Netflix, Loser Olmak ve Tüketimin Değişen Tarafları

Bütün bu olayların bu denli artması ve artık televizyonun yaşlı aygıtı olarak yer alması imajı giderek kuvvetleniyor. Son zamanların en popüler lafı, "Ben artık televizyon izlemiyorum." oldu.


Paylaşın:

Bir zamanlar Türkiye’de Netflix işlevi gören ve herkesin -bugünden bakınca- hayranlık ve özlemle andığı yılların kanalı olan e2 ve onun kardeşi sayabileceğimiz CNBC-e’nin estiği yıllarda bu kanalların izleyicisi olmak ayrıcalıktı. Ana akım medyada Aşk-ı Memnu, Kurtlar Vadisi Pusu, Aliye, Acı Hayat, Yaprak Dökümü, Arka Sokaklar gibi diziler vardı. Bunları izlemek sıradan sayılırken yabancı dizi izlemek farklı bir hava veriyordu. O zaman belli bir kitlenin vakıf olduğu Supernatural, Spartacus, Doctor House, Dexter, Breaking Bad gibi diziler, internetin artık her eve girmesiyle beraber sıradanlaştı ve tabiri caizse bu yapımları bilmeyenleri belli bir kitle tarafından dövecek hale geldi. Ben bugünden bakınca bu diziler bana tatlı bir nostalji gibi geliyor. Hatta o zamanlardan bu zamanlara devam eden post-apokaliptik dizi ve benim bir dönem için(2011-2015) merakla beklediğim dizi The Walking Dead’ın son sezonunun gelmesi buruk bir geçmiş hatırlaması yarattığı gibi her şeye rağmen ABD’nin kablolu kanalında direnmesi ve peşi sıra yan yapımlarla (Fear The Walking Dead) hikayesini çeşitlendirmesi takdire şayan. Tabiî ilk sezonlardaki estirip gürlediği izlenmeleri şu sıralar pek yok. The Walking Dead üzerinde bilerek bu kadar duruyorum çünkü dizi, medyadaki kırılma ve geçişin tam ortasındaki bir iş.

Bütün bu olayların bu denli artması ve artık televizyonun yaşlı aygıtı olarak yer alması imajı giderek kuvvetleniyor. Son zamanların en popüler lafı, “Ben artık televizyon izlemiyorum.” oldu.

Genç ve metropollü kitlenin giderek Türk televizyon dizilerini terk ettiği, ellerindeki telefonlarla ya da laptoplarını televizyona bağlayarak izledikleri dizilerin bir furya hâlini almasıyla olay başlıyor aslında.

Yıllar seçecek olursak 2014 yılı bu konuda bir milat mıdır? Bence tam da bu yıldan itibaren artık adını yukarıda zikrettiğim ve daha pek çok dizi evlerde, sokaklarda ve dillerdeydi.

Peşi sıra gelen dizileri bu kanallardan izlemeyenler bile korsan yollarla izlemeye başladılar. Ardından YouTube üzerinde bir patlama gerçekleşti ve bütün diziler bölümlerini YouTube’a yüklemeye başladı.

Bütün bunlar aslında izleme alışkanlıklarımızın nasıl yavaş yavaş değiştiğinin de tarihidir. Bugün Netflix’i bilmeyen çok az insan kaldı. Kadroya bak be diyerek Masum dizisini izledik sonra. Haluk Bilginer, Okan Yalabık, Ali Atay, Tülin Özen gibi isimler vardı. Bu oyuncuları ve elbette ki Berkun Oya ismini görünce, “Kadroya bak be!’’ dedik. Netflix’in yanında puhuTv bana kalırsa çok ciddi bir çıkış yakaladı. BluTv’ye göre farkı ücretsiz olmasıydı.  Başarılı bir oyuncu kadrosu ve kısa süreleriyle izlenilen Fi dizisinin ücretsiz olması bir kitleyi oraya doğru sevk etti. Bir sevk olma süreci, izleme zevkinin değişimi vardı. Çok keskin değildi. Artık Türk oyuncularının da daha sağlam diyaloglarla, daha az kurgu hatalarıyla ve en önemlisi gereksiz bakışmaların olmadığı bir süreçte Türk dizilerini izliyorduk.

Bir dönemler MSN, sonra Facebook, sonra Instagram ve Twitter varken artık hepsi var. Bu da bir kalabalık hali yaratıyor. Onun için Facebook değersizleşti, MSN ise unutuldu. Unutulanlardan biri de Yahoo.

Arada hâlâ bu e-posta adresiyle mailleşen kişileri görüyorum ve 2000’li yılların başı geliyor aklıma.

Belirttiğim gibi artış olunca değer kaybı da başladı.

