ kurallarından ibarettir.
İnsanın ve toplumların sahip olduğu iki kanat, yukarıda belirttiklerimdir. Bunlardan ikisi olmazsa, hiçbir insan ve toplum gerçeği öğrenemez. İnsanlar ve toplumlar birbirinden farklı yaratılmış ise, nedeni kendilerine bağışlananları idrak edecekleri ve buna göre davranacakları varsayımıdır. Önlerine de iki sonuç konmuştur: Cennet ve cehennem. Marx bu meseleye epey yaklaşmıştır ama insan ve toplumu psikolojik açıdan bir makine gibi kurgulaması, yolun sonunu yüzyıla varmadan getirmiştir. Kimileri şöyle diyebilir: Devreye Rus kültür üstünlüğü, içinde eritme modeli karıştırıldı ve Rus ağırlıklı yönetim yapısı bu köktenci devrimi ancak yetmiş dört yıl ayakta tutabildi.
Türkler, tarihlerinin kimi süreçlerinde her iki Tanrı bağışından kendi dönemlerine göre oldukça ileri düzeyde yararlanmışlardır. Ancak, oğullar babalara benzemediği ve çabukça başkalarının etkisine girdiği için ilerlemeye değil, baba mirası ile zamanda sürüklenmeye yüz tuttular. İslâmî dönemde Tanrı’nın her iki bağışını doğru anlayıp idrak eden ve bunlara göre yürüyen üç büyük müstesna insan tarihimizde vardır: Selçuklu hanedanı kurucusu Tuğrul Bey; Fatih Sultan Mehmet ve M. Kemal Atatürk. Bunlar gerçekten dönemlerinin olağanüstü Tanrı bağışları ile donatılmışlardır. “Tarihte büyük Türk devrimcileri ve devrimleri” başlıklı yazımda onlara değinmiştim. O yazının sonunda Paris ve Ekim devrimlerinden sonra dünyanın bir üçüncü devrim içine girdiğini belirtmiştim.
Corona, üçüncü ’inkılâb-ı kebir’in kapısını ‘şok ‘ edici biçimde açmıştır. Virüs dalgası bir ‘test’ gibi düşünülebilir. Kurallar ve tepkiler, ürkütücü sonuçlar ile denetim altına alınabilirdi ve öyle de yapıldı sanki. Elbette ben üçüncü ‘büyük devrim’den söz ederken virüsü düşünmemiştim. İçinden geçtiğimiz değişimleri göz önüne alarak öyle demiştim. Bu devrimin kuracağı düzenin ortakları ve yardakçıları, kimin beyaz yakalıları, kimin köleleri, kimin payına düşenin ne olacağı tam olarak belirgin bir hüviyet kazanmamış durumda.
Öyle anlaşılıyor ki üçüncü devrim sürecinde ‘Anglo-Sakson’ hüviyeti, başat rolünün yanına kimseyi yakın etmek istemiyor. Avrupa ise, kendisi ve ardılları ile baş başa kalmış durumda. Rusya, Çin, Hindistan <biraz oynak> ve İran bir yamaca kısılmış gibi duruyor. Ancak, tarihten biliyoruz ki ‘kuzenler’ zor durumda birbirine hep yardım etmiştir. Dünya dengesi için de ‘küçük kuzen’e her hâlükârda gereksinim vardır. Güney Kore ve Japonya ve güneyde Malezya, ‘Anglo-Sakson’ kimliği ardılları gibi hareket etmeye mahkûmdur. Denebilir ki devrim bunun neresindedir? Eski dünya düzeni de aşağı yukarı böyle yürümüyor muydu?
Doğrudur. Dünya üzerinde yapılar pek değişti denemez. Ancak düzeni sürdürecek, değiştirecek ve yeni değişimlere hazırlayacak araçlar, enstrümanlar dijital boyutlar kazanmıştır. Coğrafyalar, enerji alanları, pazarlar, üretici ve tüketici tipleri ve sanayi işçileri değişime uğramıştır. Düzeni hazırlayanlar, toplumlarını büyük ölçüde değişime hazırlamış durumdadır.
Bu değişimin dışında tutulacak, eritilecek veya seyreltilecek toplumlar ya kendi kendilerini tüketecektir ya da onları eritme süreçlerine hazırlayacak kâhyalar ve yamaklar yeryüzünde çoktan belirlenmiştir. Cehennemin taşları döşenirken söylenen muhteşem nutuklar, tehditler ve öğütler toplumların bulunduğu bağlamlara göre sürdürülmektedir. Dünya nüfus yapısı ve dağılımı barınma, giyim, gıda ve enerji tüketimi açısından insanlığa ve toplumlara önemli bir yük olmaya başlamış görünüyor. Acaba bu yeni devrimden ‘özgür yeryüzü insan toplulukları hapishanesi çağı’ mı doğacaktır? Cengiz Aymatov’ un ‘mankurt’ süreci, acaba bu kez Sovyet insanı yerine yeryüzünde mi gerçekleştirilecek? Yoksa bu devrim, geçmişsiz yeni bir dünya insanlığı, bir başka deyişle, devrime özgü tarihi başlatan yeni kuşaklar mı tasarlıyor? Galiba böyle bir dünya tasarlanıyor. Bir zamanlar George Orwell, ‘Hayvan Çiftliği’ni yazmıştı; insanları böyle bir sürece sürüklemek mümkün mü, derseniz, bu hevesler her zaman olmuştur ve olacaktır.
Coronavirüs, içinde büyük bir trajedi barındırıyor. Hepimiz, yeryüzü insanlığı, toplumlar tehdit altında. Hepimiz büyük ölçüde ölüm ile tehdit edilmekteyiz. Evlerde tutsağız, sokağa çıkma yasağındayız. Bu bir topyekûn dünya tutsaklık çağı. Bundan önce sahip olduklarımız bundan sonra asla aynı olmayacaktır. Yeni dönemin dünya tarihini, toplumların tarihini yazacaklar iki ana bölüm kuracak. Coronavirüs öncesi ve sonrası diye. Köktenci bir değişim. Ne coronavirüs öncesinde bir örneği var, ne de bir söylentisi.
Bu yüzden diyorum ki, Türk toplumu olarak tepeden tırnağa hepimiz aklını başına toplayan, yıktıklarını hızla yerine ikame eden bir kimliğe kendimizi dönüştürmeliyiz. Sınırlarımız dışından çocuklarımızı geri çekmeliyiz. Güç ve enerjimizi, hızla yeniden yapılanmaya ve etkin parlamenter sisteme dönmeye ayırmalıyız. Hızla sanayi, teknoloji ve tarım sahasında beş yıllık kalkınma planlarını hayata geçirmeliyiz. Bu dönemde yapılan hatalar, yanlışlar belki ‘coronavirüs’ ile bir kez daha bağışlanabilir; ama önümüzdeki fırsat kaçırılırsa, ne tarih affeder ne de Türk milleti, diye düşünüyorum. Tarihe adınız kalsın diyorsanız hatalardan, boş kibirden arınıp, dediklerime rücu etmekten başka çıkış yolu vermiyor bu virüs. Aksi halde, sonunda tarihin çöplüğüne gömülmek kaçınılmaz. Kanıt istiyorsanız zahmet edip, tarih mezarlığında kimler var, bakıp görünüz. O zaman yerinizi belirlemek kolaylaşır. Corona, uyanmak için devrimci değişim yapmanın iyi bir fırsatıdır.