18.05.2024

“La Turquie En Europe” kitabını kim yazdı?

"Bizi Türk sayarak dışlıyorsanız bilin ki bizim Türk denecek bir şeyimiz yoktur, uygarlık adına neyimiz varsa hepsini Yunanlılardan aldık. Bizim kültürümüz Yunan kültürüdür. Oğlumun adı olan Efe bile Yunancadır; bu nedenle Avrupa Birliğine girmemiz için kültürel engel yoktur..."


Turgut Özal’ın; Fransızcası Mart 1988’de La Turquie en Europe, İngilizcesi 1991’de Turkey in Europe and Europe in Turkey”,   Türkçe olarak 2010’da “Tarih ve Miras adıyla yayımlanan kitabı ile ilgili olarak, ozelburogrubu.com yakın bir zamanda paylaşımda bulunmuştur. Önce bu paylaşımı özetlemek daha sonra katkıda bulunmak istiyorum. Çünkü bu konuda, birbirinden çok farklı görüşler bulunmaktadır. “Özelbüronun sitesinde yer alan açıklamaların bazı eksikliklerini güncelleştirmekte yarar vardır.

 

Naci Kaptan, güncellenmiş paylaşımında, Özal hakkında olumsuz bir tablo çizmektedir.  Özal’ın katkısıyla alınan 24 Ocak 1980 Kararları olmasaydı Türkiye; dış dünyaya, ekonomik olarak kapalı ve tecrit edilmiş bir ülke olmaya mahkûm olurdu.  Naci Kaptan,  Özal hakkında görüşlerini paylaşan eifielus@gmail.com e-posta adresli arkadaşının mektubunu da paylaşmış: “Kitap gerçekten var. Sipariş edilmiş. Yalan, iftira değil. Ancak, kitabı bizzat Turgut Özal yazmamış. İletmek istediği mesajı sipariş etmiş. Peki, Turgut Özal böylesi bir kitabı yazdırabilir mi? Karakteri, duruşu buna elverişli midir? Elbette, kesinlikle, vallahi de, tallahi de.”

Turgut Özal’ın bilgisi ve oluru ile La Turquie en Europe adıyla yayınlanan kitap, Türk’ü, dünyaya yanlış anlatan Avrupa’ya karşı bir isyan niteliğindedir. Basında, emekli büyükelçi rahmetli Gündüz Aktan’ın ifadesi olarak yer alan “1989’da Turgut Özal’ın adına Turkey in Europe kitabını yazdı.”   açıklaması doğru değildir.

Anadolu’da kurulan ilk medeniyetlerden bu tarafa, Avrupa’nın mayası olarak kabul edilen kültürün izinin sürüldüğü kitapta; Truva savaşından kavimler göçüne, Haçlı seferlerinden İstanbul’un Türkler tarafından fethine, Rönesans’tan Fransız İhtilali’ne kadar dünya tarihinin kritik dönemleri analiz edilmektedir. Hıristiyanlığın Anadolu’ya girişi, Türklerin Anadolu’yu fethi, Türk-İslam Rönesans’ının Avrupa kültürüne etkileri, Atatürk’ün devam ettirdiği reform süreci ele alınmaktadır. Özal, Avrupalılara şöyle sesleniyor: “Tarihi gerçekleri göz ardı edemezsiniz. Batı, bugünkü kültürünü, Anadolu’ya, Türk ve Yunan düşünürlere, Müslüman bilim adamlarına ve komutanlara borçludur.”

Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinde Özal, Fransız kamuoyuna, Türkiye’nin Avrupa kültürü ile ortak noktalarını anlatmak istemiştir. Aradan geçen yıllara rağmen Fransa aynı Fransa’dır. Değişen bir şey yok. Beş yıl (1985-1990) Paris’te görev yaptım. Fransız politikacılarının hiçbirinin Türkiye’ye ve Türkiye’nin AB üyeliğine sıcak bakmadıklarına tanık oldum. Üstelik Fransa, eğer her şey yolunda gider ve üyelik gündeme gelirse bunu referanduma götürecek olan tek AB üyesi ülkedir.

Bu konudaki önemli tespitler şöyledir: “İslamiyet doğuşunda ve sonraki gelişme safhalarında ve olgunluk çağında, öteki tek tanrılı iki dinin etkisi altında kalmıştır. (sayfa 96) İslamiyet her hâlükârda teoloji ve filozofi açılarından bakıldığında, Musevilik ve Hıristiyanlıkla birlikte Yunan felsefesini paylaşmaktadır. (sayfa 105) Bizans’ın düşmesi, Türklerden çok Papalık ve Hıristiyan Batı tarafından oluşturulmuştur. (sayfa 89) Fatih Sultan Mehmet’in, İstanbul’u fethinden sonraki ünlü Kanunnamesi, Orta Asya ve Abbasîlerin kanunlarının izlerini taşımakla birlikte asıl ilham kaynağını Bizans örneğinden almıştır. (sayfa 112) İstanbul’un fethinden sonra Saray’daki seramoniler, seçkinlerin adetleri, kadınların peçelerine kadar, çok şey Bizans’tan miras alınmıştır. (sayfa 113) Osmanlılar çeşitli alanlarda Bizans’ın tesirinde kalmıştır. Osmanlı’nın ‘Hilat’ı ile Bizanslıların ‘Olavus’u aynı şeydir. Latin ve Yunan kökenli bilim terimlerinin Osmanlı dili tarafından benimsenmesi bunun ayrı bir delilidir. (sayfa 119) Musikiye gelince; Osmanlılar yeni modlarla zenginleşmiş, İran-Arap gelenekleriyle klasik Yunan ve Bizans müziğini maharetle birleştirmişlerdir. (sayfa 123)” .

Mart 1988’de yayınlanan kitapta, Özal’ın çok önemli bir tespiti vardır:   “Bizi Türk sayarak dışlıyorsanız bilin ki bizim Türk denecek bir şeyimiz yoktur, uygarlık adına neyimiz varsa hepsini Yunanlılardan aldık. Bizim kültürümüz Yunan kültürüdür. Oğlumun adı olan Efe bile Yunancadır; bu nedenle Avrupa Birliğine girmemiz için kültürel engel yoktur. Biz, tepemizde Türk olmayan yöneticiler bulunmasını yadırgayan bir toplum değiliz. Avrupa Birliğine alınmamıza bu açıdan da herhangi bir engel yoktur!”  

Askeri yönetim,  12 Eylül sonrasında, sivil döneme geçildiğinde Avrupa Birliğine üyelik müracaatı yapılması konusunda karar almıştır.

Bu dönemde, Turgut Özal Başbakan Yardımcısı iken, 1982 yılında DPT’de o zamanki ismiyle  “AET Dairesi” kurulmuş, daha sonra bu Daire “Genel Müdürlük” olmuştur.  Bu süreçte, 1975 yılında kabul edilen doktora tezim,  Türkiye AET ilişkileri üzerinedir. Bunu bilen SBF’den arkadaşım rahmetli Hasan Celal Güzel’in tavsiyesi ile bu Daireyi kurmakla görevlendirildim. Bu süreçte Sayın Pulat Tacar, yeni görev yeri olan, AB Nezdinde Daimi Temsilciliğine büyükelçi olarak atanmıştır. Brüksel’e gitmeden önce DPT’de beni ziyarete gelmiş ve karşılıklı ilişkiler konusunda görüş alışverişinde bulunmuştur. Sayın Tacar’ın Büyükelçilik görevine başladığı o dönemde, DPT’nin yurt dışı teşkilatı kurulmuş, Washington, Paris, Brüksel ve Viyana’da DPT Temsilcilikleri oluşturulmuştur.

Brüksel dışındaki temsilcilikler, “DPT Müşaviri”  kadrosuyla,   Brüksel’de ise “Daimi Temsilci Yardımcısı” olarak belirlenmiştir. DPT Müsteşarı Yusuf Özal, beni Brüksel’e göndermek istemiş fakat eşim, Dr. Sena Dirimtekin Karluk, Ankara’da ihtisasa başlayacağı için teklifi kabul etmeyince, Brüksel’e sevgili arkadaşım İlhan Kesici tayin edilmiştir. Beraber göreve başladığımız 1985 yılında, Büyükelçi Pulat Tacar ile İlhan Kesici arasında görev taksimi konusunda sıkıntı çıkmış; İlhan Kesici bir yıl sonra Ankara’ya dönmeye karar vermiş ve DPT’daki görevine başlamıştır.

Teklif bana Cuma günü yapılmıştı ama ben başlangıçta teklife olumlu yaklaşmadım. Paris o dönemde Ermeni terör örgütü ASALA’nın çok etkin olduğu bir kentti. Paris’te, ASALA  tarafından 24 Ekim 1975 tarihinde Büyükelçi İsmail Erez ile makam şoförü Talip Yener,   22 Aralık 1979′da Turizm Müşaviri Yılmaz Çolpan şehit edilmişti.

O hafta sonu, Eskişehir’e gidip rahmetli kayınpederim Eskişehir İTİA’nin eski Başkanı Prof. Dr. Halil Dirimekin ile görüşünce fikrim değişti. Pazartesi günü, Yusuf Özal’a yurt dışına gidebileceğimi açıkladım. Bu süreçte Brüksel’e tayin için İlhan Kesici’nin oluru çıktığından, Paris’e, OECD Daimi Temsilciliğine DPT Müşaviri olarak atandım. Bu süreçte tarafımdan kurulan “AET Dairesi”  “Genel Müdürlük” olmuştu. Son Genel Müdür, TBMM Plan Bütçe Komisyonu Başkanı Cevdet Yılmaz’dır.

Bu süreçte, Avrupa Birliği nezdinde Türkiye’yi başarıyla temsil eden Pulat Tacar’ın anılarını dile getirdiği “nehir söyleşi” kitabı olan “Yaşam Bir Rüyadır”  İş Bankası yayınlarından çıkmıştır.  Tacar, yaşamından süzdüklerini William Stafford’ın şu dizeleri eşliğinde okuruyla paylaşmıştır:

“Nehrin donduğu bir zamanda,

Sor bana yaptığım yanlışları;

Sor bana; Yaşamım mı, bütün yaptıklarım?

Nehir ne diyorsa Ben de onu söylüyorum.”  

Söyleşiyi gerçekleştiren Dr. Esra LaGro, Büyükelçi Pulat’ın özel notlarını kitaba dâhil etmiştir.  Özal’ın,   Kanada’dan davet edip danışman yaptığı Yunanlı tarihçi Dimitri Kitsikis (Kiçikis), kendisi hakkında şu açıklamada bulunmuştur: “Özal bana ‘Sprituel Father’ derdi. (Manevi baba). Kürtlere Federasyon verme fikrini benden aldı. Üzerinde çalışıyordu ama ömrü yetmedi”.

Turgut Özal, aksini düşünenler olsa da AB’ye üye olma konusunda samimidir. AB üyelik sürecinde, eski bakan Korkut Özal, Turgut Özal’ın Türkiye’nin isminin değiştirilebileceği ifadesini kullandığını açıklamıştı: “Rahmetli ağabeyim Türkiye’nin isminin değiştirilebileceğini, Anadolu yapılabileceğini söylemişti” (Ali Kırca Show TV söyleşisi-16 Kasım 2008)  Bu tamamen, AB’ye verilmiş bir taviz olarak, kâğıt üzerinde kalmıştır. Zaten gerçekleşmesi de mümkün değildi. Özal, Ağustos 1984’te PKK, Eruh ve Şemdinli’yi bastığında başbakandı. “Üç beş çapulcu” demiş ve tatile çıkmış,  saldırıyı önemsememişti. Özal hakkında önemli görüşlerini paylaşan eifielus@gmail.com e-posta adresli kişinin mektubunu özellikle paylaşmak istedim.
“Bir görüşe göre Özal, o dönemde borç istediğimiz küresel oligarkların, kasada oturmasını istediği kişidir. Küresel oligarklar büyük hacimli borç verecekleri zaman hep aynı şeyi yapıyorlar. Bizi aldığımız borcun takvimini iç siyaset nedeniyle aksatacağımızı, çarçur edeceğimizi biliyorlar. Bu nedenle kasada her zaman tam yetkiyle kendi seçtikleri adamın olmasını istiyorlar. Her zaman olduğu gibi borç verenlerin vergi, imtiyaz, para politikalarına ilişkin gayri milli talepleri olmuştur. Türkiye’nin o yıllardan bu yana gelişen ekonomi, siyaset serüveni hep aynı tekrarlar ile ilerlemiştir.” (Naci Kaptan –  29.12.2022)

Naci Kaptan,  Azmi Güran’ın önemli bir tespitine de değinmektedir: “Ben Atatürk devrini yasamış kimseyim. 1950’de yüksek tahsil için Avrupa’ya gittiğimden beri, Türkiye’ye ahbapları ziyaret etmek, memleketin muhtelif yerlerini görmek, gezmek haricinde, Amerika’da yaşadım ve şimdi ise Avrupa’da yaşıyorum. 10 Kasım bizim için matem günüydü, senenin tek bir gününde radyo klasik müzik çalar, eğlence yerleri kapalı kalırdı. Her sene 10 Kasım’da asla hüzünlü gün geçirmezdik, fakat milletimiz için bize vatan yaratan bir adama hürmetimizi bu yolda gösterirdik. Turgut Özal, ‘Her sene Atatürk’ü hüzünle değil, güler yüzle karşılayalım.’ diyerek bu adeti kaldırdı.” (Azmi Güran, December 29, 2022 at 5:49 pm.) (Naci Kaptan)

Avrupa Birliği nezdinde Türkiye’yi temsil eden Büyükelçi Pulat Tacar’ın anılarını dile getirdiği “nehir söyleşi” kitabı olan “Yaşam Bir Rüyadır”ı yayınlayan, Yakın Plan Yayınları’nın yönetmeni Selman Kayabaşı’nın açıklamaları kısmen doğrudur.

“Önsözü, arka kapağı iyice inceledim, Özal dışında herhangi birinden ya da ne bileyim Özal’ın kurmuş olabileceği bir araştırma ekibinden söz etmiyordu… Öğrenmek için kitabı basan Yakın Plan Yayınları’nın yönetmeni Selman Kayabaşı’yı aradım.
Kayabaşı, büyük bir açık yüreklilikle kitabı nasıl keşfettiğini ve basılma sürecini anlattı: ‘Boğaziçi’nde tezimi yazarken Turgut Özal imzalı, Fransızcası ve İngilizcesi olan ama Türkiye’de hiç basılmamış bir kitapla karşılaştım. Araştırmalarım sonucu Özal’ın bu kitabı 1989’da yazdığını ve aralarında Margaret Thatcher’ın da bulunduğu Avrupalı siyasetçilere hediye ettiğini öğrendim.

Altı ay kadar önce Ahmet Özal’ı aradım ve kitabı Türkçe’ye tercüme ettirip basmak istediğimi söyledim, çok hoşuna gitti, çok yardımcı oldu. Semra Hanımefendi’ye telif ücretini ödeyip sürece başladık. Peki Selman Bey, bir akademisyen olarak baktığınızda kitabın dilinin ve analizlerinin Turgut Özal gibi bir siyasetçinin kalemine göre fazla mesafeli ve akademik kaçtığını siz de düşünmediniz mi? ‘Düşünmez olur muyum.’ dedi Selman Bey, ‘Sizin gibi ben de bunu sorguladım birkaç kez ama kitabın Fransızca baskısında yazar olarak Özal’ın adı geçtiği için kitabı öyle bastım… Ama Semra Hanım’a bu konuyu sordum bir defasında…’…Bir diğer tez, Başbakan Erdoğan’ın danışmanlarından Savaş Barçın’dan: Özal, 1989’da Avrupalı parlamenterlere Türkiye’nin AB’ye girmesinin ne kadar faydalı olacağını anlatmak için böyle bir kitap hazırlamaya karar veriyor. Amaç, ‘Hey Avrupa biz ortak bir kaderi paylaşıyoruz’ diyebilmek. Bunun için de Devlet Planlama Teşkilatı’nda bir araştırma grubu oluşturuyor, söz konusu grubun başında da tarihçi bir akademisyen var. Fakat Barçın, bu tarihçinin adını hatırlamıyor. Israrlarım üzerine Selman Bey, gizli kahraman tarihçinin ismini öğrenmek için bir kez daha Semra Hanım’la irtibata geçti fakat nafile… Hatta işler iyice karıştı, çünkü Semra Hanım bu kez de Özal’a yardımcı olan kişinin bir tarihçi değil, hariciyeci olduğunu, şimdilik ismini açıklamak istemediğini söyledi. Aile isim vermekten kaçınıyor, yayıncı sorularına cevap bulamıyor… Bu arada 2007’de Fehmi Koru’nun MHP’ye aday olan rahmetli Gündüz Aktan’ın, Türkiye tarihiyle ilgili fikirlerini eleştirmek için bu kitabı referans gösterdiğini, Aktan’a ‘Sen o kitapta böyle böyle yazmıştın’ dediğine de şahit olmuştuk. Yani Özal ailesi ve yayıncı tarafından olay bir sır, bir muamma gibi takdim edilse de ‘Özal’ın yazdığı tek kitabın’ Gündüz Aktan tarafından yazıldığı kabul edilmiş olduğu, üstünden tartışmalar yürütülen bir gerçek…”

