18.04.2024

Nehir Destan Oğuzname (Oguz Bitig): Söz başı

Ahmet B. Ercilasun'un bütün Oğuznameleri inceleyerek meydana getirdiği "Nehir Destan Oğuzname" adlı eserine yazdığı Söz Başını okuyuculara sunuyoruz. Yeni bulunan Günbed nüshasının da değerlendirildiği eser Eylül'de Dergâh Yayınevi'nden yayımlanacak.


Destanlar ve efsaneler, milletlerin şuur altlarına yüklenmiş büyük emellerdir. Yöneticiler ve bilgeler her toplumda çok az sayıdadır. Büyük çoğunluk sıradan insanlardan oluşur. Mitolojik devirlerden veya tarihin derinliklerinden süzülüp gelen bazı izler ve simgeler, işte bu sıradan insanların kalplerinde bir sıcaklık yaratır. Atalardan devreden efsane ve destanlar sıradan insanlara eski ihtişamlı günleri hatırlatır; bu hatırlamalar da belli belirsiz bir gelecek özlemine dönüşür. Bazen askerî ve siyasi önderler, bazen de büyük bilge ve ozanlar bu belirsiz özlemi belirgin bir ülkü hâline getirirler. O zaman yöneticiler de sıradan insanlar da kendi milletlerinin cihana hâkim olmasını isterler. Türkler, yaşadıkları dünyanın büyük kısmına hâkim olan başbuğlarına bu sebeple cihangir veya sahipkıran demişlerdir. Cihangirler Tanrı’nın kutuyla dünyaya gelirler, milletlerinin şuur altlarına yüklenmiş büyük dilekleri belirli ülküler hâline getirip onların önüne koyarlar. Tarihin, coğrafyanın ve toplumun şartları uygunsa ülkülere doğru hızla yol alınır; bazen sadece milletin değil, dünyanın tarihi bile değişir.

Kazak destan araştırıcısı Şakir İbrayev, “Kahramanlık destanları çeşitli estetik güzelliklerle ve tarihin dalgalarıyla doludur.” der.

Tanınmış destan bilimciler destanların millî ruhu ve ideali yansıttığı konusunda fikir birliği içindedirler. Destanların tarihî gerçekle örtüşüp örtüşmemesi önemli değildir; onları dinleyen sıradan insanlar, anlatılanların gerçek bir tarih olduğuna ve geçmişte büyük kahramanlara sahip bulunduklarına inanırlar.

Destanlar millî ülküyü içlerinde barındırdıkları gibi milletlerin yaşayışlarını ve estetik anlayışlarını da yansıtırlar.

Kazak destan araştırıcısı Şakir İbrayev, “Kahramanlık destanları çeşitli estetik güzelliklerle ve tarihin dalgalarıyla doludur.” der. Ona göre destanın yapısı ve ideali, sırrı ve nitelikleri, ruhu ve yüksek sesi birçok nesli besler.

İbrayev haklıdır. Destanların ruhu vardır. Destanlar sırlarla doludur ve sırlar içinde saklanan büyük ülküler vardır. Destanların sesi yüksektir. İşte bu yüksek ses, gaipten gelmiş bir kutsal uyarı gibi insanların ruhuna nüfuz eder; onlarda bir heyecan, bir canlanma uyandırır; büyük işler yapma arzu ve azmini besler.

Eski zaman insanları efsane ve destanlarda kendilerini bulmuşlardır. Çünkü destan kahramanları onların yaşadıkları gibi yaşar; onların yediklerini yer, onların içtiklerini içer; onlar gibi giyinirler, onlar gibi şarkılar söyleyip onlar gibi raks ederler.

Çağımızda efsanelerin yeri

Modern zamanların insanları için durum farklıdır. Onlar artık destanlarda olduğu gibi yaşamıyorlar. Yiyip içtikleri de giydikleri de farklı. Fakat modern insanda da bir destan duygusu, bir destan özlemi var. Sanki özlemlerini, bilinçlerinin gerilerinde bir yerlerde saklamaktadırlar. Efsaneleri, destanları yansıtan romanlara, filmlere düşkünlük başka türlü açıklanamaz. Bilim kurgu roman ve filmlerine dahi efsane ve destan motiflerinin hâkim olması başka türlü açıklanamaz. Modern insan da efsaneye ve destana sığınmak istiyor; o da sosyal ve estetik olarak efsane ve destandan beslenmek istiyor. Tarihteki ihtişamlı günlerini ve görkemli kahramanlarını hatırlamak modern insana da tatmin duygusu veriyor.

Öyleyse efsane ve destanlar hâlâ günceldir.

Oğuzname, Türklerin en büyük tarihî destanıdır. Tarihin derinliklerinde doğmuş, yakın yüzyıllara kadar yaşayıp gelmiştir. Bugün yaşamıyor gibi görünse de Türk Dünyası’nda bin bir türlü yansımaları devam etmektedir. Kazak akınları (ozanları), dombra çalıp Korkut yırları söylemekte; Özbek, Karakalpak, Başkurt ve Tatar destancıları Alpamış’ı aytmakta; Türkmen bağşıları Dede Korkut hikâyelerini dillendirmekte; Azerbaycan, Türkiye ve Balkanların nineleri, dedeleri, Bey Böyrek ve Tepegöz masalları anlatmaktadırlar. Bedizciler (ressam ve heykeltıraşlar) Oğuz’un ve Korkut Ata’nın resim ve heykellerini yapmakta, Boğaç Han’ı, Tepegöz’ü çizmektedirler.

Öyleyse Oğuzname hâlâ günceldir.

Oğuzname yalnız Oğuzların değildir, bütün Türk Dünyası’nın destanıdır. Oğuzname’de Sakalar, Hunlar, (Kök) Türkler, Karahanlılar vardır ve bunlar bütün Türk Dünyası’nın ortak tarihidir. Uygur’un, Kıpçak’ın, Karluk’un, Kanglı’nın, Halaç’ın adlarını Oğuz Han vermiştir; bu boyların kurucularının hepsi de Oğuz Han’ın beyleridir ve bunların tamamı Türk Dünyası demektir.

Oğuzname yalnız Oğuzların değil bütün Türk Dünyası’nın destanıdır. Manas’ın büyük büyük atası Oğuz Han’dır; Oğuzname’den kopmuş Alpamış, Altay Türklerinde de anlatılmaktadır. Korkut Ata yırlarıyla, kopuzuyla, ölümden kaçmasıyla Kazaklar arasında canlı olarak yaşamaktadır. Türkmenler Salur’dur, Ersarı’dır. Salarlar Akman’dır, Karaman’dır. Afganistan Afşarları Oğuz soyundandır. Altınordu, Çağatay, İlhanlılar; İdil-Ural’ın ve Türkistan’ın büyük küçük bütün Çengizli hanlıkları Oğuz’un soyundandırlar. Sabredip bu kitabı baştan sona okuyanlar bütün bunları göreceklerdir.

Destanların tarihî gerçekle örtüşüp örtüşmemesi önemli değildir. Onları dinleyen sıradan insanlar, anlatılanların gerçek bir tarih olduğuna asırlardan beri inanmışlar, hatta eski tarihçiler, Oğuznameleri bir tarih kaynağı olarak görmüşlerdir. Oğuznameler bütün Türklerin, bütün Türk Dünyası’nın ortak mirası ve ortak değeridir. Ve Oğuznameler hâlâ geleceğe dönük büyük bir ülkünün, Türklerin ülküsünün büyülü kaynaklarıdırlar.

Bir nehir destan olarak Oğuzname 

Oğuzname’nin üç ana parçadan oluştuğunu bir süreden beri biliyordum. Ana parçalar şunlardı: Türklerin ve Oğuzların sözlü / efsanevi tarihi, Dede Korkut boyları, Dede Korkut’un söylediği güzel sözler (atasözleri). Mayıs 2006’da sunduğum bir bildiride “bugüne kadar kayıp olduğu farz edilen Oğuzname’nin aslında iki ayrı parça hâlinde elimizde bulunduğunu” belirtmiştim. O zaman atasözlerinin de Oğuzname içinde bulunduğunun henüz farkında değildim. Biri Berlin’de, biri Petersburg’da bulunan iki atasözü yazmasının da Oğuzname adını taşıdığı dikkatime çarpınca Oğuzname’nin üç ayrı parça hâlinde elimizde bulunduğunu anladım. Parçalar elimizdeydi; öyleyse bunlar birleştirilip Oğuzname’nin bütünü ortaya konabilirdi.

Ancak geç fark ettiğim bir şey daha vardı: Oğuzname bir “nehir destan”dı. Özellikle sözlü / efsanevi tarih bölümü bir noktada bitmiyor, başka bir Oğuzname nüshasında kalınan noktadan devam ediyordu. Uygur harfli Oğuz Kağan Destanı, Oğuz’un doğumuyla başlıyor, ülkeyi oğulları arasında paylaştırdığı bölümle sona eriyordu. Reşideddin tarafından kaydedilen Oğuzname, Oğuz’dan sonraki hükümdarlarla da devam ediyor, Selçuklulara, Anadolu beğliklerine kadar geliyordu. 1660’ta Ebülgazi Bahadır Han’ın yazdığı Oğuzname (Şecere-i Terâkime), sözlü / efsanevi tarihi kendi zamanına dek ulaştırıyordu. Kazan Oğuznamesi adıyla tanınan yazmanın 1998’de yayımlanmasıyla sözlü / efsanevi tarihin, Ebülgazi’nin bıraktığı yerde bitmediğini görüyorduk. Yeni yazma üzerinde çalışanlar yazmanın tarihini bir türlü tespit edememişlerdi. Dikkatli bir okuma sonunda Kazan yazmasının aslında Afganistan Afşarlarına ait olduğunu ve sözlü / efsanevi tarihi 1790’lara kadar getirdiğini tespit ettim. Böylece nehir destan, efsanevi devirlerden başlıyor, 18. yüzyılın sonlarına dek geliyordu.

Oğuzname’nin diğer iki parçası da sabit değildi. Dede Korkut boyları iki yazma ile sabitleşmiş gibi görünüyordu[1] ama boyların yansımaları 20. yüzyıla dek uzanıyordu. Dede Korkut boylarının birçoğu Türkmenistan’da farklı değişkeler hâlinde yaşıyordu. Anadolu, Balkanlar ve Azerbaycan’da ise bazı Dede Korkut boyları masallaşmıştı. Kazakistan’da sayısız Korkut Ata efsanesi vardı. Bamsı Beyrek’le aynı kökten gelen Alpamış Destanı ise İdil-Ural ve Türkistan’dan Altaylara dek yayılmıştı.

Atasözleri de sabit değildi. Atasözleri diyorum ama bunların bir kısmı güzel ve hikmetli sözlerdi. Hepsini de Dede Korkut’un söylediği farz ediliyordu. Dresden ve Vatikan yazmalarının başında bulunan Dede Korkut sözleri bu kadar değildi. Topkapı Sarayı’ndaki üç sayfalık bir yazmada daha başkaları da vardı. Türk Tarih Kurumu’nda bulunan bir başka yazmada da Dede Korkut sözleri yer alıyordu. Atasözleriyle ilgili asıl yazmalar ise Berlin ve Petersburg’da idi. Samed Alizade, Petersburg yazmasının 17. yüzyıl başlarına ait olduğunu tespit etmişti. Fakat Berlin yazmasının tarihi hakkında çeşitli fikirler dolaşıyordu. 15. yüzyıl diyen vardı, 16. yüzyıl diyen vardı. Yazmanın sonunda bulunan 4. Murat’ın cülusuna ait tarih düşürmeler kimsenin dikkatini çekmemişti. 4. Murat 1623’te tahta oturmuştu. Demek ki yazma da en erken bu tarihe aitti. Dede Korkut sözleri 17. yüzyıla dek uzanıyordu. Kazakistan’da bugün de yaşayan Korkut Ata şiirleri ve besteleri vardı.

Sözlü / efsanevi tarih nehir gibi akmakta, Dede Korkut boyları ile Dede Korkut sözleri değişik kalıplar içinde yaşamaya devam etmekteydi. Kayıp zannedilen Oğuzname üç parça hâlinde elimizdeydi. Öyleyse bunlar birleştirilip Oğuzname’nin bütünü ortaya konabilirdi. Ben de bunu yaptım.

Tek bir Oğuzname’ye doğru

Oğuzname’nin üç parçalı yapısı daha 1310 yılında, Mısır’daki Türk Devleti (Memlüklü) tarihçisi Ebûbekir bin Abdullah bin Aybek Ed-Devâdârî tarafından bildiriliyordu. O, kendi zamanında Oğuzname’nin elden ele dolaştığını; içinde Oğuz’un ve Oğuz hükümdarlarının faaliyetlerinin anlatıldığını, Tepegöz gibi acayip hikâyelerin yer aldığını ve atasözleri bulunduğunu bize haber veriyordu. Ebûbekir’den birkaç yıl önce Reşideddin de sözlü / efsanevi tarihi anlatırken Dede Korkut’un güzel sözleri ve hikâyeleri bulunduğunu, onları ayrıca zikredeceğini söylüyordu. Ama nedense onları zikretmemişti. Eskiden beri bilinen bu iki kaynak üç parçalı yapıdan bahsediyordu ama hiç kimse bu üç parçanın elimizde bulunduğunu düşünmüyordu. Gerçi Dede Korkut boylarının Oğuzname adını da taşıması dolayısıyla onun daha büyük bir Oğuzname’nin parçası olduğundan bahsedenler vardı ama hiç kimse bunları birleştirmeyi düşünmüyordu. Daha da önemlisi Oğuzname’nin hep “kayıp” olduğu söyleniyordu. Evet, üç parçayı da içinde barındıran en eski Oğuzname kayıptı ama üç parça ayrı ayrı elimizde bulunduğuna göre tamamen de “kayıp” sayılmazdı. Yapılacak iş üç parçayı birleştirmekti. Ben de bunu yaptım.

***

Bu eserin ana gövdesi “metin” olarak adlandırdığım bölümdür. Burada parçaları birleştirip Oğuzname’yi yeniden kurdum. Elbette kurduğum metin, Ebûbekir’in 1310 yılında gördüğü ve elden ele dolaştığını söylediği kitabın metni değildir. Böyle olması imkânı yoktu, çünkü Oğuzname süreğen bir metindi ve Ebûbekir’den sonra da devam edip duruyordu. Benim yaptığım iş, en eskisinden en sonuncusuna dek bütün Oğuzname metinlerini bir araya getirmekten ibarettir. Yani bir tür kolaj yaptım.

Metinleri bir araya getirirken elbette bazı tasarruflarda bulundum.

Ergene Kon’dan çıkan ve Çengizlilerin efsanevi ataları olan Kayan ile Nüküz, efsaneye göre Oğuz Han soyundan gelmekte idiler

Oğuzname’nin  4 ana kaynağı

Sözlü / efsanevi tarihin dört ana kaynağı vardı: Uygur harfli Oğuzname, Reşideddin Oğuznamesi (Câmiü’t-Tevârîh), Türkmenistan Türkmenleri Oğuznamesi (Şecere-i Terâkime) ve Afganistan Afşarları Oğuznamesi (Kazan yazması). Uygur harfli Oğuzname’nin tamamı kurulan metin içinde yer almıştır. Ancak Reşideddin Oğuznamesi içinde harmanlanmış, uygun bölümler uygun yerlere yerleştirilmiştir.

Reşideddin Oğuznamesi’nin sonuna kadar olan bölüm, Şecere-i Terâkime ile Kazan yazmasında da vardır. Aynı olmamakla birlikte üç metin birbiriyle paraleldir. Sözlü / efsanevi tarihin bu bölümü için Reşideddin’i esas aldım. Diğer ikisinde bulunan önemli farklılıkları da aralara yerleştirdim. Önemsiz bazı farklılıkları ise dipnotlarda gösterdim. Reşideddin için Zeki Velidî Togan çevirisini esas aldım. Bazı yerleri özetledim; özetlemediğim kısımları tırnak içinde verdim. Reşideddin’in eski bir Çağatayca çevirisi olan Salar Baba’daki farklılıkları da genellikle dipnotlarda gösterdim. Yazıcıoğlu Ali’deki farklılıklar da metin içinde veya dipnotlarda işlenmiştir. Tufan Gündüz tarafından yapılan yeni çevirideki farklar da dipnotlarda gösterilmiştir.

İrili ufaklı pek çok Oğuzname bulunmaktadır. Bunlarda da farklı anlatımlar varsa ilgili yerlere yerleştirilmiştir. Oğuz’un hayatıyla sınırlı olan manzum Oğuzname’yi de bütünüyle aldım, yeniden okuyup anlamlandırdım ve Oğuz Han’ın ölümünden sonraya yerleştirdim.

Türkmenistan Türkmenleri Oğuznamesi’nde Reşideddin’in bıraktığı yerden devam eden sözlü / efsanevi tarihi, Şecere-i Terâkime’nin Muharrem Ergin ve Zuhal Kargı Ölmez yayınlarından yararlanarak bugünkü Türkiye Türkçesine aktardım.

Afganistan Afşarları Oğuzname’sinde, Reşideddin’de ve Ebülgazi’de bulunmayan iki ana bölüm vardı: Efsanevi Afşar Han bölümü ve 15. yüzyılın sonlarından itibaren Afganistan Afşarlarının sözlü / efsanevi tarihi. Çağatayca olan Kazan yazmasından her iki bölümü de bugünkü Türkiye Türkçesine aktararak verdim.

Sözlü / efsanevi tarihle ilgili başka Oğuznameler de vardır. Kitâb-ı Diyarbekriyye ile Tevârîh-i Cedîd-i Mir’ât-ı Cihan içinde Akkoyunlu Oğuznamesi; Düsturnâme-i Enverî’de ise Osmanoğulları Oğuznamesi bulunmaktadır. Câm-ı Cem-Âyîn tamamıyla bir Osmanoğulları Oğuznamesidir. Bu eserlerde genellikle şecerelere ağırlık verilmiştir. Neşrî Tarihi’nde de çok özet bir Oğuzname vardır. Bunların tamamı metnin sözlü / efsanevi tarihi içine, uygun görülen yerlere yerleştirilmiştir.

Çengizoğullarına ait efsanevi eserlerin de Oğuzname’yle ilgili olduğunu çok geç anladım. Ergene Kon’dan çıkan ve Çengizlilerin efsanevi ataları olan Kayan ile Nüküz, efsaneye göre Oğuz Han soyundan gelmekte idiler. Oğuz Han’dan bin veya iki bin yıl sonra Ergene Kon’a sığınmışlardı. Çengiz’in Kayan’a kadar olan ataları, özellikle Alankuva da Çengizname türü eserlerde efsanevi bir şekilde anlatılıyordu. Tört Ulus Tarihi, Anonim Şibaniname ve Şecere-i Türk, Oğuz Han’dan Çengiz’e uzanan sözlü / efsanevi tarihin kaynakları idiler. Bu eserlerin ilgili yerleri de eserimizin metin kısmında uygun bölümlere yerleştirildi.

İngiltere’de bulunan geç asırlara ait iki özet mensur Oğuzname ile Andelib ve Dânâ Ata adlı Türkmenlerce daha sonraki asırlarda yazılan özet manzum Oğuznameler de ilgili bölümlerde yerlerini almışlardır.

 Atasözleri ve Dede Korkut boylarının metne işlenmesi

Diğer iki parçayı, atasözlerini ve Dede Korkut boylarını nereye yerleştirmeliydim? Ebûbekir ve Reşideddin bu parçaların da varlığından haber veriyorlardı ama Oğuzname’nin neresinde bulunduğuna dair bilgi vermiyorlardı. Reşideddin, sözlü / efsanevi tarihi anlatırken İnal Sır Yavkuy Han’a gelince, Korkut Ata’nın bu han zamanında ortaya çıktığını söylüyor, onun güzel sözleri ve hikâyeleri olduğundan bahsediyor, bunları ayrıca zikredeceğini de belirtiyordu ama zikretmiyordu. Eğer onları da metnine alsaydı yerlerini bilecektik. Atasözleri ve Dede Korkut boylarının Oğuzname içindeki yerlerini bilmediğimize göre kararı biz vermek zorunda idik. Korkut Ata’nın güzel sözleri ve hikâyelerinden ilk defa bahseden Reşideddin idi. Öyleyse atasözleri ve Dede Korkut hikâyeleri onun metninin sonunda yer almalıydı. Ben böyle düşündüm ve bu metinleri Reşideddin Oğuznamesi’nden sonra koydum. Önce atasözleri, sonra Dede Korkut boyları. Önce atasözleri çünkü Dede Korkut Kitabı’nda da boylardan önce atasözleri yer almaktaydı.

Atasözleri (güzel sözler) olarak DKK’nin mukaddimesini Vatikan yazmasından yeniden okudum ve bütünüyle aldım. Tıpkıbasımını Mustafa Kaçalin’in yayımladığı Türk Tarih Kurumu yazmasındaki güzel sözleri de tıpkıbasımdan okuyarak dört türlü kadın bölümünden önceye yerleştirdim. Daha sonra da Berlin ve Petersburg yazmalarında bulunan hikmetli sözlerle atasözlerini koydum.

Berlin yazmasını baştan sona okudum;[2] ilk dört yaprağındaki güzel sözlerin tamamını aldım; 5-41. yapraklardaki atasözlerinden de seçmeler yaptım. Yazmada 41. yapraktan sonra başka metinler vardır.

Petersburg yazması, ilk yaprağı hariç tıpkıbasım olarak yayımlanmamıştır. Buradan seçtiğim atasözleri, Samed Alizade’nin Ali Haydar Bayat tarafından Latin harflerine çevrilmiş kitabındandır. Ancak Alizade’ye aynen uymadım, atasözlerinin okunuşunu 17. yüzyıl başlarındaki dile göre tasarladım. İlk yaprağın tıpkıbasımı ise Necati Demir’in son kitabında bulunmaktaydı. O yaprağı oradan okudum.

Dede Korkut’un güzel sözleri, duaları, bazı şiirleri ve Dede Korkut kahramanlarının sıfatlamalarından oluşan Topkapı Sarayı Oğuznamesi’nin tıpkıbasımı birkaç kez yayımlanmıştır. Onun da tamamını tıpkıbasımdan okuyarak aldım.

2018 yılının Aralık ayında yeni bir Dede Korkut nüshası bulunmuş, 2019’un Haziran ayında da üç ayrı kişi ve takım tarafından yayımlanmıştı. Yeni yazmada 20’den fazla soylama ve yeni bir boy vardı. Soylamaların bir bölümünü tıpkıbasımdan okudum ve Topkapı Sarayı Oğuznamesi’nden sonra da metne onları yerleştirdim.

Dede Korkut’un güzel ve hikmetli sözlerinden, atasözlerinden ve soylamalarından sonra elbette sıra Dede Korkut hikâyelerine geliyordu. Fakat Orhan Şaik, Hamit Araslı ve Muharrem Ergin’den itibaren Dede Korkut boylarının birçok ilmî yayını vardı. Defalarca yayımlanmış bulunan 12 boyun tamamını alıp benim de bu kitabın içine koymama gerek olmadığını düşündüm. Ancak Oğuzname’nin içinde Dede Korkut boylarının da bulunduğunu göstermek maksadıyla temsilî olarak bir boyu ve tabii yeni bulunan Günbed nüshasındaki Salur Kazan’ın ejderhayı öldürdüğü boyu aldım.[3] Salur Kazan’ın evinin yağmalandığı boyu Dresden yazmasından, Salur Kazan’ın ejderhayı öldürdüğü boyu Günbed nüshasından yeniden okudum ve onları atasözleriyle soylamalardan sonraya yerleştirdim.

Atasözleri ve boylardan sonra sözlü / efsanevi tarihe kalınan yerden devam edilmiştir.

Salur Kazan’ın ejderhayı öldürmesi

Oğuzname metnini baştan sona yeniden kurarken okumalar (transkripsiyon), aktarmalar, alıntılamalar, özetlemeler, hatta tasarlamalar yaptım.

Eski Oğuz (Anadolu) Türkçesiyle yazılmış eserlerden aldığım metinlerle Günbed nüshasından aldığım bölümleri bugünkü Türkçeye aktarmadım. Hem ozanların boy boyladıkları dönemin dilinin hem de destan havasının yansımasını istedim. Bu metinlerde bazı kelimeleri ayraç içinde veya dipnotlarda açıkladım. Yine de meslekten olmayan ve zorlanabilecek okuyucuların az bir gayretle destanın havasına gireceklerini umuyorum.

Çağatay Türkçesiyle yazılmış metinleri genellikle bugünkü Türkiye Türkçesine aktardım. Ancak Çağatayca metinlerin manzum olanlarını veya mensur metinlerdeki manzum kısımları Çağatay Türkçesiyle vererek her bendin altına Türkiye Türkçesine yaptığım aktarmayı koydum. Harezm Türkçesiyle yazılmış manzum Oğuzname’de de aynı yöntemi uyguladım.

Eski Oğuz, Harezm, Çağatay ve Azerbaycan Türkçesi metinlerinin okumaları ve bugünkü Türkçe aktarmaları tamamen bana aittir. Elbette benden önceki okumaları ve aktarmaları dikkate aldım ve onlardan yararlandım. Bunları da ilgili yerlerde belirttim.

Burada, benim kullandığım transkripsiyon[4] hakkında da birkaç şey söylemem gerekir.

Transkripsiyon, metni dönemin söyleyişine (telaffuzuna) göre vermek demektir. Elif, se (peltek), hâ, hı, zel, sad, dad, tı, zı, ayın, gayın, kaf harflerini göstermek için kullanılan işaretler söyleyişi değil yazıyı gösterir. Yazıyı gösteren sisteme de transkripsiyon değil transliterasyon denir. Arapça ve Farsçadan dilimize girmiş kelimelerde bazı işaretler kullanarak bu harfleri gösterir ve buna transkripsiyon dersek atalarımızın Türkçeye girmiş bu sözleri Araplar gibi ayın çatlatarak, s ve z’yi peltekleştirerek, “kadı”daki d’yi Arapların “ve le’d-dâllin” derken yaptıkları gibi dil kenarlarını avurtlarına değdirerek telaffuz ettiklerini iddia etmiş oluruz. Oysa bu harflerin bulunduğu kelimeleri Osmanlı ve Çağatay Türkleri de -bazı hocalar hariç- bugünkü Türkler gibi telaffuz etmişlerdir. Sadece hı harfinin temsil ettiği sızıcı h sesi, bugünkü birçok Türk lehçe ve ağzında olduğu gibi eski dönemlerin söyleyişinde de, hem Türkçe asıllı, hem alıntı olan bazı kelimelerde vardı. Bu sebeple bu sesi göstermek için ḫ / Ḫ harfini kullandım. Uzun ünlüleri düzeltme işareti ile gösterdim. Ḳ / ķ ve Ġ / ġ harflerini ise -ince telaffuz edilmesinler diye- sadece uzun ünlülü seslerin yanında kullandım. Tabii bir de Türkçeye özgü damak n’si[5] var. Damak n’si, bugün birçok ağız ve lehçede bulunduğu gibi eski dönemlerde de vardı. Bu sesi de ŋ ile gösterdim. Bence bu transkripsiyon yöntemi hem daha doğrudur, hem daha sadedir.

Üç Oğuzname metninin aslı Farsçadır: Câmiü’t-Tevârîh (Reşideddin Oğuznamesi), Tört Ulus Tarihi, Kitâb-ı Diyarbekriyye. Bu eserlerden yaptığım alıntılama ve özetlemelerde tabii ki bunların çevirilerini kullandım. Ancak Tört Ulus Tarihi’nin Türkiye Türkçesine değil Özbek Türkçesine çevirisi vardır. Ben de oradan aldığım metin parçalarını Özbekçe çevirisinden Türkiye Türkçesine aktardım.

Eski Oğuz Türkçesi dönemine ait bir eserde de tasarlama yoluna başvurdum. Aslı Petersbug’da bulunan Kitâb-ı Oğuznâme (Emsâl-i Mehemmed Ali) adlı yazmanın tıpkıbasımı yayımlanmamıştır. Azerbaycanlı dilci Samed Alizade bu yazmayı okuyup Bakü’de yayımlamıştır ama birçok yerde metni bugünkü Azerbaycan Türkçesine uydurmuştur. Bu sebeple ben Alizade yayınından yararlanarak metni dönemin diline göre tasarladım.

Çağatay Türkçesiyle yazılmış bulunan Andelib Oğuznamesi’nde de tasarlama uyguladım. Bu eserin özgün yazma nüshası yoktur. Mustafa Aça ve Murat Söyegov, eserin çok sonraki kopyasını esas alarak metni yayımlamışlardır. Bu yayınların her ikisinde de Türkmence özellikler vardır. Ben onların yayınlarından yararlanarak metni Çağatay Türkçesine göre yeniden kurdum.

Bang – Arat ve Ferruh Ağca yayınlarından yararlanarak Uygur harfli Oğuz Kağan Destanı’nı da yeniden okudum ve yeniden bugünkü Türkçeye aktardım. Bu metnin aktarmasının tamamı, sözlü / efsanevi tarih kısmında parça parça bulunmaktadır. Ancak Oğuzname’yi konu edinen bir eserde, en eski rivayeti yansıtan en önemli eseri parçalanmış olarak metne yedirmeye razı olamazdım. Bunun için Uygur harfli Oğuz Kağan Destanı’nın tıpkıbasımını, özgün metnini ve Türkiye Türkçesine aktarmasını ekler kısmında ayrıca vermeyi uygun buldum.

5 ana bölüm

Elinizdeki kitap tabii ki sadece “metin”den ibaret değildir. Metinden önce beş ana bölüm vardır: Yapı, Oğuznameler, Olaylar-Kahramanlar-Katmanlar, Oğuzname’nin Oluşma Zamanı, Oğuzname Mirası.

Yapı bölümünde Oğuzname’nin mahiyeti ele alınmış, üç parçalı yapıdan oluşan bütün bir Oğuzname’nin tarihî delilleri gösterilmiş, elimize ulaşmayan en eski Oğuzname’nin tarihi ve dili üzerinde durulmuş, “nehir destan” kavramı açıklanmıştır. Ulu Han Ata Bitigçi’nin Oğuzname’den farklı bir eser olduğunun delilleri de bu bölümde açıklanmıştır.

Oğuznameler bölümü, tam 26 adet Oğuzname’nin tanıtılmasına ayrılmıştır. İrili ufaklı 26 Oğuzname tek tek ele alınmış, her birinin Oğuzname’nin hangi parçasını / parçalarını oluşturduğu gösterilmiş, üzerlerindeki belli başlı çalışmalar hakkında bilgi verilmiştir.

Olaylar-Kahramanlar-Katmanlar bölümü, kitabın en özgün bölümlerinden biridir. Oğuzname’de geçen olay ve kahramanların hangi dönem ve katmanlara ait olduğu, ulaşılabilen bütün önceki araştırmalar da dikkate alınarak bu bölümde tartışılmıştır.

Oğuzname’nin Oluşma Zamanı bölümü, farklı dönemlere ait olay ve kahramanların ne zaman destanlaştığını ele almaktadır.

Oğuzname Mirası bölümü tahminimden uzun oldu ve çok zamanımı aldı. Yıllardan beri bu destanla uğraştığım hâlde onun mirasının bu kadar çeşitli ve yaygın olduğunu tahmin edememiştim. Bölümü ikiye ayırdım: Oğuznamelerin Bugünkü Yansımaları, Çağdaş Sanat eserlerinde Oğuznameler.

Birinci kısımda Oğuznamelerin, özellikle Dede Korkut boylarının ve Korkut Ata efsanelerinin şiir, hikâye, destan, efsane, rivayet vb. hangi kalıp içinde ne kadar yansıması varsa tespit edip göstermeye çalıştım. Kaynakları da tek tek belirterek tam bir döküm (envanter) vermek istedim.

İkinci kısımda edebî eserler, gösteri sanatları, plastik sanatlar ve çocuk kitaplarında Oğuznamelerin işlenmesi ele alındı. Burada da mümkün olan bütün eserlere ulaşılmaya çalışılmıştır.

Ekler bölümüne Oğuznameler konusundaki makale ve bildirilerimi de koydum. Yıllardan beri konu üzerinde yaptığım çalışmaların beni nasıl bu sonuca getirdiği, bu kitabı oluşturduğu böylece okuyucular tarafından da görülmüş olacaktır. Ayrıca, daha önce işlediğim için kitapta yeniden ele almadığım birçok konu da bu makaleler ve bildiriler içinde bulunmaktadır. Bir başka ifadeyle yeni çalışmam ile ekler birbirini tamamlamaktadır. Ancak ekler bölümünün bu olumlu yönüne karşılık olumsuz bir yön de ortaya çıkmıştır. O da bazı tekrarların oluşmasıdır. Tekrarlara rağmen ekleri gerekli gördüm. Çünkü yeni kitapta bazen özet, bazen yoğunlaştırılmış şekilde anlatılan konuların eklerde ayrıntıları bulunmaktadır.

***

Kitap üzerinde çalışırken Türkiye’deki halk edebiyatçı ve halk bilimcilerin olağan üstü işler yaptıklarını hayretle gördüm. Meslektaşlarımız âdeta dağları devirmişlerdi. Yüzlerce derleme, inceleme ve yorumun içinde âdeta kayboldum. Kitabı bitirirken hâlâ yeni çalışmalar arka arkaya sökün etmekteydi.

Türk Dünyası’na açılmış olmanın da verimli sonuçları önüme dökülüverdi. Bir yandan Türk lehçelerindeki malzeme ve çalışmaları değerlendiren Türkiyeli bilim adamları, bir yandan ülkelerindeki çalışmaları bize aktaran kardeş Türklerin çalışmaları. İş birlikleri, bilgi şölenleri, kurultaylar birçok malzemenin ortaya çıkmasını sağlamıştı.

Bu eser, bütün bu çalışmaların, birikimin kutlu bir sonucudur. Elbette benden önceki birikimi olduğu gibi aktarmadım. Bütün bu birikim benim bakış ve yorumlarımla incelenmiş, tasnif ve terkip edilmiş, değerlendirilmiştir. Berlin yazması, Kazan yazması ve Anonim Şibaniname’nin de doğru tarihlerini bu çalışma sırasında tespit ettim.

***

Eserimizin adı bütün tarihî kayıtlarda “Oğuzname”dir. Ancak onun bir “nehir destan” olduğunu da vurgulamam gerekiyordu. Bunun için çalışmanın adını “Nehir Destan Oğuzname” koydum. Fakat bir yandan da en eski Oğuzname’nin saf Türkçe adı ne olabilirdi, diye düşündüm. Dîvanu Lugâti’t-Türk’te “kitap, yazı, yazılı kâğıt, mektup” kavramları için kullanılan kelime “bitig” idi. Ayrıca Müslümanlık’tan önceki eserlerimizin bazılarında, Irk Bitig, Ulu Han Ata Bitigçi gibi eserlerde bu anlamda kullanılan kelime de “bitig” idi. Bu verilere bakarak Oğuzname kavramının özgün biçimini “Oguz Bitig” olarak tasarladım. Kitabın adında ayraç içinde bunu da kullanmayı uygun buldum.

***

Konu üzerinde çalıştığımı bilen Ferhat Tamir her zamanki gibi, ulaştığı bilgi ve belgeleri bana anında haber verdi; haber vermekle kalmadı, onları temin etti. Alınması gereken kitap ve dergiler için baş yardımcım yine Nuray Tamir’di. Her ikisine de çok teşekkür ederim.

Ali Duymaz elindeki Berlin yazmasını bilgisayarıma göndererek özgün metni kullanmamı sağladı. Türk Dil Kurumu Başkan Yardımcısı Bilal Çakıcı da Bey Böyrek hikâyesinin Kahire nüshasının yoğun tekerini göndererek çalışmama katkıda bulundu. Onlara da teşekkür ederim. Asım Erverdi’nin sıkıştırmaları olmasaydı bu çalışma ortaya çıkmazdı. Erverdi’ye ve Dergâh çalışanlarına bu güzel baskı için teşekkür etmek benim için bir zevktir.

[1] 2018 yılının Aralık ayında bulunan Günbed nüshasıyla üçüncü bir yazma ve yeni bir boy (13. boy) da ortaya çıkmıştır.

[2] Yazmayı bilgisayarıma gönderen Ali Duymaz’a çok teşekkür ederim.

[3] Reşideddin ve Ebûbekir zamanındaki Oğuzname’de Dede Korkut boylarından hangilerinin bulunabileceği ilgili bahiste tartışılmıştır.

[4] Transkripsiyon ve transliterasyon sözlerinin Türkçe karşılıkları henüz oturmamıştır.

[5] Genellikle nazal n denilen ses için uygun terim “damak n’si”dir. “Nazal” uygun değildir, çünkü diğer n de nazaldır.

Yazar

Ahmet Bican Ercilasun

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar