Yükleniyor...
Kısa bir anlatımla birçok şeyin dışlanmış olacağını bilerek, önemli olanlarını toparlayıp gelinen noktayı belirtmeye çalışalım:
Ormancılığın konusu canlı bir ekosistem olunca bir ormancı teknik elemanın lisans eğitimi ile aldığı bilgiler, herhangi bir coğrafi bölgedeki “teknik ormancılık” uygulamalarını tam olarak yönetmeye yetmez. Ormancılıkta usta-çırak ilişkisi içinde tecrübenin aktarılması ve “bölgesel tecrübe” çok önemlidir. Birçok şey uzun zaman o ekosistemde yaşayarak öğrenilir. Her ağaç türünün silvikültürel (Orman yetiştirmeye yönelik) özellikleri farklıdır. Başka bir deyişle uygulama ile hizmet içi eğitim iç içe geçmiştir.
Özellikle 1960 lardan itibaren orman teşkilatı, istihdam ettiği orman mühendislerini yurt içi ve yurt dışı, hizmet içi eğitimleri ile yetiştirerek bazı uzmanlık dalları geliştirmişti. Orman işletme uzmanı, ağaçlandırma uzmanı, etüt proje uzmanı, korunan alan uzmanı, orman-halk ilişkileri uzmanı, silvikültür uzmanı, orman yolları uzmanı gibi. Hatta bu durum 70’li yıllarda zaman zaman “Tatbikatçılar orman fakültelerinin önüne geçti” şeklinde ifade edilir olmuştu.
Ormancı teknik elemanın doğrudan istihdamı yerine, her konuda hizmet alımına yönelmek, orman ekosistemlerinin bir okul olduğu gerçeğini göz ardı etmektir. Orman ekosistemini yeterince tanımayan, çoğu teşkilatta hiç çalışmamış “atanamayan mühendisler” konumundaki tecrübesiz kimselerden hizmet alınması, orman ekosistemlerinin yapısal özelliklerini hızla yitirmesine ve dirençlerinin azalarak giderek için için çökmesine neden olacaktır.
Teşkilat içinde yeterince teknik adam istihdam edip uzmanlar yetiştirmez iseniz bir zaman gelir ki, teşkilatınızda aldığınız hizmeti ölçebilecek uzman bulamazsınız. Nitekim bir önceki bölümde değindiğim gibi, şu an teşkilatta orman mühendisinin yapacağı birçok görev başka meslek mensuplarınca yürütülmektedir.
Şartların gerektirdiği değişimler tabii ki gerçekleştirilir. Ancak değişime ayak uydurmak adına teknik ve sosyolojik gerçekleri göz ardı edip, mesleki gelenekleri yok sayarsanız, yönettiğiniz orman varlığını her gün biraz daha kaybedersiniz.
Ormancılar, dünyanın hemen tüm ülkelerinde olduğu gibi bizde de gelenekçidirler. Yönettiği kaynaklar söz konusu olunca, son derecede muhafazakârdırlar. Bunu en iyi siyasiler ve orman teşkilatı ile çalışan iş adamları bildikleri için, önceki bölümlerde belirtilen düzenlemeler ile teşkilatın orman kaynakları üzerindeki etkisinin azalması da en çok onların işine yaramaktadır. Nitekim her geçen gün yeni bir düzenleme ile ormancılar, ormanlar üzerindeki inisiyatiflerini kaybetmektedirler. Kim bilir belki de bu yolla orman bürokrasisini hizaya getiriyorlardır.
Günümüzde ormandan faydalanmanın niteliği değişmiştir. Dün odun üretimi ön planda iken, bugün fonksiyonel değerler ve biyo-çeşitlilik önem kazanmıştır. Dün odun dışı ürünler çok önemsiz iken, günümüzde çeşitlenip artmaktadır. Dün yakacak olarak kullanılan odunun yerini, bugün başka enerji kaynakları almıştır. Dün inşaatlarda kullanılan yapacak odunun yerini günümüzde PVC ve diğer malzemeler almıştır. Dün demiryollarında kullanılan ahşap traversin yerini beton travers, elektrifikasyon ve haberleşmede kullanılan ahşap direklerin yerini alüminyum ve beton direkler almıştır. Orman toprağı dün tarımsal amaçla kesilip işgal edilmekteydi, bugün konut ve tesis amaçlı işgal edilmektedir.
Dün ormanlardan köylümüz arazi talep etmekteydi, bugün ise kentlimiz. Özellikle 1980 den sonra maden, turizm, enerji, inşaat vb. sermayenin talepleri ile kentli insanımızın konut, yazlık ev, dağ evi vb. talepleri öne çıkmış, giderek belirleyici olmuş ve ormanlar üzerinde büyük bir baskı oluşturmuştur.
Dün köylünün tarımsal amaçla açtığı ormanlar, bugün terk edilerek tekrar ormana dönüşmektedir ama sermayenin ve kentlinin tahribatı hem kalıcı ve hem de genişleme potansiyeli taşımaktadır. Diğer taraftan siyasal iktidarın ormanları arsa gözüyle görmesi ve sermayenin kullanımına sınırsızca açması, 7 milyonu bulan ve birçoğu 6360 sayılı yasa ile büyükşehir mahallelerine dönüştürülen, orman içi ve kenarı halkının ormana yabancılaşmasına neden olmuştur.
Orman köylülerinin oy tabanı olma özelliğini giderek yitirmesi ise siyasal iktidarların “orman” sayılan arazilere yaklaşımlarını değiştirmiş, sermaye kesimi öncelikli hale gelmiştir. Özellikle son 10-15 yıldır yapılan “orman” sayılan yerlerle ilgili düzenlemeler ve uygulamalar ağırlıkla bu yönde olmuştur.
Ormancılığımızla doğrudan ve dolaylı olarak ilgili hukuksal düzenlemelerle orman sayılan alanlarda “Çok başlılık” ve yetki çatışması alanları yaratılmış, ülkemizin 1/3 üne yakın doğal ekosistemleri yöneten Orman Genel Müdürlüğü, görevini gerektiği gibi yapamaz duruma gelmiştir. Önceki bölümlerde bir kısmına değindiğimiz mevzuat düzenlemeleri ile orman ekosistemleri üzerinde yönetsel kargaşa yaratılarak, orman teşkilatının ve ormancıların inisiyatifi kısıtlanmıştır.
Son 10-15 yılda yapılan yasal düzenlemeler, orman alanlarına “ekosistem” değil de “arsa stoku” olarak bakan bir anlayışın ürünü olup, orman azalmasına neden olan adeta “yasal baltalar” niteliğindedir. Geçmişte birçok siyasal iktidarda az veya çok bu anlayışın izlerini görmek mümkünse de bu dönemde teknik, bilimsel ve hatta hukuki sınırlar zorlanmıştır. Zira bu dönemde getirilen birçok yasal hüküm yürürlükteki Anayasamızın 169. maddesindeki “..orman sınırlarında daraltma yapılamaz..” hükmüne aykırıdır. Ama bunları Anayasa mahkemesine götürecek ana muhalefet partisi de yok gibi. Kim bilir belki onlar da sonuç alamayacaklarını düşünmektedirler.
Bu sorunun kısaca verilecek cevabı yoktur, ancak birkaç temel konuya değinmekle yetineceğim:
Orman Genel Müdürlüğü, müstakil bir yapıya kavuşturulmalı, yönettiği ekosistemler üzerinde söz sahibi olmalı, tüm kararlarının diğer kurumların ve ilgili halk kesimlerinin demokratik katılımları ile alındığı, uygulamaların bir bütün oluşturacak şekilde planlandığı ve denetlenebilir bir kurum kimliğine kavuşturulmalıdır. Ülkemizin değişen şartlarına ve sosyal gerçeklerine uygun olarak ormanlarımız, “ekosistem tabanlı bir ormancılık ideolojisi” geliştirilerek, katılımcı bir anlayışla yönetilmelidir.
Teknik ormancılık faaliyetlerinin gereğince yürütülebilmesi için, Orman işletme müdürlükleri 20 bin ve orman işletme şeflikleri 5 bin hektar büyüklüğüne indirgenmelidir.
Ormandan verilen izinlerde yüksek kamu yararı aranması sağlam esaslara bağlanmalı, kamu yararı tespiti ve izin verilmesinde ormancılık örgütü etkin kılınmalıdır.
Ormancılık öğrenimi veren fakülteler azaltılıp etkinleştirilmelidir.
Ormancılık hizmetlerinde yeterince orman mühendisi istihdam edilerek hizmetler devlet eliyle yapılmalı, sektör içi uzmanlık alanları geliştirilmeli, teknik kalitesi tartışmalı olan ve her geçen gün yozlaşan “hizmet alımı” şeklindeki ormancılık, belli konular dışında terk edilmelidir.
“Son söz” olarak; Yasalarda ve yönetmeliklerde yukarıda bir kısmına değindiğimiz bunca değişiklik yapıldıktan sonra, dönüş yapılabileceğine inanmasam da, birçoğu Anayasamıza aykırı olan, tüm mevzuatın yeniden düzenlenmesini, ormanlarımızın “arsa stoku” olarak değil, “eşsiz ekosistemler” olarak görülmesini ve “geleneksel devlet ormancılığına” dönülmesi gerektiğini vurgulamayı vicdanî bir görev sayıyorum.