Şimdi, yukarıda yer alan açıklamadaki eksik ya da yanlış olanlar nelerdir, açıklayayım: “Özal’ın bu kitabı 1989’da yazdığı…” Orijinal kitap 1988’de basılmıştır, 1989 da değil. “Bunun için de Devlet Planlama Teşkilatı’nda bir araştırma grubu oluşturuyor, söz konusu grubun başında da tarihçi bir akademisyen var.”  Bu tespit de doğru değildir.

DPT’de böyle bir yapılanma, 1982 yılında “AET Dairesi” adı altında oluşturulmuştur. Daire, tarafımdan, Turgut Özal Başbakan Yardımcısı, Bülent Ulusu Başbakan iken oluşturulmuş ve o dönemde DPT’nın binasında yer olmadığı için bugünkü TOBB’in arkasında kiralık bir ofiste çalışmaya başlamıştır.  Daire,   SBF’den arkadaşım Mustafa Dönmez ve üç “uzman yardımcısı”ndan oluşmuştur. Daha sonra DPT binasının 8 katına taşınmış,  uzman sayısı da artmıştır. Bunlar arasından genel müdür, temsilci yardımcısı olanlar da vardır.

“Özal’ın yazdığı tek kitabın, Gündüz Aktan tarafından yazıldığı kabul edilmiş, üstünden tartışmalar yürütülen bir gerçek…” ifadesi de doğru değildir. Rahmetli Gündüz Aktan ile beraber görev yaptım. DPT Müsteşarı ve koordinasyondan sorumlu idi ama yoğun iş yükü sebebiyle koordinasyon toplantıları, diğer kurum temsilcileri ile birlikte DPT’de, benim koordinasyonumda yapılırdı. Çünkü Müsteşar Yıldırım Bey, koordinasyon yetkisini bana devretmişti.

Paris’te görev yaptığım, 1985-1990 döneminde rahmetli Dr. Yusuf Bozkurt Özal, sık sık OECD toplantılarına katılmak için Paris’e gelir, bazen bizi evimizde ziyaret ederdi. Bu dönemde, OECD tarihinde ilk defa, Başbakan Turgut Özal OECD Bakanlar toplantısına başkanlık yapmıştır. Türkiye’ye sıra gelmesine rağmen o dönemde sanayileşmiş ülkelerin üye olduğu kurumda dışlanmış bir durumda idi. Bu dışlanmışlık Özal ile ortadan kalkmıştır.

1988 yılında, delegasyonda, OECD Büyükelçimiz Tansuğ Bleda’nın bilgisi dâhilinde böyle bir kitap yazma girişiminin yapıldığı dedikodusu konuşulmuştur. Çünkü Büyükelçi Bleda ile Yusuf Bey’in arası çok iyi idi.  Yusuf Bey, Paris’e geldiğinde bana bir OECD çalışanını sordu. O kişi, ben Paris’te görevli iken DPT Müsteşarı ve DİE (TÜİK) Başkanı oldu. OECD Daimi Temsilciliğinde görevli genç bir diplomat ise kamuda ve dışişlerinde üst görevler üstlendi. Halen ABD’de önemli bir görevdedir. Sayın Bleda, bu genç dışişleri mensubunu çok takdir ederdi; Yusuf Özal’a düşüncelerini aktarmış olabilir.

Turgut Özal’ın Fransızca kitap yazacağına, şahsen ihtimal vermedim. Çünkü gerek yurt içinde gerekse yurt dışında çok yoğun bir programı vardı. Bu kadar yoğun tempo içinde, üstelik Fransızca kitap yazabilmesi mümkün değildi. Türk Cumhuriyetleri ve Türk toplulukları ile önemli bir yakınlaşma sağlanmış, siyasi ve ekonomik gelişmelere imzalar atılmış, Türk dünyası ile her alanda işbirliğine gidilmiştir. Bu ortamda Özal, iflas noktasına gelmiş Türk ekonomisini kurtarma operasyonu olan “24 Ocak 1980 Ekonomik İstikrar Tedbirleri”ni almak zorunda kalmıştır: “Turgut Özal’ın adı, kamuoyunda ilk defa 24 Ocak 1980 tarihinde duyulmuştu. Türkiye en karanlık, en istikrarsız dönemini yaşıyordu. 70 sente muhtaçtı. O gün yepyeni bir sayfa açılmıştı.

24 Ocak Kararları’nı destekleyen ve Anadolu Üniversitesi İİBF’de “Türkiye Ekonomisi” dersini veren bir öğretim görevlisi olarak ben, Özal’a sempati duymuştum. Çünkü doçentlik tezimde, Türk ekonomisinin dışa açılması, gümrüklerin indirilmesi, serbest piyasa ekonomisi kurallarının kabul edilmesi ve en önemlisi döviz kontrol sistemini kaldırılmasını savunmuştum.

Dışa açılma sürecinde Türkiye,  OECD’nin kurulmasından sonra bir üye ülke olarak ilk defa, 1986’da OECD Bakanlar Konseyi Başkanlık yapmıştır.  O dönemde OECD üyeleri arasında bir tek Türkiye, OECD Bakanlar toplantısına başkanlık yapmamıştı.  Toplantı sonrasında düzenlenen Özal’ın kapanış konuşmasını,  benim gibi yurt dışında görevli bir DPT mensubu ile birlikte izlemiş ve alkışlamıştık.

Türkiye, OECD’nin 20 kurucu üyesi arasındadır.1960’tan 1980’li yıllara kadar geçen sürede ülkemizin OECD’ye olan ilgisi daha çok 12 Temmuz 1962 tarihinde oluşturulan, Türkiye’nin ekonomik durumunun her yıl görüşüldüğü ve mevcut imkânlar ölçüsünde yapılacak yardım miktarının belirlendiği “Türkiye’ye Yardım Konsorsiyumu”nun çalışmaları üzerinde yoğunlaşmıştır.

17 Mayıs 1978 tarihinde, Türkiye’nin artan dış borçlarının daha iyi yönetilmesinin sağlanması için  “Türkiye’nin Dış Borçları Çalışma Grubu” oluşturulmuştur. Her iki Grubun çalışmalarına DPT Temsilcisi olarak katkıda bulundum.  Bu dönemde   “Regional Problems nad Policies in Turkey” kitabı, benim katkılarımla, OECD yayını olarak basılmıştır.  26 yıl aradan sonra 2012 yılında ikinci defa OECD Bakanlar Konseyi toplantısı, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın başkanlığında, 23-24 Mayıs 2012 tarihlerinde  yapılmıştır. OECD’in kurucu  20 üyesinin  Türkiye ve Yunanistan dışında kalanlarının tamamı sanayileşmiş gelişmiş ülkelerdir.

Son Söz: Türkiye, 2 Ağustos 1961 tarihinde OECD üyesi olmuş ve  OECD’nin  kurucu ülkeleri arasında yer almıştır. Türkiye, AB üyesi olmamakla birlikte Batı dünyasının en önemli ekonomik kuruluşu olan OECD’nin kurucu ülkesi olmamış olsaydı, “La Turquie En Europe” kitabı yazılamazdı.

Yazar

Sadık Rıdvan Karluk

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar