06.06.2023

Yeter artık bilip bilmeden uğraşmayın şu sözlüklerle! Yahut sözcükler ve şeyler

“Türkçe lastik gibi”dir. Sözcükler, bağlamlarından koparıldıkları zaman birden çok anlamı çağrıştıracak şekilde anlaşılabilirler. Öyleyse bir hanım arkadaşınıza, müsait olup olmadığını sorarken biraz dikkat edin.


Bir sözcüğün anlamı, onun dildeki kullanımıdır. - Ludwig Wittgenstein

Bir sözcüğün anlamı, onun dildeki kullanımıdır. – Ludwig Wittgenstein

Maksat hasıl olmamış!

“Dilin klasik çağdaki varoluşu, hem egemence hem de gizlice olmuştur. Egemence, çünkü kelimelere ‘düşünceyi temsil etme’ görevi ve gücü yüklenmiştir. Fakat, temsil etmek burada tercüme etmek, göze görünür bir aktarım yapmak, düşünceyi bedenin dış kanadı üzerinde, tamlığı içinde yeniden üretebilen maddi bir ikiz imal etmek anlamına gelmektedir: dil, düşünceyi, tıpkı düşüncenin kendi kendini temsil ettiği gibi temsil etmektedir.”diyor Michel Foucault “Kelimeler ve Şeyler” adlı çalışmasında (Foucault, 2017, s. 127).

Geçen haftalarda TDK sözlüklerini eleştirenleri eleştiren bir yazı yazmıştım. Yazının içeriği kısaca, yukarıda Foucault’un belirttiği gibi sözcüklerin bizim zihniyet ve düşünce dünyamızın ürünleri olduğu ve bunları temsil ettiği idi. Sözlükçülerin de ama yazılı kaynaklardan ama sözlü kaynaklardan bu sözcükleri toplayıp nesnel bir tavırla listelemeleri ve kaydetmeleri gerektiğini söylemiştim; ama yazıyı uzatmamak için bazı dil olguları ve olaylarını özetleyerek geçtim. O yazıda “maksat hasıl olmamış” ki yazıya yapılan yorumlarda hâlâ “müsait” sözcüğü üzerinden eleştiriler geldi ve gelmeye devam ediyor.

Olumlu ya da olumsuz her eleştiri başımızın üstüne olmakla birlikte ne üniversiteye kadar çeşitli kademelerde okutulan Türk dili ve edebiyatı derslerinin ne de üniversitelerde okutulan zorunlu Türk dili derslerinin maksatları hasıl olmuş gibi görünmektedir. Bu da bir önceki yazımdaki maksadın hasıl olmamasının nedenlerinden biri herhalde.

Derin dil bilgisi öğretiminin hiçbir işe yaramadığını; anlama, anlamlandırma, metin çözümleme gibi dilin diğer yönlerine ışık tutan anlam bilimi alanının es geçildiğini ilköğretimden üniversite kademesine kadar mezun öğrencilerle yaptığım derslerde gözlemledim. Her ne kadar onaylamasam da ÖSYM’nin yaptığı çeşitli sınavlara öğrenci yetiştiren kurumlarda öğrencilerin anlam ve anlamlandırma konularına çok yabancı olduğunu gördüm. Meslektaşlarımın “Bu konular öğretilemez; bol bol okuma yapmalı öğrenci.” iddialarına da şahit oldum. Oysaki anlayarak okuma ve anlamlandırma yöntemlerinin öğretilebildiği ve bunların metinler üzerinde uygulanabildiğini tecrübe ettim. Diğer türlü, salt okuma eyleminin de pek faydalı olmadığını düşünüyorum.

Sözcükler ve şeyler

XIX. yüzyılın sonu XX. yüzyılın başında ortaya çıkan ve dil çalışmalarının olduğu kadar diğer sosyal bilimlerin de seyrini değiştiren dil bilimi, aslında bu konuda çok yararlı çalışmaların yapıldığı bir alandır. Dil bilimi alanı, bugün, dil öğelerinin çeşitli yönlerine ışık tutan birçok alanı kapsamaktadır ki bu yazı ile ilgili olanı anlam bilimidir.

Sözcükler, Saussure’a göre göstergeler, iki temel unsur üzerine kurulur: Zihnimizde tasarım ve veya çağrışımlarıyla bulunan kavramlar ve bunları işaretleyen işitim imgeleri. Kavram ve işitim imgesinin birlikteliği ise sözcüğün taşıdığı içerik ve düşünce olarak tanımlanabilecek anlamı oluşturur. Kavram ve işitim imgesi bir bütün olduğu için birbirlerinden ayrılamaz. Bu nedenle bir demir paranın yazı ve tura yüzlerine benzetilir.

Kavramları etiketleyen işaretler olarak sözcükler, “biri onlara ne anlam vermişse o anlama sahiptir.” (Wittgenstein, 2011). Yani bizim onları kullandığımız bağlamlara göre anlam kazanırlar. Sözcük tek başınayken ancak temel anlam dediğimiz tek bir anlamı vardır. Biz onları sanat, bilim, kültür üretirken ya da gündelik iletişimimizi sağlarken kullandıkça bu sözcükler farklı farklı anlam değerleri kazanır.

Sözcükler hem değiştirilebilir hem değiştirilemez dil öğeleridir

İşaret ettikleri nesne ve varlıklarla nedenli bir ilişkileri bulunmayan sözcükler, bir yanlarıyla toplumun diğer yanlarıyla bireyin malıdır. Dil, toplumsal olarak kurallar ve sözvarlığı olarak varlığını sürdürür. Kimsenin bir kuralı ya da bir kavramı işaret eden bir sözcüğü değiştirmeye gücü yetmez. Bilinmeyen bir zamanda, bilinmeyen bir yerde bilinmeyen kişiler tarafından adlandırılan kavram ya da konulan bir kural; bugün, dili konuşanlar tarafından tartışılmaz bir biçimde kabul edilmek zorundadır. Kimse nefes alıp vermek için kullandığımız organa burun dışında başka bir sözcük önermeyi aklından bile geçirmez. “Ben burun değil, nurub diyeceğim.” deme hakkına sahip değildir. Hiç kimse alet adları türeten +lIK eki yerine başka bir ek kullanmayı aklından geçirmez. Sanki bu bütün toplum tarafından üzerinde sözleşilmiş bir durumdur. Bu nedenle, bireyin tek başına dilde değişimi sağlamaya gücü yetmez. İşte sözcükler bu anlamda değiştirilemez dil öğeleridir.

Sözcükler değiştirilebilir dil öğeleridir. Nasıl mı? Dilin duygu, düşünce bildirme sırasında kullanımı tamamen bireysel bir edimdir. Dilin bütün öğeleri kişinin emrine amadedir. Sözcükleri, temel anlamlarına bağlı olarak yeni anlamlar katmak, eldeki sözcük listesini yeni kavramları adlandıracak şekilde kullanmak bireyin elindedir. Özellikle dil işçiliğine dayalı etkinlik yürüten şairler, yazarlar, fikir adamları sözcükleri, bu şekilde değiştirme gücüne sahiplerdir. Bu şekilde, imgeler yaratır ve var olan sözcüklere yeni anlamlar katarlar. Sözlükler de bunları kaydeder.

Zaman ve mekâna bağlı olarak toplumun değişen ihtiyaçlarına göre yeni sözcükler üretildiği gibi var olan sözcüklere de yeni anlamlar katılabilir. Bazen sözcük, toplum ihtiyacına karşılık veremediği için kaybolup giderken bazen de büsbütün değişik kavramları işaret eder hale gelir. Bu şekilde, sözcüğün anlamı genişler ya da daralır.

Dil öğeleri -sözcükler de dahil- toplum kabulü olmadan değiştirilemezler. Her halükârda, değişmesi için yaygınlaşması yani toplumun uzlaşmasına ihtiyacı vardır. Bireyin çabası yeterli değildir.

Sen neyi anlatmak istiyorsan sözcük, o anlamdadır

Sözcükler, dilde ne kadar sık kullanılırsa o kadar değişik bağlamlarda kullanılma olasılığına sahiptir. Bu nedenle bazı sözcükler, kullanım sıklığı ve bağlam çeşitliliğine dayalı olarak yeni anlamlar kazanırlar. Bu durum, anlam biliminde çok anlamlılık olarak adlandırılır. Çok anlamlılık, “bir kelimede temel anlamla bağlantılı birden çok anlamın bulunması; bir kelimenin anlam genişlemesi yoluyla, asıl anlamı ile olan ilişkisini kaybetmeden yeni anlamlar kazanması”dır (Korkmaz, 1992, s. 38). Bu, bütün dillerde gayet doğal bir durumdur.

“Yeter artık bilip bilmeden uğraşmayın şu sözlüklerle!” başlıklı yazımda en çok eleştiri, “müsait” sözcüğü üzerinden geldi. Sözcük, Büyük Türkçe Sözlük’te “1. Uygun, elverişli: ‘Asla hissîliğe, ılık ve yumuşak duygulara müsait değiliz.’ -N. F. Kısakürek. 2. tkz. Flört etmeye hazır olan, kolayca flört edebilen (kadın).” anlamları ile tespit edilmiş. Birçok kişi “Ne yani, biz, hanım bir iş arkadaşımıza ‘Müsait misiniz?’ diye soramayacak mıyız?” iddiasıyla, kaydedilen ikinci anlamın gereksiz ve uygunsuz olduğu sonucuna vararak çıkarılmasını talep etmeye devam ettiklerini belirttiler.

Verilecek yanıt aslında gayet açıktır, hangi anlamı kastediyorsanız rahatlıkla kullanın. Eğer flört etmeyi istiyorsanız karşınızdaki bunu anlar. Fakat muhatabınızın bir iş yapmak ya da bir şey danışmak için zamanı ve durumunun uygunluğunu soruyorsanız hanım arkadaşınız onu anlayacaktır. Eskiden annelerimiz misafirliğe gitmeden önce komşuya gönderip “Müsaitseniz size çaya geleceğiz.” diye haber verirdi; ben şahsen, hiçbir komşu teyzeden dayak yemedim. İşte bağlam dediğimiz bu. “Bir dil birimini çevreleyen, ondan önce veya sonra gelen, birçok durumda söz konusu birimi etkileyen, onun anlamını, değerini belirleyen birim veya birimler bütünü, kontekst” olarak tanımlanabilecek olan bağlam, sözün söylendiği ortam, olay ve olgular dizisine bağlı olarak sözcüklerin anlamlarını belirler. Yani, siz sözcükleri hangi bağlamda kullanırsanız sözlerinizin muhatabı, sözcüklerinizi bu bağlama uygun şekilde anlamlandıracaktır. Çünkü “Bir sözcüğün anlamı, akla gelen olası anlamları ifade etmez, aksine o sözcüğün bağlam içindeki kullanımında saklıdır.” (Rayner, 2018). Başka bir ifadeyle bağlam, “Bir sözcüğün anlamı, onun dildeki kullanımıdır.” (Wittgenstein, Felsefi Soruşturmalar, 1998, s. Fragman 43).

Konuyu, “ayrılmak” eylemi üzerinden somutlaştıralım:

“Kadın kocasından ayrıldı.” tümcesini olay ve olgular dizisi olmadan yorumlayacak olursak iki anlam ortaya çıkacaktır: “1. Uzaklaşmak, bir yere ya da yerde bırakmak; 2. Boşanmak.” Eğer olay ve olgular dizisi ifade edilmezse yani tümcede gerekli bilgiler verilmezse her iki anlamın da çıkarılması gayet doğaldır.

Tümce için iki senaryo yazalım. Kadın ve kocası alışveriş yapıyorlar. İşleri bitiyor ve kadın kocasından ayrılıyor; eve gitmek için otobüse biniyor. Eğer bu bilgiler tümcenizde verilecek olursa ya da bu olaylar dizisi bilinirse kimse ayrılmak sözcüğünden “boşanmak” anlamını çıkarmaz.

İkinci senaryoda da koca her akşam içki içen, eşine şiddet uygulayan birisi olarak tanıtılsın. Bu olay ve olgular dizisi içinde “Kadın kocasından ayrıldı.” tümcesindeki ayrılmak sözcüğünden “uzaklaşmak, bir yere ya da bir yerde bırakmak” anlamlarını çıkarmaz.

Sonuç olarak, “müsait” sözcüğünü rahatlıkla kullanın. Eğer flört etmek istediğinizi kastedecek bir işaret vermezseniz hiçbir kadın, size taciz davası açmayacaktır. Bu yüzden, ilk yazımda bunun toplumsal bir zihniyet meselesi olduğunu ifade ettim. Burada da bireysel bir zihniyet ve davranış meselesi olduğunu da ifade ediyorum.

En az kullanılan anlam sözlüğe alınmaz mı?

Bir sözlüğe hangi sözcüğün nasıl dahil edileceği, sözlüğün amacıyla ilgilidir. Temelde sözlükler ansiklopedik, genel ve özel sözlükler olmak üzere üçe ayrılırlar. Eleştirilen TDK sözlüğü, “başbuğ” sözcüğü üzerinden yapılan eleştiride bir terim sözlüğü idi. Terim sözlükleri, özel sözlükler sınıfındadır ve bunlar belirli bir sanat, bilim ya da uygulama alanına yöneliktir. Bu sözlüklerde sözcüklerin gündelik kullanımlarına yer verilmez. “Müsait” sözcüğü ise genel sözlükte yer alır ve bu sözlükler, gündelik kullanımlar ağırlıkta olmak üzere sözcüğün belirlenen her biçimini içerir. Sözcüğün anlamının sakıncalı olup olmaması, sık kullanılıp kullanılmaması göz önünde bulundurulmaz. Yani “müsait” sözcüğünün flörtle ilgili anlamı sık kullanılmadığı için çıkarılmalıdır iddiası, bu bakımdan pek de mantıklı değildir.

Bir sözcüğün kullanım sıklığı onun kullanıldığı metinlerin içinde belirlenebilir. Bütünce/corpus olarak adlandırdığımız örneklemler içinde, sözcüğün hangi sıklıkla kullanıldığı belirlenebilir. Bir sözcük bir metinde yüzlerce kez geçebilir; ancak aynı sözcüğün başka bir metindeki kullanım sıklığı on kezi aşmayabilir. Bu, metin yazarının ya da daha genel anlamda söz sahibinin bireysel tercihi ile ilgilidir. Yine “müsait” sözcüğü bir metin boyunca sadece “flört” bağlamında kullanılabilecekken, başka bir metinde sadece “uygun, elverişli” bağlamında kullanılabilir. Sıklık, sözlük hazırlanırken sözcüğün hangi anlamının kaydedileceğini belirleyen bir ölçüt değildir.

Dilin kemiği yok ya da Türkçe lastik gibi nereye çekersen oraya gider!

Türkçenin lastik gibi” olduğunu söylemek halk arasında bir alışkanlık halini almıştır. Sözcükler, bağlamlarından koparıldıkları zaman birden çok anlamı çağrıştıracak şekilde anlaşılabilirler. Kimi zaman muziplik olsun diye, kimi zaman da bilinçli olarak başvurulan bir yoldur sözcüğü bağlamından koparmak.

İşte bu nedenle dilinizin kemiği olmadığını da hesaba katarak iş yerinizdeki hanım arkadaşınıza “müsait olup olmadığını” sorarken iki şeyi göz önünde tutun:

  • Ne için müsait olduğunu açıkça belirttim mi? Örneğin “Ben sadece dosyalara göz gezdirmesini istiyorum.”
  • Ben, bireysel olarak neredeyim? Bu önemlidir; çünkü muhataplarınızın sizi ve söylediklerinizi anlamlandırması sizin genel davranış kalıbınıza ve kişiliğinize göre olacaktır. Eğer siz doğru yerdeyseniz emin olun istemediğiniz şekilde anlaşılmazsınız; tıpkı yazarlar gibi sizin de bir üslubunuz var.

Sanırım burada, Kutadgu Bilig’in yazarı Yusuf Has Hacib Ata’ya kulak vermek gerek; çünkü sözcüklerimizle anlatacağımız şeyler, bizi vezir de eder rezil de… Sözlüğün hiçbir kabahati yok…

Kara baş yağısı kızıl til­turur, Kara başın düşmanı kızıl dildir;
Neçe baş yedi bu takı ma yeyür O ne kadar baş yemiştir ve yine de yemektedir.
Başıŋnı tilese tiliŋni küdez, Başını kurtarmak istersen, dilini gözet;
Tiliŋ tegme künde başıŋnı yanur Dilin her gün senin başını tehdit eder.

Kaynakça

Foucault, M. (2017). Kelimeler ve Şeyler -İnsan Bilimlerinin Bir Arkeoloji- (6. b.). (M. A. Kılıçbay, Çev.) Ankara: İmge Kitabevi.

Korkmaz, Z. (1992). Gramer Terimleri Sözlüğü. Ankara: TDK.

Rayner, T. (2018, Ocak 29 ). Bir Kelimenin Anlamı, Onun Dildeki Kullanımıdır: Wittgenstein’ın Felsefesinde Dilin Sınırları. Aralık 17, 2018 tarihinde düşünbil.com: https://dusunbil.com/bir-kelimenin-anlami-onun-dildeki-kullanimidir-wittgensteinin-felsefesinde-dilin-sinirlari/ adresinden alındı

Wittgenstein, L. (1998). Felsefi Soruşturmalar. (D. Kanıt, Çev.) İstanbul: Küyerel Yay.

Wittgenstein, L. (2011). Mavi Kitap, Kahverengi Kitap. (D. Şahiner, Çev.) İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

 

 

Yazar

Mustafa Levent Yener

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar