Yükleniyor...
“Dersim İsyanı” deyince pek çok kesim tarafından tüm bölge halkı topyekun devlete isyan etmiş gibi anlaşılır. Ya da böyle anlaşılması için özel bir gayret içinde olanlar vardır. Altını önemle çizelim. Dersim İsyanı halkın devlete karşı isyanı asla değildir. Halkın kanını emen, tam anlamıyla sömüren feodal düzenin temsilcisi bazı aşiretlerin, halkı insan gibi yaşatmayı amaç edinen, bu amaç için de otorite kurmak dışında seçeneği olmayan devlete karşı isyanıdır Dersim’de olan biten.
Bir diğer önemli nokta da isyan eden aşiretlerin devlete bağlılık gösteren aşiretlerin sayısının üçte birinden az olmasıdır. Harekât sırasında isyandan vazgeçen aşiretleri de hesaba katarsanız isyanı sürdürmeye çalışanlar bir azınlıktır.
Yani Dersim İsyanı Dersimlilerin değil bazı aşiret liderlerinin isyanıdır. Âdeta aşiret liderinin kulu, kölesi, malı olan Dersim halkının isyan etmek ya da devlete bağlı kalmak gibi bir tercih yapması, irade ortaya koyması zaten söz konusu olamaz. Aşiret lideri isyan etmeye karar verdiğinde aşiret üyelerinin de bunu uygulaması bir mecburiyettir. Liderleri tarafından kandırılarak isyan etmeye sürüklenen aşiret esiri insanlar, hak sahibi eşit vatandaş olmanın ne manaya geldiğini bilselerdi, iradelerini kullanma olanakları olsaydı inanın ki tavırları farklı olurdu. Çünkü genç Türkiye Cumhuriyeti’nin Dersim halkına geçimi için ihtiyacı olan toprağı bağışlama politikası ve din mezhep ayrımcılığından uzak laik yapısı, bu insanları bırakın isyan ettirmeyi, devletin kurucu değerlerine ve devimlere en bağlı topluluk yapardı. Feodal yapı kırıldıktan sonra yapmıştır da.
Dersim’de devlet otoritesi istemeyen, daha doğrusu işine gelmeyen, bölge halkını kendi malı gibi kullanmaya alışmış feodal yapı ve çıkardığı sorunlar Türkiye Cumhuriyeti’nden çok önceye, Osmanlı dönemine dayanır ama Türkiye döneminde uygulanan siyasi politikalarla ve askerî operasyonlarla mesele kökünden hallolmuştur.
Laik Türkiye Cumhuriyeti, farklı mezhep ve inançlara bağlı insanlar için en uygun düzendir. Ki operasyonların başarıya ulaşması sonrası feodal baskıdan kurtulan, eğitim, gelir ve bilinç seviyesi yükselen Tunceli halkı, Türk devriminin ve laikliğin en büyük destekçisi olmuş, kurucu devrimci parti CHP’ye yüzde 70’e varan rekor oy desteğiyle iradesini ortaya koymuştur. Sözde katliama uğrayan bir halkın sözde katliam yapan bir partiye bu derece oy vermesi mümkün değildir.
Dersim İsyanına katliam diyerek hiç bir temele dayanmadan ölü sayısı konusunda âdeta açık artırmaya girenlere dikkat ettiniz mi? Bunlar ya siyasal İslamcıdır, ya Marksist solcudur, ya sözde liberal aydındır ya da bölücü etnik milliyetçidir. Öncelikle altını çizmemiz gerekir ki saydığım bu kitlenin Dersim olayını nesnel ve tarafsız gözle değerlendirmesi mümkün değildir. Bu kitle sadece Türkiye’nin feodal sömürüye karşı yaptığı askeri operasyonlara değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin kendisine, kurucu ilkelerine varlığına karşıdır. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti laik ulus devlettir.
“Saltanatı, hilafeti kaldırıp laik ulus devlet olacağımıza Yunan olsaydık!” diyen siyasal İslamcılar, Osmanlıcılık maskesi altında dinci ümmet devleti isterlerken, din-tarım- hanedanlık devletinin küllerinden laik ulus devlet yaratan Türk devrimini bir şeye benzetemeyen, burjuva devrimi olarak gören Marksist solcular ise uluslararasıcı sosyalist sınıf devleti isterler. Türkiye onlar için hiç var olmaması gerekendir.
Türkiye’yi yerin dibine sokmanın batının yönlendirdiği uluslararası kamuoyunda oldukça olumlu karşılandığını fark ederek Türkiye karşıtlığı üzerinden itibar hatta ödüller kazanmayı âdet haline getiren sözde liberal aydınlarımızın ise hedefe giden yolda atmayacağı iftira yoktur. Türkiye umurlarında bile olmaz. Bölücü etnik milliyetçilerin Türkiye karşıtlığı ise söze gerek bırakmaz.
İddia ediyorum ki Türkiye saltanatıyla, hilafetiyle meşruti bir rejim olup operasyon halife fetvasıyla yapılsaydı, Dersim harekâtına katliam diyen siyasal İslamcılarımız, harekât çok daha sert bir şekilde yapılmış olsaydı bile Dersim’de dinsizlere karşı cihat edildiğini söylerler ve övünürlerdi. Ki Osmanlıcılık oynayan siyasal İslamcılarımızın, askerî operasyon yapmak zorunda kalan dönemin CHP’sini faşistlikle suçlarken, maliyesi ve ordusu için hayati önem taşıyan Dersim yöresindeki madenleri korumak için uzun yıllar boyunca sayısız askeri operasyon yapan Osmanlı’yı unutmaları tutarsızlığa örnektir.
Eğer Türkiye Marksizm temelli sosyalist bir ülke olsaydı, “Dersim’de on binlerce masum insan katledildi.” diyen Marksist solcularımız operasyonu “Devrim ordusu halk düşmanı feodalistleri ezdi geçti, var olun yoldaşlar!” diye anlatacaktı emin olun ki. Ama burjuva devriminin ürünü olarak gördükleri Türkiye Cumhuriyeti feodal sömürüyü tasfiye edince “Katil devlet!” diye ayağa kalkarlar ve yetmezmiş gibi Seyit Rıza gibi kan emici feodal despotları da devrimci olarak selamlarlar. Öyle ya, Marks devlet katildir buyurmuştur. Türkiye de bir devlet olduğuna göre kesin katildir. Koskoca Marks yanılacak değildir ya. Bazı solcularımızın mantığı budur.
Hâlbuki sadece Dersim’de değil Koçgiri’sinden Şeyh Said’ine, Ağrı isyanına kadar sosyalizmin o dönemdeki kalbi komünist enternasyonal topluluğu, yani gerçek Marksistler, emperyalizmin işbirlikçisi gerici feodalist hareketlere karşı devrimcilik adına Türkiye Cumhuriyeti’nin yaptığı operasyonlara tam destek verirken, Türkiye karşıtlığı ve Kürtçülük virüsleriyle mutasyona uğramış bizim yerli ve gayri millî Marksistlerimiz feodal aşiretlerin, kan emici şeyhlerin tarafındadırlar. Dersim’de emperyalizmin desteğini almaya çalışan Seyit Rıza’ya adeta Che Guevara muamelesi yapan Marksist solcularımız bilsin ki kendileri Marksizmin yüz karasıdırlar. Halkın emeğini sömüren, eşkıyalık faaliyetlerinde kullanan, işlediği suçlar için devletin önüne atan, kendi zevküsefa içinde yaşarken halka esir ve perişan bir hayat yaşatan halk düşmanından devrimci yaratmaya çalışanların vaziyeti gülünçtür.
Operasyonlarda ölenlerin sayısı üzerinden açık artırma yarışına giren ve devleti katliamla hatta soykırımla suçlayanlara gelmeden önce altını önemle çizerek ifade etmek isterim ki, tek bir insanın hatta hayvanlar ve bitkiler de dahil olmak üzere tüm canlıların yaşam hakkı kutsaldır. Ve devletin temel görevi yaşatmaktır. Bu yüzden feodal düzeni tamamen ortadan kaldırmaya kararlı Türkiye Cumhuriyeti devleti, Seyit Rıza’ya sayısız kez elçi yollamış, halkın ve özellikle kadınların ve çocukların kırılmaması için silahlı isyandan vazgeçirmeye çalışmıştır. Seyit Rıza ise bir yandan devleti oyalamaya çalışırken diğer yandan Fransa’nın Suriye üzerinden yolladığı ajanlarının vadettiği silahlara ve uluslararası alanda propaganda desteğine güvenerek isyan kararını çoktan almıştır. Atatürk’ün hastalığını, Türkiye’nin Hatay meselesini, dünyayı nereye sürükleyeceği belli olmayan ikinci dünya savaşının ayak seslerini fırsat olarak gören, Musul’da Türkiye’ye Şeyh Said isyanıyla geri adım attıran İngiltere’yi örnek alan ve benzerini Hatay meselesinde yapmak isteyen Fransa’nın olası desteğini hesap eden Seyit Rıza’ya göre gün bugündür.
Dersim katliamdır diyenlerin insanlık ve barış timsali ilan ettikleri Seyit Rıza, Dersim Harekatının başlamasına sebep olan karakol baskınıyla başlamamıştır cinayetlerine. Halkı ezmeyi, kendine itaat etmeyene zulmetmeyi, katletmeyi günlük hayatının parçası hâline getiren Seyit Rıza siyasi cinayetlerine isyana destek olmayan ve devletin yanında yer alan aşiretlere saldırarak başlamıştır. Türkiye devletine katil faşist deyip Seyit Rıza güzellemesi yapanların cinayetlerde bizzat rol alan karısı Besi’den hiç bahsetmemeleri de dikkat çeker. Pusuya düşürdüğü kişileri vurduktan sonra hançerle saldıran bu caninin kurbanlarından biri de Dersim’deki pek çok aşiretin özbeöz Türk olduğunu dile getiren Alevi dedesi Cafer’dir. Hem de köyünde dost meclisinde oturulurken aniden silahını çıkarıp vurarak öldürmüştür Cafer dedeyi Besi. Kim? Seyit Rıza’nın karısı Besi. Kimin emriyle? Dersim harekâtına katliam diyen malum kesimlerin, “Hep barış ve dostluk istiyordu.” dediği Seyit Rıza’nın emriyle.
Sözde barış isteyen Seyit Rıza ve seyit kılığında halkı gezen Fransız ajanları, dönüşü olmayan bu yolda cahil halkı da peşlerinden sürüklemek için devletin Alevilere katliam yapacağını, kadınların kızların geneleve satılacağını söylemiş, tek çarenin ölümüne direnmek olduğuna halkı inandırmaya çalışmışlardır. Engin dağlarıyla ve çılgın akan dereleriyle, içi su dolu hendeklerle çevrili bir kaleye benzeyen Dersim’e Kemal’in ordusunun giremeyeceğine halkı ikna eden Seyit Rıza ve adamları; kadınları, çocukları çatışmaların yaşanacağı dağlara, mağaralara bizzat taşımıştır. ”Seyit Rıza barış istiyordu ama devlet savaşta ısrar ederek halkın tepesine bomba yağdırdı.” diyenler bilmelidir ki, feodal sömürü düzenlerini devam ettirebilmek için kadınları, çocukları, yaşlıları bile bile ateşe atan Seyit Rıza ve isyancı aşiret liderleri, yaşandığı söylenen sivil kayıpların gerçek sorumlularıdır.
Birinci Dersim Harekâtında isyancıların kaybı 265’tir. Hani tarihin ilk kadın savaş pilotu Sabiha Gökçen’in sivil yerleşim yerlerine bombalar yağdırarak onbinlerce sivili katlettiği söylenen harekattaki ölüm sayısıdır 265. Türk ordusunun dağlara erişemeyeceğine inandırılan isyancı aşiret üyeleri dağlardaki mağaralara sığınmıştır ve çatışmalar köylerde değil arazide yaşanmıştır. Bombardıman da sivil yerleşim yerlerine değil, pusuya düşüp sıkışmış askerimize yardım etmek için dağlardaki mevzilerinden ateş yağdıran Seyit Rıza’nın silahlı marabalarına yapılmıştır. 2020’lerin silah teknolojisiyle bile mağaraya saklanan bir insan topluluğunu, hava bombardımanıyla etkisiz hâle getirmek çok zorken Sabiha Gökçen’in 1930’ların teknolojisine sahip uçağıyla mağaraların içinde gizlenmiş sivil insanlara zarar vermesi mümkün değildir.
Sivil yerleşim alanlarına yapılmış tarihteki en büyük hava saldırısı olan 1945 Dresden bombardımanında çoğu sadece bombardıman için tasarlanmış, dönemin en üstün teknolojisine sahip 2000 savaş uçağının Dresden’e on binlerce ton bomba yağdırmasıyla sivil kayıplar yaklaşık 100 bini bulmuşken içlerinde Sabiha Gökçen’in uçağının da bulunduğu kısıtlı sayıda ve mütevazi ateş gücüne sahip hava gücümüzün mağaraların içindeki on binlerce sivili öldürdüğünü iddia etmek gülünçtür. Sabiha Gökçen’in de öldürdüğü tek bir sivil yoktur, olması da mümkün değildir, çünkü siviller o esnada bombardımandan etkilenmesi söz konusu olmayan mağaradadırlar. İkinci Dersim Harekâtına ise yurtdışında bir gösteri uçuşunda yer aldığı için katılmamıştır Sabiha Gökçen’imiz.
Seyit Rıza’nın yakalanıp cezalandırılmasına rağmen devlete isyan etmeye devam eden, bölge insanlarını da peşlerinden sürüklemekte ısrar eden feodal yapılara yönelik gerçekleştirilen İkinci Dersim harekâtında isyancıların kaybı net olmamakla birlikte 2500’ün altındadır. Net olan bir şey vardır ki Dersim’in 1935 resmi sayımına göre 101099, 1940 sayımına göre 94.636 olan nüfusunu göz önüne almadan harekâtların neticesinde isyancılardan hayatını kaybedenlerin sayısında kapıyı 40 binden açan, hızını alamayıp 60 bine 70 bine hatta 110 bine kadar çıkanların yalan söylediğidir.
3000’e yakın insanımızın ölmesi de çok üzücüdür, ama bunun sorumlusu isyana katılan aşiret reisleriyle beraber sonuna kadar savaş andı içen, kadının çocuğun kırılmaması için tek yolun devletin koşullarını kabul etmek olduğu yolunda uyarıları dikkate almayan Seyit Rıza gibi feodal despotlardır. Pek çok isyancı da devletin yanında yer alan, askerimize harekât esnasında yardımcı olan aşiretlerin yardımıyla etkisiz hâle getirilmiştir.
Dersim harekâtına katliam diyenler bilmeli ki İkinci Dersim Harekâtının tüm safhaları yabancı askerî ateşelerin ve gazetecilerin gözü önünde gerçekleştirilmiştir. Katliam yapmaya niyetli bir devlet askerinden politikacısına gazetecisine çok sayıda yabancıyı gözlemci olarak çağırır mı? Var mı böyle bir şey?
Eli silahlı, aşiret reislerinin kulu cahil marabaların ellerine geçirdikleri savaş esiri askerlerimizin naaşlarını parçalamaları, kazıklara çakmaları haklı olarak askerimizde büyük bir kin, nefret ve intikam duygusu uyandırmıştır. Sözde insanlık barış timsali devrimci Seyit Rıza’nın karısı Besi ise düşen uçaktan atlayan pilotumuza hançerle saldırıp gözlerini oymuştur. Subaylarımızın fevri hareketlerden kaçınma talimatı hâliyle her zaman uygulanmamıştır. Savaş işte bu yüzden kötüdür. Şiddet şiddeti, nefret nefreti körükler. Savaş en son çaredir. Gerekmediği hâlde savaşmak cinayettir. Feodal yapıyı tasfiye edip halka eğitim, sağlık, hukuk ve güvenlik hizmeti götürerek eşit vatandaş yapmakta kararlı olan genç devrimci Türkiye Cumhuriyeti işte bu yüzden Seyit Rıza ve isyancı aşiret reislerini defalarca uyarmıştır. Meselenin Şeyh Said isyanı gibi büyümesini istemeyen dönemin askeri ve sivil yöneticileri, bazı aşiretlerin ayak diremesi yüzünden son çareye baş vurmak zorunda kalmışlardır. Büyük çoğunluğunun özbeöz Türk olduklarına inandıkları Dersim halkını katletmek için değil feodal zulümden kurtarmak için gerçekleştirmişlerdir bu harekatları.
Bir de ısrarla ve ısrarla Dersim harekatları sırasında kimyasal silah kullanıldığını yani isyancıların üzerine zehirli gazla saldırıldığını iddia edenler var. “Dersim harekatlarında gaz kullanılmış. İşte belgeler.” diye ortaya çıkanların belge diye ne gösterdiklerine bakıyorum. Türkiye’nin Almanya’dan ve İngiltere’den kimyasal silah olarak gaz ve eğitici personel talebi var. Talebin olması Dersim’de bu gazların kullanıldığı manasına gelir mi? Yahu sinek ilacı mıdır ki bu meret, bakkaldan aldığın gibi fıs fıs sıkasın?
Nazi Almanya’sından talep edilen de Yahudi soykırımında kullanılan Zyklon B değil göz yaşartıcı ve hardal gazıdır. Tabi Nazi Almanya’sına talep gidince hemen Dersim harekâtını Yahudi soykırımıyla aynı sınıfa sokup Türkiye’yi mahkum etmek istiyor bazı kurnazlar. Ama gazın alındığına, ordu personelinin eğitilip gazın TSK envanterine girdiğine dair bir kanıt yok! Dersim’de kullanıldığına dair kanıtları zaten yok. Ki yabancıların gözetiminde gerçekleştirilen ikinci Dersim Harekâtında, Birinci Dünya Savaşı’nda yol açtığı trajedi sebebiyle tüm dünyaca nefretle karşılanan kimyasal gazın kullanılması ve ateşesinden, gazetecisine yabancıların bunu dile getirmemesi mümkün müdür?
İkinci Dünya Savaşı arifesinde ortalığın karışacağını bilen tüm devletler savunma ve caydırıcılık amacıyla kimyasal silahlara sahip olmak istemiştir. O tarihte zehirli gaz, dönemin adeta nükleer silahıdır. Türkiye de bu silahlara sahip olarak millî savunmasını güçlendirmek istemiştir. Ama bu istek gazın ve uçaklara yerleştirilecek ekipmanların alındığı, gerekli eğitimlerin de tamamlanıp Dersim’de kullanıldığı manasına gelmiyor. Dersim meselesinde kendince algı yaratmak ve gerçekleri çarpıtmak isteyenlerin tarihi olayları dönemin koşullarını gözeterek hakkıyla değerlendirmek ve adil bir yargıya varmak gibi niyetleri asla yok!
Kimyasal silah demişken, bu iddialar tanıdık geldi değil mi? Yakın zamanda da ilkelerine ters kişilerin işgaline uğrayan günümüz CHP’sinden bir şahıs dillendirmişti aynı iddiayı. Tek fark geçmiş dönemin isyancı aşiretlerinin yerini PKK’nın almasıdır. Bu şahsa değil de bu şahsı CHP’ye sokanlara kızmak lazım. Atatürk’ün canını hiç düşünmeden emanet ettiği Türk Tabiplerinin ise ”Mehmetçiğin kimyasal silahla işi olmaz!” diyebilecek , terör örgütlerinin bu tip iftiralarını ciddiye almayacak bir temsilci seçememeleri üzücüdür doğrusu. Yıllar geçse de devletimize karşıt yıkıcı unsurların propaganda taktikleri değişmiyor görüldüğü gibi.
Hint fakiri gibi mahsun mahsun bakan Seyit Rıza’nın resmini gösterip “Barış istiyordu ama devlet kabul etmedi, savaş açtı.” diyenlere de Seyit Rıza’nın barış koşullarını saymak istiyorum.
“Karakol yapılmasın, köprü, yol, okul, hastane, kamu binası yapılmasın, vergi işi de sonra konuşulsun.”
Tanrı aşkına bu koşulları hangi devlet kabul eder? Eşit vatandaş olmaya hakkı yok mu Dersim halkının? En önemlisi de Dersim halkı için iyi olan, aşiret reisinin malı olarak yaşamak mı? Yoksa hak sahibi özgür onurlu bir insan olarak mı? Bunu neden sorgulamaz devleti suçlayanlar?
İsyancı aşiret liderlerine sonuna kadar savaş için and içtirip karakola saldıran ve 33 askerimizi şehit eden Seyit Rıza’nın mahkeme ifadesine, kaypaklığına bir bakın.
-Adın ne?
-Babam Abbasi İbrahim. Anam Hatice. Adım Rıza. Yeni adım Bay Rıza.
-Kaç yaşındasın?
Seksen yaşını aşkınım. Çocuklarımı sorma.
-Neden ayaklandın?
-Biz böyle yerler görmedik. Haşa, ben ayaklanmadım! Sin karakolunu bastıklarında adam gönderdim. Kimseyi görmemişler. Munzur Suyu toplantılarına ayaklanışın önüne geçmek üzere gittim. Kavuşamadığımız yerlere el uzatmayın. Hükümet ağır bir taştır, bu taşı yerinden oynatamayız, vazgeçin dedim. Bu felaketi başıma getirenler oğlumun katillerinden oluşan Kırgan Aşireti ile bir takım kişilerdir.
-Neden teslim olmadın?
-İşin başında teslim olmamı Besi önlemişti. Ancak Besi’yi dinlemeyip teslim olacaktım. Dedim ki Hükümet şimdi kızgın bir demirdir. Dinginleşsin, sonra teslim oluruz.
Yaşını bile doğru söylemeyen, isyan kararı aldırdığı Munzur toplantısında neler olduğunu anlatan şahitlerle yalanları ortaya çıkan Seyit Rıza’dan devrimci efsane yaratmaya çalışanlar bir daha düşünmeli.
Bir de “Efendim devletin Dersim’e giremediği doğru değil, bak şurada okul var, bak nüfus sayımı yapılmış.” diyenler var. Yahu aşiret reisinin egemenliği devam ettikten sonra okul yapmanın manası var mı? Ailelerin aşiret reisinden izin almadan çocuklarını okula göndermesi mümkün mü? Feodal yapı tasfiye edilmeden fikri hür vicdanı hür irfanı hür nesillerin yetişip onurlu özgür vatandaş olmaları mümkün mü? Ve bu feodal yapının zararı sadece Dersim halkına değildi elbet. Eşkıyalığı geçim kaynağı, meslek hâline getiren aşiretler Dersim çevresindeki halkın da can mal güvenliği için tehditti. İşin kötüsü lideri için eşkıyalık yapan aşiret üyeleri sefil yaşamdan yine kurtulamazken gelir ve yaşam kalitesini yükselten yine ağalar beylerdi.
Günümüzde “Dersim” adı orta çağ yadigarı feodal düzeni, “Tunceli” ise Türk devriminin kahredici gücünü kullanarak feodal rezilliğe son vermesini temsil eder.