Okan Bayülgen’in işaret etmek istediği noktayı tam da böyle okumak gerektiği kanaatindeyim. Kendisinin uzun yıllar farklı televizyon kanallarında kalması ve televizyonun ölmeyeceğinin en net işareti. Hoş ya, YouTube’da dolaşırken karşıma bir sayaç çıkıyor ve dizinin başlayacağını ifade ediyor. Ben de TV yerine oradan izliyorum. Bu noktada bana kalırsa bir griftleşme başlıyor. Gri bir alan ortaya çıkıyor. Çünkü medya sektörünün yöneticileri televizyon dizilerinin dizi yayınlandığı sırada ne kadat tweet atılmış, sosyal medyada gündem olup olmadığının peşinde. Bu da Total, AB ve ABC1 gibi kendi içinde bir takım kriterlere ayrılan reyting sektörünün eleştirisini arttırmaya sebebiyet veriyor.

Bundan 1-2 yıl önce Netflix izlemek havası varken bugün artık son derece sıradan bir durum ve kimse, ‘’Aa bak Netflix izliyor, vay be!’’ tepkisi verecek vaziyette değil. Neden verilsin ki? Metropollerde yaşıyor ve çevresindeki insanlarca gündem maddeleri arasında sayılan ve her ürettiği yapımı kolaylıkla tüketilen bir servis ne kadar kült kalabilir? Kült kalması olanaksız. Çünkü, her evde.  Her yerde olan ve toplumun önemli bir kısmının ‘’bayağı’’ kabul ettiği işlerde bu durum son derece normal. Nasıl Facebook bir dönem altın çağını yaşamış ve bugün giderek Z kuşağı üzerinde herhangi bir kifayeti kalmadıysa Z kuşağı sonrası gelecek olan kuşak için de Netflix pek bir anlam ifade eder mi? Bunu zaman gösterir. Öyle gözüküyor ki, akıllı telefonunu küçük bilgisayar mahiyetinde kullanan şehirli sınıf artık telefonunu konuşmaktan ziyade zibilyon tane olan ve her geçen gün de sınırlarını dehşetli bir şekilde arttıran bir imparatorluk gibi gelen uygulamalara gönderiyor. Alan yetmiyor ve yeni model telefonların ceplerini doldurmasa bile YouTube vasıtasıyla gözlerini dolduruyor. Bir dünya teknoloji kanalı hangi model telefonun alınması gerektiğini tek tek aktarıyor. Televizyon izlemeyerek havasını atmaya devam edenlerin kaçı acaba televizyon dizilerinden bihaber? Hepsi biliyor. Arada göz ucuyla izliyor. Hatta YouTube’daki o dehşetli küçük resimlerin cazibesine kapılıp saatlerini dizinin kanalında kaybediyor. Çaktırmadan da, izlenmesine de bakıyor. Ama, işte bir sözü var.  Daha önce dediği için sözünü de tutmalı.

Televizyon izlemiyor.

Çok havalı, yeni ve beğenmediğim tabirle, “Cool”…

Televizyonun bitmeyeceğini düşünen biri olarak zihnimizdeki yoğunluğun her geçen gün arttığını söyleyebilirim. YouTube üzerinden merakla beklediğimiz televizyon dizisinin bir önizlemesini izliyoruz. Sinema filmlerinin fragmanları YouTube trendlerine giriyor. Teknik olarak hem televizyon dizilerini, hem de internet dizilerini bırakmamız mümkün değil. İnternetin getirdiği özgürlük ve rahatlık hali çok seviliyor. Televizyonu da zorlaması ve rekabet yaratması bakımından ben durumu çok değerli buluyorum.

-Bu arada trendler ülkenin sosyolojik yapısını gösteren en net detaylardan biridir. Trendleri ayrı ayrı ele almak lazım.-

Bir de hazır sosyal medya kullanımından bahsetmişken 2013-2014 yıllarında Instagram’ın yeni yeni yaygınlaştığı zamanlarda dudağı bükük pozlar verenler bu pozları ne çabuk unuttu? Anlaşılan onun da modası geçti. Artık yeni moda, kısık gözler ve anlamsız sallanan kameradan verilen bir buhranlı kare.

Onun da modası ne zaman geçer mi? Geçer. Hep beraber izleyip göreceğiz.

Instagram sağ olsun kendini güncelleyen, hatta farklı uygulamalardaki ortaklığını arttırmasıyla sosyal medya arenasında hala sürdürüyor. Amiral gemi olarak hayatına devam ediyor. Hikaye, hikaye arkasına şarkı yükleme ve yeni gelen bağlantı paylaşma özelliği ile beraber şuan en çok kullanıcı sayısına sahip olmasa bile benim ve yaşıtlarımın favori uygulaması olduğu açık.

İnternet çağında tüketimin her ruhu sardığı, her bedende kendine yer bulduğu bu dönemde umarım insanlık ilişkileri de yerini tüketmek yerine “bâki kılmaya” ve varoluşunu tamamlamaya devam eder.

Aksi hâlde, ‘’Loser mısın bro?’’ lafzının nefesi ensenizde durabilir.

Yazar

Necdet Cura

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar