Yükleniyor...
Fener Rum Patrikhanesi
Bu yazı, Devlet Eski Bakanı ve Millî Düşünce Merkezi Genel Başkanı
Sadi Somuncuoğlu’nun
“Patrikhane ve 551 Yıllık Hesap: İstanbul’da Yeni Roma İmparatorluğu”
başlıklı kitabından alınmıştır.
Fener Rum Patrikhanesi ile dış güçlerin, bugün Türkiye’den din ve vicdan özgürlüğü gibi masum kılıfa sokulmuş üç ana talebi vardır. Bunlar:
Fener Rum Patrikhanesi’ne tüzel kişilik verilmesi,
Patrikhane’nin ekümenliğinin tanınması,
Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması ve ekümenik olmasıdır.
ABD ve AB’nin de tam destek verdiği bu üç talebin sonunda tüm yollar, Fener Rum Patrikhanesi’nin uluslararası bir statüye kavuşmasına çıkmaktadır.
Fener Rum Patrikhanesi’nin tüzel kişilik olarak kabul edilmesinin anlamı, öncelikle Ruhban Okulu’nun açılması ve ekümenliğin tanınması hedeflerine doğrudan ulaşması anlamına gelecektir. İlave olarak, Türkiye’de ve diğer ülkelerde istediği şekilde ve istediği kadar gayrimenkul edinmesinin önü açılacaktır. Fener, tüzel kişilik almayı başardığı takdirde bu Anadolu’da geçmişte ve bugün var olan kiliseler için de söz konusu edileceğinden Türkiye, akıl almaz ölçüde toprak talepleri ile karşı karşıya kalacaktır. Türk-Ortodoks Kilisesi Sözcüsü Sevgi Erenerol’un bu konuda söyledikleri oldukça dikkat çekicidir:
“Patrikhane tüzel kişilik kazanırsa çok büyük hukuki imkanlara sahip olacaktır. Dava açma, mal edinme, vakıf ve dernek kurma, Ayasofya’nın Patrikhaneye devri dahil bütün eski Ortodoks mal ve mülklerinin geri alınması, İstanbul dışındaki eski akropolitliklerini resmen tanıma, yer yüzündeki bütün Ortodoks patrikleri ile bağımsız kiliselerin ve bunlara bağlı tüm kiliselerin evrensel tahtı, Ekümenik Patriklik olarak yurt içinde ve dışında tanınma, devlet başkanı statüsünde protokolün ön sıralarında yer alma gibi birçok hak elde etmiş olacaktır. Yine bu şekilde Ayasofya dahil bütün camiye dönüştürülmüş kiliselerin tekrar eski işlevlerine döndürülmesi, İstanbul ve Türkiye’nin, dünya Ortodoksluğunun merkezi yapılarak Türkiye üzerinde III. Roma’nın (Patriğe göre Yeni Roma) kurulması bir hayal olmaktan çıkacak, Yunan Megali İdeası gerçekleşme yolunda hız kazanacaktır.” [1]
Bütün bunların yanında ve öncelikle gözden kaçırılmaması gereken en önemli husus, sahip olunacak toprakların statüsüdür. Bu statünün kaynağı ise ekümenlik kavramıdır. Bilindiği gibi ekümeniklik, evrenselliğin yanı sıra, dokunulmazlığı (masuniyeti) da ifade etmektedir. Bundan dolayı Patrikhane, sanki bir devlet toprağı gibi egemenlik alanına sahip olacaktır.
Ekümeniklik unvanının tanıması talebi ise Patrikhane’nin evrensel, yani uluslararası kimliği bulunduğunun Türkiye tarafından açıkça kabul edilmesi anlamına gelmektedir. Bu da Patrikhane’nin, Türk kurumu olmaktan resmen çıkması, bunun sonucunda Patriğin istediği atamaları resmen yapabilmesi, Ruhban Okulu’nu istediği gibi yönetmesi, kısacası Türkiye’den tüm Ortodoks alemine hükmederek ülke içinde ülke haline gelmesidir. Patrikhane’ye uluslararası bir statünün verilmesi, dolayısıyla 300 milyon Ortodoks’un liderliğini yaptığının kabulü, Patriğin uluslararası kuruluşlara katılıp, devlet başkanı gibi muamele görmesinin resmileştirilmesi, uluslararası anlaşmazlıkların çözümünde hakem rolü oynaması, tek kelimeyle Vatikan gibi bir Fener Devletinin doğmasını sağlayacaktır.
Oysa ki Patriğin ekümenik olması, Lozan’a aykırıdır çünkü sadece Türkiye’deki Ortodoksların dini hizmetleri ile ilgili bir kuruluştur. Anayasamıza aykırıdır çünkü Türkiye Cumhuriyeti üniter, milli ve laik bir hukuk devletidir. Böyle bir devlet yapısının da bütün dünya Ortodoks kiliselerince seçilecek bir Patriğin varlığı ile uyuşması mümkün değildir. Tecrübeli diplomatlarımızdan emekli Büyükelçi, bugünün CHP Milletvekili Şükrü Elekdağ da ekümenliğin tanınması halinde olacakları şöyle özetlemiştir:
“Ekümenliğin doğal sonucu olarak Patrik’in sadece Fener Patrikhanesi Saint Synod’undaki metropolitlerce değil, dünyadaki Ortodoks kiliselerini temsil eden tüm metropolitler tarafından seçilmesi gerekeceğini de vurgulayalım. Bu yola gidilmesi, Türk devleti içinde uluslararası temsil statüsü olan bağımsız bir dinsel otorite, bir türlü dinsel devlet yaratmak gibi bir sonuç doğurur. Patrikhane’nin gerçek güç tabanı İstanbul’daki 3 bin kişilik Rum cemaati değil, Amerika’daki 3 milyonluk Yunan diasporasıdır. Bu söylediklerimiz, Patrikhane’nin ekümenik statü kazanmasının Türkiye’nin dış ilişkilerinde çok ciddi rahatsızlıklar yaratmanın da ötesinde, Türkiye’de rejimin dinamitlenmesi sonucunu doğuracağını ortaya koymaktadır.” [2]
Türk Ortodoks Patriği Selçuk Erenerol, daha 1994 yılında adeta bugünleri anlatırcasına şu uyarıda bulunmuştur:
“Bartholomeos, Ekümenik Patrik unvanına sahip olur olmaz ilk icraat olarak Ruhban Okulu’nu açacaktır. Ruhbanlar için Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olma zorunluluğu kalkacak dolayısıyla dışarıdan öğrenci ithal edilecektir. En korkulan nokta ise bunun Vatikan usulü olmasıdır. Bu noktaya gelindiği an ‘İstanbul bizimdir’ deyip mal varlıklarını talan edecekler. Atina’da Rum malvarlığı ile ilgili çalışmalar vardır. Uygun bir zamanda Lahey Adalet Divanı’na gideceklerdir.” [3]
Patrikhane’nin talepleri ile ilgili baskılar artarak devam ederken Türkiye yönetiminde tam bir kafa karışıklığı yaşanmakta ve senaryolar havada uçuşmaktadır. Ancak, Patrik Bartholomeos daha Ekim 2003’te kendisinden emin, “Türkiye ekümenik sıfatını tanıyacak.” [4] açıklamasını yapmış, aynı günlerde Patriğin Türk olma şartının kaldırılmasını isteyebilmiştir. Bir yıl önce Türkiye’nin ekümenik sıfatını tanıyacağı iddiasında bulunan Bartholomeos’un, 2004 Temmuz’unda Ruhban Okulu’nun kapalı olmasının ekümenik sıfatını nasıl etkilediğine ilişkin bir soruyu “İstanbul Patriğinin Ekümenik sıfatı bunlardan bağımsızdır ve etkilenmez. Bu 6. asırdan beri süregelen bir unvandır. Dünya bunu kabul ediyor. Şahsımın değil, Patrikliğin unvanıdır.” [5] diye cevaplandırması, konjonktüre göre ifade ve tavır değiştirmesinin bir başka örneği olmuştur. Ayrıca Bartholomeos’un bu söylediği doğru değildir. Çünkü ekümeniklik unvanı, Bizans İmparatorluğu’nun yıkılması ile birlikte sona ermiş, Fatih Sultan Mehmet de Patrikhane’yi yeniden ihya ederken ekümeniklik sıfatını vermemiştir. Lozan’da da kesinlikle tanınmamış olması bir yana, 1453’ten bu yana böyle bir sıfatın varlığından söz edilmesi yanlış ve mesnetsizdir.
Patrikhane’nin istenilen fonksiyonlara kavuşmasında ABD ve AB tarafından ilk basamak olarak görülüp, adeta koç başı gibi kullanılan Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması talebi ise uluslararası baskılar dolayısıyla Türkiye’de de gündemin merkezine oturtulmuştur. Ruhban Okulu’nun, Patrikhane’nin istediği gibi buraya bağlı ve özerk bir statüde açılması halinde, okul “evrensel” hüviyete bürünecek yani tüm Ortodoks dünyasının din adamı ihtiyacı buradan karşılanacak, bu hüviyeti ile tüm yabancı ülkelerden öğrenci alabilecektir. Nitekim ABD’nin son açıklanan 2003-2004 İnsan Hakları Raporu’nda Okulun açılma talebi tekrarlanırken “Heybeliada’daki ekümenik Ruhban Okulu” [6] ifadesi kullanılmıştır. Okulun açılmasının bir diğer sonucu ise Patrikhane’nin buranın sahibi sıfatıyla dolaylı yoldan tüzel kişiliğe kavuşmasıdır. Bunun yol açacağı gelişmeleri Eğitimci, Araştırmacı Zekai Baloğlu şöyle izah etmiştir:
“Müslüman vatandaşlara tanınmayan bir imtiyaz diğer vatandaşlara da tanınamaz. Ayrıca bu imtiyaz, Patrikhane’ye dolaylı olarak kurucu statüsü kazandıracaktır ki böylece şimdiye kadar ele geçiremediği tüzel kişilik hakkını, bu yoldan kazanmış olacak; bu da ona ekümenlik statüsünü kullanma, mal edinme, mala tasarruf etme, dernek, vakıf, şirket kurma, mahkemeye başvurabilme gibi kişilik haklarını kazandıracak; Türk mahkemeleri davayı reddettiği takdirde Ruhban Okulu’ndan doğan kuruculuk statüsünü emsal göstererek, AİHM’e başvurabilecektir.” [7]
1 Yeni Batı Trakya Aktüel,Tarih ve Kültür Dergisi, Yıl:20-2003, Sayı 177.
2 Milliyet, 3 Aralık 1995.
3 Yeni Batı Trakya Aktüel, Tarih ve Kültür Dergisi, Yıl:20-2003, Sayı 177.
4 Hürriyet, 16 Ekim 2003.
5 Milliyet, 20 Temmuz 2004.
6 ABD Supporting Human Rights and Democracy: The U.S. Record 2003- 2004/ http://www.state.gov/documnts/31166.pdf
7 Zeki BALOĞLU, Grek Devleti, Patrikhane ve Rahipler Okulu, Harp Akademileri Yayını.