Türk Tiyatrosunun Kavuklusu Ferhan Şensoy

“Hep yazın! Her şeyi yazın, antrenmanlı olun. Şimdi beni bir yere kapatın, önünüze hemen iki perde oyun atayım."  Ortaoyuncuları’nın büyük ustası görevini yaparak gitti.  Senin ardında bıraktığın eserlere biz sahip çıkacağız usta... Ruhun şad olsun. 


Paylaşın:

Yaşamı boyunca hiç durmayan sürekli üreten kavuklu tiyatro oyuncusu… 

Çok yönlü bir sanatkâr Ferhan Şensoy… Peki kavuk neyi temsil ediyor derseniz ilerleyen bölümlerde anlatacağız, biraz sabırlı olun. 

Yaşamı boyunca pek çok esere imza atan usta sanatçı, 31 Ağustos 2021 tarihinde vefat etti. 

Eserlerini okuyan, izleyen herkesin arkasında hissettiği, kendisini “Pera’daki hayalet” olarak tanımlayan ama bizim tabirimizle “Beyoğlu’nun delikanlısı” olan Ferhan Şensoy’u gelin birlikte analım. 

Şensoy, 26 Şubat 1951’de ilkokul öğretmeni Müjgan Şensoy ile Çarşamba Belediye Başkanı, tüccar Yusuf Cemil Şensoy’un oğlu olarak Samsun’da dünyaya geldi. 

Samsun’da 1957’de Gazi Osman Paşa İlkokulu’na başlayan sanatçı, 1961’de Galatasaray Lisesinde başladığı, lise eğitimini 1970’te Çarşamba’da tamamlar. O kadar yetenekliydi ki gençliğinden itibaren tiyatro ile haşır neşir olmuştu. 

Tiyatroda da kabına sığamadı. İlk defa ‘Grup Oyuncuları’ ile sahneye çıktı, sonrasında ise Fransa ve Kanada’da eğitim ve çalışmalara katıldı. Montreal’de ‘Ce Fou De Gogol’ adlı oyunuyla 1975’te ‘En İyi Yabancı Yazar’ ödülünü aldı. 

70’ler ve 80’lerde birçok tiyatroda rol almış, yönetmenlik yapmış, oyunlar yönetmişti. Özellikle ‘Devekuşu Kabare’ için yazdığı skeçler adının çokça duyulmasını sağladı. En sonunda da kendi tiyatrosunun sahibi oldu. 1980 yılında ‘Ortaoyuncular’ adıyla, kendi tiyatrosunu kurdu. 14 Mart 1980’de Harbiye’de, Yapı Endüstri Merkezi Salonu’nda ilk kez perdelerini açan ve günümüze kadar 50’yi aşkın oyunun oynandığı Ortaoyuncular’ın bünyesinde, ayrıca ‘Nöbetçi Tiyatro’ adlı bir gençlik grubu kurarak, yeni sanatçılarının yetiştirilmesine katkıda bulundu. 

Ünlü sanatçı zaman içerisinde televizyona ve sinemaya da duyarsız kalamadı. Daha fazla sayıda insana ulaşmaya başladı. 

Ferhan Şensoy denince ilk aklımıza gelen yönlerinden biri de müzik. Bazı istisnalar hariç müziksiz oyunu yoktur Şensoy’un. Her oyununda şiirlerini besteler. Evet, müzik kullanır Usta. Ama onu özel kılan nokta, mutlaka bir enstrüman ile müziğini icra eden topluluğa öncülük etmesidir. Bu öncülük sırasında sık kullandığı cümlelerden biridir, “Vuracaksın, ses çıkacak çocuğum!” sözü… 

‘Ferhangi Şeyler’ ile Türkiye’nin en farklı oyunlarını sergiledi, her oyunda bir şey anlattı. ‘Pardon’ ve ‘Şans Kapıyı Kırınca’ ile sinema seyircisiyle buluştu.  

Yönetmenliğini Mert Baykal’ın yaptığı, senaryosu kendine ait olan, Pardon isimli filmde oynadı. Filmdeki detaylar mı yoksa bu olayı gerçekten yaşayan kişinin başına gelenler mi daha ilginç, insan karar veremiyor… Pardon filmi, aslında Ferhan Şensoy’un yazdığı ve sahnelediği Çok Tuhaf Soruşturma oyunundan uyarlama. 

Film, tiyatro oyunundan; tiyatro oyunu ise gerçek bir olaydan esinlenildi. İşin en trajik yanı da yıllarca suçsuz yere içeride yatan Nevzat Pak’ın PARDON denilerek tahliye edilmesiydi.  

Filmin hapishane sahnelerinin büyük bir bölümü şu an müze olarak kullanılan Sinop Cezaevi’nde çekilmiş. Hatta Sabahattin Ali “Aldırma Gönül” şiirini, bu hapishanede yatarken yazmıştır. 

‘Dışarda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar
Aldırma gönül, aldırma’ 

Filmin sonunda “Pardon” denilerek salınan üç arkadaş, sistemi ve adaleti izleyiciye çok güzel sorgulatır. İbrahim’in şu lafı, siz sorgulamadan olanı biteni özet geçer hatta: “Adalet dediğiniz o kadar da adil bir şey değil demek ki
Bu film ona Türsak Onur Ödülü’nü kazandırdı. 

Hatta ‘Pardon’ o kadar sevildi ki usta sanatçı filmin devamını da çekmeyi planlıyordu. Her daim sert, kendine has tarzıyla bizlerle buluştu. 

Başta dedik ya, Kel Hasan Efendi’nin tuluatın sembolü olan kavuğunu taşıyanlardandı. Onu da kavuğu Münir Özkul’dan devralmıştı. 

Tarzıyla diğer oyunculardan farklı, kavuğunu sonuna kadar hak ediyordu. Hele ki Münir Özkul’un ardından “Ben kavuğu ne yapacağım Münir Abi?” derken hepimizi duygulandırdı.  

Usta sanatçı Münir Özkul, kavuğu Ferhan Şensoy’a vermesinin hikâyesini şöyle aktarmıştı: 

Rahmetli Dümbüllü İsmail Abi, beni izlemişti ve beğenmişti geleneksel oynadığım bir oyunda. Oyundan sonra ‘Benden sonra sen devam et bu işte’ diye bana kavuğunu verdi. O gün sahnede merasim gibi bir şey yapıldı ve kavuğu aldım. Sonra uzun süre kavuk bende durdu ve yük olmaya başladı. Kavuğu genç birine vermek lazımdı. Düşünüyordum, kimse aklıma gelmiyordu. Sonra bir gün Ferhan tiyatrosuna gidince, baktım Ferhan’ın müthiş bir tuluat yeteneği var. Bir aksilik oldu mu, sıkıştı mı, tak, lafını yapıştırır geçer. Bu çok önemli. Orada aklıma düştü. Hem yazar hem tiyatro sahibi hem de tuluat yeteneği olacak bundan uygunu olmazdı. Kavuğu Ferhan’a verdik. 

Ferhan Şensoy ise “Heyecan verici. Böyle bir kavuğun Kel Hasan Efendi’den Dümbüllü İsmail’e sonra Münir Özkul’dan bana gelmesi hem büyük bir sevinç hem de büyük bir sorumluluk.” ifadelerini kullanmıştı. 

Kavuk, tiyatronun ustalık nişanı olarak da niteleniyor. Münir Özkul’un çok güzel bir tanımlaması var.: “600 senelik bir kültürün, bir temaşa sanatının, tuluatın sembolü.” işte bu kavuğun emanetçilerinden birisi de Şensoy. 

Tuluat oyuncusu Kel Hasan Efendi’nin İsmail Dümbüllü’ye, onun da Yeşilçam’ın usta oyuncularından Münir Özkul’a devrettiği kavuğu yaklaşık 30 yıl boyunca Ferhan Şensoy taşıdı. 

Münir Özkul’un Ferhan Şensoy’a kavuğu sunduğu devir teslim töreni, Türk tiyatro tarihinin simgeleşen anlarından biri oldu.
Şensoy, sahne sanatlarında başarılı olduğu kadar yazılı eserlerde de başarılıydı. Birçok kitabı bizlerle buluşturdu. 

Bizi duygulandıran anlardan birisi de kızı Derya Şensoy’un paylaşımı oldu. “Canım babacığım uçtu göklere” cümleleri kısa ama öz oldu. 

Ortaoyuncular’ın çektirdiği fotoğraf bizlere kaldı. Baykal Kent, Münir Özkul, Rasim Öztekin, Ferhan Şensoy, Erol Günaydın… Güle güle… 

Usta sanatçının ölümü sonrası, Şensoy’un demeçleri, sözleri ve röportajları da gündeme geldi. Ferhan Şensoy bir röportajında: 

İyi misiniz” sorusuna “Ülkem gibi” yanıtını vermişti. 

“Bin yıl yaşayacak gibi değilim. Pazar günü sokağa çıkmak yasak! Kitap yazmak yasak değil. Perde açamamak elbette üzüyor beni, sahneye çıkmayı özledim. Bunun dışında eve kapanmakla ilgili bir sorunum yok. Son yıllarda sokağa çıkmayı da unuttum, çıkasım yok! Gördüğüm şeyler beni mutsuz ediyor. Geriş’e evimize çekildik. Benim boş durmak gibi bir durumum olamaz. Masamın üstü kitap olmayı bekleyen dosyalarla dolu. Bin yıl yaşayacak değilim. Her yazarın ardında bıraktığı bitmemiş dosyaları vardır. Ben ölünce eşim Elif’im toparlayacak dosyalarımı.” 

Ortaoyuncuları’nın büyük ustası görevini yaparak gitti. 

Senin ardında bıraktığın eserlere biz sahip çıkacağız usta… Ruhun şad olsun. 

Hep yazın! Her şeyi yazın, antrenmanlı olun. Şimdi beni bir yere kapatın, önünüze hemen iki perde oyun atayım. 

 

Yazar

Özge Yıldız

1 Yorum

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar