Yükleniyor...
Soldan sağa: Tümen Somuncuoğlu, Abdullah Gündoğdu, Yağmur Tunalı, Konuralp Ercilasun
29 Kasım 2016’da Türk Ocakları Ankara Şubesi’nin düzenlediği
“Prof. Dr. Turan Yazgan’ın Anısına… Bağımsızlıklarının 25. Yılında Türk Cumhuriyetleri”
başlıklı toplantıda Prof. Dr. Konuralp Ercilasun’un konuşmasının çözümüdür.
Panelde yapılan konuşmalar, rahmetli Yücel Hacaloğlu tarafından
“Dört Türk Büyüğü” başlıklı bir kitap hâline getirilmiştir.
Bu çalışmanın MİSAK’ta yayınlanmasında büyük katkısı olan
Türkân Hacaloğlu’na teşekkürlerimizle…
Benim için Turan Yazgan, çocukluğumda evimize giren dergilerle başlar. Bu dergilerden biri aylık yayımlanan Türk Dünyası Tarih Dergisi idi. Büyük bir hevesle bu dergileri okurdum. Belki de binlerce sayı çıktığı söylenen dergi bu dergidir. Sonra büyüyünce gördüm ki aylık dergi çıkarmak çok zormuş. Dergiyi bırakın bir tane ortak kitap çıkarmak bile insanı çok zorluyor. İşte aylık dergi çıkartırdı vakıf. Üstelik aylık dergi çıkartması, 1991’den sonraki faaliyetlerinin yanında çok küçük bir faaliyet olarak kaldığını söylemeliyim.
Turan Hoca’nın diğer bir başarısı da Türk Dünyası Müzik Topluluğu’nun kurulması ve onun kasetlerinin satılması idi.
1991’de Türk Cumhuriyetleri bağımsız olduğu zaman Türkiye Cumhuriyeti büyük öğrenci projesidir. Türkiye, tüm cumhuriyetlerle ayrı ayrı anlaşmalar imzaladı ve her birinden belli bir sayıda öğrencinin Türkiye’ye gelmesi karara bağlandı; ama devletten bir yıl önce bu işi Türk Ocakları yapmıştı. Daha 1990 yılında henüz dağılma gerçekleşmemiş iken, Sovyetler Birliği var iken Türk Ocakları oradan öğrenci getirdi. Türk Ocakları’nın Sovyetler Birliği içindeki insanlarla konuşabilecek, temas kurabilecek bir mekanizması yoktu. O sırada Türk Ocakları’nın bu isteğine Turan Yazgan aracı olarak tüm temasları kurup aşağı yukarı 40 öğrencinin tek tek, daha Sovyetler Birliği dağılmadan kurduğu temaslarla Türkiye’ye gelmesini sağladı. Bu da onun bir diğer önemli faaliyetidir.
Bağımsızlık sürecinin aslında bizim tarafımızdan algılandığını biliyoruz; ama karşı taraftan algısını ben bağımsızlıktan yaklaşık 15 yıl sonra 2006-2007 yıllarında öğrendim. Görüştüğüm bir Kazak parlamenter 16 Aralık 1991’i bana şöyle anlattı:
“Biz bağımsızlığı ilan ettik, büyük bir bekleyiş içerisindeyiz. Dünyadan ne tepkiler olacak diye düşünüyoruz. Rusya’dan ters bir tepki gelecek mi acaba? Tüm milletvekilleri olarak diken üstündeydik. İşte tam da o sırada Turgut Özal’ın telgrafı geldi. Bağımsızlığı tanıyoruz diye. O sırada coşkumuz muhteşemdi. Ondan sonra psikolojik bariyer yıkıldı.”
1991’de bağımsızlık büyük bir coşku ile; ama aynı zamanda büyük bir ekonomik çöküntü ile geldi. Sovyetler Birliği’nin emperyal yapısı sebebiyle bu cumhuriyetler birer hammadde deposuydu ve her şeyleri merkeze bağlı idi. Merkezden birtakım şeyler almadan varlıklarını devam ettirecek durumda değillerdi. Bu yetmiyormuş gibi bağımsızlık ilan edildi denildiğinde Kırgızistan’dan kalkan askeri bir uçak Moskova’ya indi. Rus olan pilot “Ben Kırgızistan’da ne yapacağım?” dedi. Birçok iş durdu. Kırgızistan’a 4 yıl sonra gittiğimde bina yapımında kullanılan vinçlerin taşıdıkları blokların havada hâlâ asılı durduğunu gördüm.
Bağımsızlıkla birlikte gelen ekonomik çöküntü ile aşağı yukarı 5 yıl devam etti. Dibe vurduktan sonra yavaş yavaş ivmelenmeye başladı. Bunun etkileri 2000’den itibaren görülmeye başlandı. Özellikle Kazakistan- Azerbaycan ve Türkmenistan büyük bir ekonomik gelişme yakaladı. Özbekistan ve Kırgızistan’da bu gelişme nispeten daha az olsa da onların ekonomileri de kurtuldu.
1991-2001 döneminde bölgede kurulan birçok uluslararası örgüt faal olmadı. Kimisinin başını Rusya çekiyordu, kimisinin başını bölge ülkeleri kendileri çekmeye çalışıyordu. Ancak 1996’da bir sorun olmaya başlayan sınır problemlerini halletme meselesinde, beş komşu ülke -Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan- 2-3 yılda büyük mesafe kat etti. Hepsi sınırlarında anlaştılar ve birbirlerinin daha önce tanımadıkları sınırlarını tanıdılar.
Bunun üzerine 2001 yılında Özbekistan’ı da aralarına alarak Şangay İşbirliği Örgütü’nü kurup faaliyetlerini daha üst düzeye taşıdılar. Bundan 3 ay sonra, 11 Eylül Saldırıları meydana geldi. Bu bir terör saldırısı kabul edildiği için bütün dünya diplomatik anlamı da olmayan samimi duygularla Amerika’nın yanında durdular.
Bu destek Amerika süper güç olduğu için verilmedi. Bu beklenmeyen bir olay olduğu için oldu. Ama bunun yanında bazı ülkelerin kendi duyguları da vardı: Ben 11 Eylül günü tesadüfen Pekin’deydim. Olayın ertesi gün 12 Eylül’de Pekin’deki sokak gazetecisi, gazetesini “İyi Haber! İyi Haber!” diye satıyordu. Bu Çin’in içindeki duyguydu. Çin’in uluslararası duygusu kesinlikle böyle değildi.
Çin uluslararasında da bu duyguyu yansıtmadı. Onun yerine 11 Eylül’e kendi çıkarları için kullanmaya çalıştı tıpkı Rusya gibi. Rusya Çeçenleri, Çin de Uygurları uluslararası planda terörist ilan etmeye çalıştı. Çin’in beklemediği bir şey oldu. Amerika, o hırsla bana bu saldırıyı yapanlar Afganistan’da diyerek Afganistan’a girdi. Bugünden bakınca algımız farklı olabilir; ama Amerika Afganistan’a girdiği zaman dünyanın desteği yanındaydı. Çünkü teröre karşı mücadele ediyordu. Algı o yöndeydi.
Aslında Amerika’nın Afganistan’a girişi Çin için çok beklenmedikti. Onun için BM’de Çin çekimser kaldı. Afganistan’a giriş kararının onaylanması sırasında Çin’in veto hakkı vardı. Veto verseydi Amerika oraya giremezdi; ama Çin hiçbir zaman tek kalmaz. Tek kalmamak için de veto hakkını kullanmayıp çekimser kaldı. Çin’in durum algısı:
“Biz Amerika’yı hep denizden bekledik ama arkamızdaki karaya geldi oturdu.” Üstüne üstlük böyle algılamakla kalmıştı bu hamle Şangay İşbirliği Örgütü’nü de çatlatmıştı. Şangay İşbirliği Örgütü daha 3 ay önce kurulmuştu ve bu hamleyle ölü bir örgüt haline gelmiş oldu. Niçin? Çünkü Özbekistan aktif olarak Amerika’nın Afganistan operasyonuna destek verdi. Kırgızistan üs verdi, Kazakistan asker yolladı. Dolayısıyla Şangay İşbirliği Örgütü’nde ciddi bir çatlak oldu. Bu durum iki yıl daha devam etti.
Afganistan işgaliyle kendisini dev aynasında gören Amerika, 2003’te Irak’a girdi. Irak’a girdiğinde durum Afganistan’dan farklıydı; bütün dünyanın desteğini alamadı. Hatta dünyaya rağmen, meşru hukukî kararları da çıkartmadan Irak’a girdi.
2003’te Irak saldırısı, 2003’te Gürcistan Devrimi, 2004’te Ukrayna Devrimi, 2005’te Lübnan Devrimi ve 2005’te Kırgızistan’daki olaylar; iki yılda birbiri ardınca gerçekleşti ve bunlar dünyada özellikle de Türkiye’de hep birer Amerikan başarısı olarak görüldü. “Dünyayı artık Amerika hegomonyası ele geçirdi.”, “Artık bütün ülkelerde istediğini yapabiliyor, istediği gibi hükümetleri devirip yenilerini getirebiliyor.” gibi düşünceler yaygınlaştı. Ama kazın ayağı yine öyle değil. Amerika her ne kadar dünyanın süper gücü olsa da her şeye de kadir değildir. Nitekim diğer devrimler hakkında konuşmayacağım; ama 2005 Kırgızistan olaylarında aslında Amerika’nın Kırgız muhalefetini kullandığını zannederken aslında Kırgız muhalefetinin Amerika’yı kullandığını anladık. Bu nasıl oldu? Olayı biraz gerisinden alırsak eğer, 2004 yılında Amerika, Kırgızistan’a yeni bir elçi atadı.
Yeni elçi Kırgızistan’daki ilk toplantısında “Benim Amerikan elçisi olarak Kırgızistan’daki görevim Kırgızistan’ın demokratikleşmesini takip etmektir.” dedi. Bir elçinin görevi nedir? Benim Türk elçisi olarak Washington’daki görevim nedir? Örneğin, Amerika’nın demokratikleşmesini takip etmek gibi bir demeci bir Türk elçisi neden versin? Elçinin görevi nedir? Kendi ülkesinin çıkarlarını korumak, iyi ilişkileri geliştirmek, ticareti geliştirmek vs. ama Amerikan elçisi açıkça bu demeci verdi; ancak Akayev 2005’in Mart ayında devrilip muhalefet idareyi ele aldıktan sonra, aradan 4 ay geçti Şangay İşbirliği Örgütü’nün Kazakistan’da toplantısı oldu.
Örgüt oybirliği ile “Şangay İşbirliği Örgütü topraklarında yabancı devletlerin üsleri bulunmayacak.” kararı aldı. Bu, açıkça Amerika’nın başa getirdiği insanların Amerika’yı hedef alan bir kararıydı. Kırgızistan bu konuda uzun süre Amerika ile sorun yaşadı. Zaten Özbekistan anında çıkarmıştı. Sonunda 2010’lu yıllarda Kırgızistan’daki üs kapatıldı. Dolayısıyla Şangay İşbirliği Örgütü tekrar geriye dönmüş oldu.
2010’dan sonraki olaylara da bakacak olursak, 2010’dan sonra artık güçlenmiş bir Rusya ile karşı karşıyayız. Rusya Şangay İşbirliği Örgütü’nden ayrı olarak bir de Avrasya Ekonomik Birliği’ni kurdu ve eski Sovyetler Birliği topraklarında etkinliğini hissettirmeye başladı. Maalesef Kırım’ı ilhak etti. Bu da ona, bölgede büyük bir psikolojik üstünlük kazandırdı. Rusya’da artık tekrar denklemin içerisine girdi. Yalnız günümüze geldiğimizde artık görüyoruz ki Amerika kendini zannettiği gibi dünyada tek oyuncu değil. Rusya ve Çin de büyük oyuncular.
Bölge ülkeleri de artık kendi sözlerini söyleyebilecek kapasiteye erişmiş söz sahipleridir. Ayrıca bizim gibi, İran gibi, Hindistan gibi bölgesel oyuncular da bölgede önemli güçler; bölge kendi kişiliğini büyük ölçüde bulmuş durumda.