ZEHİRİ ALTIN KÂSEDE SUNMAK

      Hoca yüzüğünü samanlıkta kaybetmiş. Kapının ağzında arıyormuş. “Neden kaybettiğin yerde aramıyorsun?” diye sorulmuş: “Orası karanlık” cevabını vermiş. Bizde de öyle. Kimsenin karanlığa ışık tutası yok. Konu önüne konuyor. Ne kondu onu konuşuyor. Yanlış yerde yanlış kişiler konuşuyor, konuşturuluyor. Buna alet olmayanların oranı ise “cim karnında nokta” kalıyor.  Öyle bir süreçten geçiyoruz.  “12 […]


Paylaşın:

 

 

 

Hoca yüzüğünü samanlıkta kaybetmiş. Kapının ağzında arıyormuş.

“Neden kaybettiğin yerde aramıyorsun?” diye sorulmuş:

“Orası karanlık” cevabını vermiş.

Bizde de öyle. Kimsenin karanlığa ışık tutası yok. Konu önüne konuyor. Ne kondu onu konuşuyor. Yanlış yerde yanlış kişiler konuşuyor, konuşturuluyor. Buna alet olmayanların oranı ise “cim karnında nokta” kalıyor.  Öyle bir süreçten geçiyoruz.

 “12 Eylül” 1(bir) numarası belli bir darbeydi. Üzerinden otuz yıl geçti. Hayattaki iki ismi hasta yataklarında sorguya alındılar. Etme bulma dünyası.   Kimi için bu bir “demokrasi zaferi”. Kimi için ise “tiyatro”, “komedi”.

Şunları söylüyor darbenin bir numarası; “Bugün de olsa yapardım. Benim çıkardığım yasalarla beni yargılayamazsınız. Beni ancak tarih yargılar.”  

Yetki elindeyken de sorulmuş;    “Neden “11” değil de,  “12 Eylül”  diye, “Az daha olgunlaşsın istedik” demişti. İşin püf noktasının bu “olgunlaştırma” olduğu anlaşılıyor. Tılsım burada demek ki. Milli iradeye yönelik her müdahalede yararlanılıyor bundan. Nabız yoklanıyor. Algı yönetiliyor yönlendiriliyor. Kavramların içi boşaltılıyor üzerinde oynanıyor. Olabilecek muhtemel tepkiler kırılıyor. Toplumu hazır hale getiriliyor. Sonra da adım atılıyor. Yol haritaları bu. 

Bugün olgunlaşmış durumdakiler neler?  Onlara da bakmak lazım.

“12 Eylül”ü hazırlayan nedenlerin başında öğrenci olayları,  sol-sağ çatışmaları yer alıyordu.  Kardeşkanı akıyor, kamplaşma kutuplaşmalar vardı. Ülke iç savaşa gidiyordu. Analar evlatlarının akşam eve sağ salim dönmeleri için dua ediyordu.  Buna  “dur” dendiği için de destek görmüştü. 1982 anayasası da bu desteği arkasına alarak kabul edilmişti.   

Benzer durum bugün de var. “Bölücü terör” tarihte görülmemiş derecede yüz bulmuş durumda. Kanın akmadığı, şehit verilmeyen gün yok. Türk devletinin rahatlıkla bunu bitirmeye gücünün yettiğini biliyoruz. Ama bitmiyor, bitirilmiyor her nedense. Burada da bir başka açıdan “olgunlaştırma” süreci işletiliyor demek ki. O süreç tamamlanmış olmalı ki yıllardır mücadele ediliyor görüntüsü verilmesinin ardından    “ne yapalım görüyorsunuz ki bitiremiyoruz işte” denilip  “Kanı durdurma, silahları susturma”  gibi masum bir adın arkasına sığınılarak müzakere süreci başlatılmış durumda. Hudeybiye’yle bile mukayese edildi gâvur-Müslüman her kesimin desteğini almak için.   

“Kan dursun”, “analar ağlamasın”, “gelinler dul, yavrular yetim kalmasın”.

Kimin ne diyeceği olabilir ki buna?

Neyin karşılığında ama? Önemli olan o. Onu da bilen yok. Sorana da “herkesin her şeyi bilmesi gerekmiyor” denilerek devletlilerimize bırakılıyor işin o tarafı. Malum medya “mütareke basını” rolünde bu süreçte.  İtiraz eden hemen  “barış karşıtı, kandan beslenen” diye damgalanıp saf dışı ediliyor.

Ayaklar baş, başlarsa ayak oldular birden. Terörist başı oldu “akil adam”,  “aksakal”.     Askere, devlete kurşun sıkanlar zemzemle yıkanmışa döndüler adeta. Meşruiyet ve güç kazandılar içeride dışarıda. Ada şarkıları dinlettiriliyor bugünlerde.

Eş zamanlı,  “yeni anayasa” çalışması var bir de. Süreç mimarları “o olmadan olmaz” propagandası yapıyorlar sürece paralel olarak. O ki darbe kalıntısıdır, ne yapılsa yeridir. “Çivi çiviyi söker”.  Darbeyle gelen darbeyle de gider.   “Türk” maddesi habis ur durumunda bu koalisyonun gözünde.  O orada kaldığı müddetçe de dert bitmez. Çekip çıkartalım barış sürecine girmişken. Açılsın önümüz. Biz de çağdaş ülkeler safına katılalım.

***

Sıffin savaşı sonrası yaşanan “Hakem olayını” hatırlattı bize bu “çıkartıp kurtulma” reçetesi. Sonuçları bugüne uzanan İslam tarihinde fırkalaşmanın,  fitnenin tohumlarının atıldığı o dramatik, trajik olayı. (Benzetme ne kadar uydu?  Derseniz İmralı görüşmelerini Hudeybiye barışına benzeştirme ne kadar uyduysa…)

Anlaşmazlık iki hakemin vicdanlarına havale edilmişti.  Hz. Ali’nin hakemi Ebu Musa El Eşari kürsüye çıkıp parmağındaki yüzüğü halka göstererek ‘bunu parmağımdan çıkardığım gibi Âliyi de halifelikten öylece çıkarıyorum’ demiş. Muaviye’nin hakemi Amr bin el As da aynı kürsüye gelerek ‘Gördüğünüz gibi halifelik makamı boş durumda.  Ben de bu yüzüğü parmağıma taktığım gibi boşta kalan halifelik makamına Muaviye’yi atıyorum’ demişti.  İslam tarihinde bitmeyen fitnenin fitili de öylece ateşlenmişti.

Bununla ne Muaviye gönüllere girebilmişti,  ne de Hz Ali milletin gönlünden çıkartılabilmişti.

“Türk” maddesini anayasadan çıkartmayı yegâne çare görenler ders alırlar bundan ola ki diyerek bir hatırlatma bizimkisi.

Yeterince fitne var “din-i mübin-i İslam’da” Elversin bu kadarı.   

***

İçeride bu reformların ardından sıra dışarıya geldi. Malumdur ki okyanus ötesi uzantılı komşularımız var bugün.  Bizdeki fitnenin kaynağı ikmal yeri orası. Akan kanda elleri var dirseklerine kadar. Arkaları da kuvvetli. Bunu görmezden gelemeyiz. Orayı da halletmeden içeride rahat yok bize.

Biliyoruz ki orası bir petrol denizi.  Bizim de misakı millimize dâhil yerler. “Hiç koyup, üç almak” varken neden fırsatı değerlendirmeyelim? Bağlarız bizim tarafa olur biter.  Olgunlaştı bile sayılır bu iş. Onlar Arap’ın, Acem’in şerrinden emin olurlar. Biz ekonomimizi güçlendirir,  zenginleşiriz, büyürüz. “Komşuda pişer, bize de düşer.”  “Kazan kazan” bu işte. Fena mı olur? Atatürk’ün de ruhunu şad etmiş oluruz böylece. 

Batı dünyası da ses çıkarmaz buna. Kiminle eş başkanlığı paylaştığımız belli çünkü.  AB standartları, Kopenhag kriterleri, İkiz yasalar, Anadilde savunma, Büyükşehir yasası… Demokratik anayasayla da taçlandırdık mı kim tutar bizi?

Özerklik şartına çekince koymuştuk AB’mizin. İstiyorlarsa onu da kaldırırız.  Bir adımız kalıyor geriye bütün bunlardan sonra.

“Anadolu Birleşik Devletleri” yaparız onu da. Kısa künye  “a.b.d.

Bir şey hatırlatmıyor mu bu bize?

Ülkeyi “küçük Amerika” yapacağım diyen Menderes’in hayaliydi bu da.

Bir Turgut Özal kalıyor geriye.

Bakmayın Adli Tıp’ın “zehirlenerek öldürülmedi” raporuna siz. Başına ne geldiyse bugün dillendirdiklerimizi o gün gerçekleştirmek istemesi yüzünden.

Atatürk’ün, Menderes’in, Özal’ın yarım bıraktıklarını tamamlamak bizimkisi. Kendimiz için bir şey istediğimiz yok değilse.

Bugünün olgunlaştırılmışları bunlar. Henüz ham durumdakiler de yeterli olgunluğa erişsinler onları da görürüz. Büyük resim o zaman çıkar ortaya.

Özal’a zehir yutturuldu mu belirsiz. Ama millete yutturulmak istenenler işte bunlar “altın kâse içinde”

Ambalajına kanıp da zehri bal sayacak mı bu millet? Onu önümüzdeki günlerde göreceğiz hep birlikte. 

 

 

 

Yazar

Osman Erenalp

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar