Yükleniyor...
10 Kasım Deklarasyonu (2020) Rus faktörünü siyasi düşüncenin merkezine geri getirdi. Çatışmaların kesilmesi ve Karabağ’a asker konuşlandırılması Rusya’yı yeniden gündeme taşıdı. Hükümet sözcüleri ve genel olarak Rusya’nın çıkarlarının savunucuları, 10 Kasım gerilemesini haklı çıkarmak için dikkate değer tezler ortaya koymaya başlamışlardır ve bu propaganda çalışmaları günümüzde farklı frekanslarda devam etmektedir. Temel tezler şunlardır: Son Karabağ Savaşı’na müdahale etmediği için Rusya’ya minnettar olmalıyız; Rusya devasa bir devlettir, ona karşı çıkmak ahmaklıktır; Rusya zaten Karabağ’daydı; Rusya’yı kızdırmamalıyız; Rusya yakında çökecek, sonra Karabağ sorunu kolayca çözülecek…
Millî pozisyonda olanlar elbette farklı bir mantık öne sürüyorlar. En önemlisi Karabağ’dan her gün gelen endişe verici haberler Rusya’nın ve/veya yetkililerin yanıldıklarını gösteriyor. Vatandaşlarımız 11 aydır bu haberle yatıp kalktığı için ayrıntılara girmeyeceğiz. 44 günlük Üçüncü Karabağ Savaşı zaten durdurulmuş olsa da, sonraki ilerleme henüz mantıklı bir sonuca varmadı. Süreç devam ediyor. Bu nedenle konuya uzaktan ama içeriği yönünden yaklaşmak daha faydalı olabilir. “Nasıl?” diye değil “Niçin?” diye sorup, elimizden geldiğince doğru ve objektif bir şekilde cevaplamaya çalışacağız. Millî siyasi düşünce tarihinde Rusya’nın yeri meselesinden yola çıkarak günümüze geleceğiz.
Şimdi Azerbaycan’ın Rusya ile gönüllü olarak birleşme hikayesine inanan birini bulmak zor. Ama onlarca yıldır bu fikir beyinlere yerleştirildi ve boş kafalarda yerini aldı. 19. yüzyılın başındaki resmi tarihçilik, Azerbaycan hanlarının doğru bir seçim yaptığını iddia etti. Üç kötüden en iyisi seçilmiş. Yani geri kalmış İran’ı veya Osmanlı’yı değil, gelişmiş Rusya’yı seçtiler. Seçtikleri Rusya bu aptallığın bedelini çok geçmeden ödetti. Kurakçay Antlaşması’na (Mayıs 1805) karşılık iç işlerinde hakimiyetlerini koruyacaklarını düşündüler. Bir yıldan kısa bir süre sonra (Şubat 1806), Karabağlı İbrahim Han ve ailesi öldürüldü. Hanlıklar birbiri ardına lağvedildi, han ve bey aileleri dağıtıldı. Hâlbuki şimdi yüceltilen hanlarımız böyle bir kaderi görebiliyordu. Çünkü burunlarının ucundaki “Tiflis hanı”nın ailesi de aynı muameleyi görmüştü.
19. yüzyılın başlarındaki trajik tarihimizden çıkarılacak başka bir ders daha var: Rusya sözünü tutmadı.
Biraz da Azerbaycan’a yerleşmiş olan Rusya’ya karşı farklı tutumdan bahsedelim. Lise ders kitaplarından biliyoruz: Mirza Fatali Ahundov ve diğer yetkililer, eli kalem tutan eğitimli kesimin bir kısmı (örneğin Karabağname yazarları) Rus hükümetini bir lütuf olarak gördüler. Ahundov, yeni gençliğin temsilcisi Hasan Bey Zerdabi’ye tavsiyede bulundu: “Yakamızı bırak! Şükürler olsun ki Rus devletinin himayesinde geçen zamanların zulmünden ve baskısından kurtulduk, huzura kavuştuk ve hayatımızdan razıyız.”[1] Zerdabi ve yeni nesil gençlik esarete razı değildi. Ahundov’un konformist tavrının aksine, Zerdabi hanedanı, tarihî ve çağdaş gerçekliği ortaya çıkardı. Akıncı’da şu ifadeleri buluyoruz: “…Biz Rus devletine boyun eğdik.”, “Rus devleti ilimizi işgal etmeden önce”[2] Yani Azerbaycan’ın işgal edildiğini ve sömürge rejiminde yaşadığını anladılar ve vatandaşlarının bu gerçeği anlaması için çağrıda bulundular.
Rus yanlıları, Rus sömürge sistemini takdir etmenin yanı sıra, Rusya’nın Azerbaycan’a medeniyet getirdiğini iddia ediyor ve Avrupa medeniyetinin Rusya vasıtasıyla Azerbaycan’a geldiği için minnet duyuyor. Hâlbuki bu tezlerin sıradan mantıkla ilgili bir sorunu var. Rusya Azerbaycan’a hiçbir şey getirmek için gelmedi -medeniyet bile. Buraya ihtiyacı olan serveti edinmek için geldi. Rusya’nın Avrupa medeniyetine ihtiyacı vardı (hâlâ da var), bu Avrupa değerleri elbette Rus hükümeti tarafından inşa edilen engelleri aşarak Azerbaycan’a girebilirdi…
Rusya’nın Kuzey Azerbaycan’a medeniyet getirmesinden bahsetmişken, bir adım daha ileri giderek, bazı çok bilmiş Güneyli soydaşlarımızdan, bu tür bayat ve yanlış fikirleri (Rusya olmasaydı Güneyin durumuna düşerdiniz) yaymamalarını beklerdik. Kuzeyin milliyetçileri, Rus hükümetini ve sömürgeciliğini Kuzey Azerbaycan’ın gelişmesi karşısında en etkili faktör olarak görüyorlardı. Her hâlükarda, bizim bu “çok bilmişlerden” daha azını bilmiyorlardı.
Tarih boyunca, Rus sömürge sistemi daha da acımasız hâle geldi; bozguncu, talancı ve baskıcı bir karaktere büründü. 28 Mayıs Bağımsızlık Bildirgesi zorunluluktan doğdu. Bağımsızlığı olmayan bir millet geleceğini garanti edemez! Bu siyaset felsefesini ortaya çıkaran Rusya Türkleri arasındaki bağımsızlık taraftarı atalarımız oldu! Az bilinen bir tarihi gerçeği de ekleyelim: Azerbaycan politikacılarının ısrarları sonucunda Gürcüler ve Ermeniler de Güney Kafkasya’nın Rusya’dan ayrılması yönünde oy kullanmışlardır.
Millî tarihimizin yüzüne bir bakın: 28 Mayıs Bağımsızlığından sadece 23 ay sonra 27 Nisan İşgali (1920) geldi. İkinci işgali kolaylaştıran etkenlerden biri de zaferle sonuçlansa da Birinci Karabağ Savaşı olmuştur. Bu arifede Rus-Bolşevik tutuklu Aliheydar Garayev mecliste yaptığı konuşmada Karabağ’da yaşananların Avrupalı emperyalistlerin işi olduğunu ve Azerbaycan’ın bu sorunu tek başına çözemeyeceğini öne sürdü ve şunu teklif etti: “Doğu milletlerinin haklarını savunan Kızıl Ordu [?] Gelip Karabağ ayaklanmasına bir son versin, sonra Anadolu’ya gidip yardıma gitsin.”[3] 27 Nisan’da Rus emperyalizmi bir kez daha vaat etti: 1. XI Kızıl Ordu, Bakü’ye girmeden demiryoluyla Anadolu’nun yardımına gidecektir; 2. Azerbaycan’ın bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü her türlü saldırıdan korunacaktır; 3. Azerbaycan ordusu olduğu gibi kalacak ve dağıtılmayacaktır; 4. Azerbaycan siyasi partileri özgürlüklerini ve serbestliklerini koruyacaklar; 5. Eski politikacıların, hükümet üyelerinin veya milletvekillerinin hiçbiri siyasi suçlarla itham edilmeyecek; 6. Tamamen özgürce toplanacak olan Azerbaycan meclisleri yönetim şeklini belirleyecektir.[4] Bolşevik kılığında Rus emperyalizmi bu maddelerin hiçbirine uymadı(!). Bunu bir kenara yazalım: Rusya bu sefer de sözünü tutmadı!
Ancak yerli Rusçuların dilleri açıldı ve gözleri parladı. Bu kesimin heyecanını ve davranışını genelleştirerek Devrim Komitesi başkanlığına atanan Neriman Nerimanov ünlü formülünü açıkladı: Azerbaycan Cumhuriyeti’nin daimi mutluluğu Rusya’ya bağlıdır.[5]
Sovyet Azerbaycanı’nın uzun Sovyet döneminde eşi görülmemiş bir ekonomik gelişme kaydettiği fikrini çürütebilecek gerçeklerden birini seçelim. Sovyet tahminlerine göre, 1922 ile 1981 yılları arasında SSCB’de sanayi üretimi 514 kat artarken, Sovyet Azerbaycan’ında bu rakam sadece 138 idi.[6] Millî kimliğin yok edilmesinden, ülke kaynaklarının vahşice sömürülmesinden, nüfusun kaliteli bir bölümünün yok edilmesinden, Rus medeniyeti ve devleti ile bağlantılı yerel hizmetkârların (nomenklatura) yetiştirilmesinden ve bunların halka sızmasından bahsetmiyoruz.
Sovyetler Birliği’nin varisi, Rusya Federasyonu; Eski SSCB topraklarının yüzde 76’sına, nüfusunun yüzde 50’sine, ekonomisinin yüzde 45’ine ve askeri gücünün yüzde 33’üne sahip olmasına rağmen, Azerbaycan Cumhuriyeti’nde hâlâ dev bir güç olarak kaldı. En önemlisi, Azerbaycan’ın bağımsızlığına ve egemenliğine yönelik düşmanlığını Çarlık ve Sovyet rejimlerinden miras aldı.
Azerbaycan’ın dış politikasına ilişkin 1994 yılında yazdığımız makalenin[7] hükümleri bugün de geçerlidir. Makalenin Rusya Federasyonu ile ilgili bölümü olduğu gibi vermenin büyük bir hata olacağını düşünmüyoruz.
“Rusya, küresel güç tabanını yeniden inşa etmeye çalışıyor ve henüz finansal, teknolojik veya ideolojik araçlara sahip olmadığı için askerî ve siyasi baskıyı yoğun bir şekilde kullanıyor. Bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti, Rusya’nın bu eğiliminin önündeki önemli engellerden biridir. Azerbaycan’da Rusya’ya yönelik zayıf eğilime (dil, din, kültür, tarih farklılıkları vb.) rağmen Azerbaycan’ın jeopolitik (jeostratejik) konumu Rusya’yı cezbetmektedir. Çünkü;
“Rus askeri makinesinin ve diplomasisinin Azerbaycan Cumhuriyeti üzerindeki baskısının aşağıdaki yönleri gösterilebilir:
“Rusya’nın yukarıda belirtilen ana yönlerinin baskılarına direnmek – Azerbaycan Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü korumak ve güçlendirmek bugünün ve hatta yakın geleceğin en güncel sorunudur. Azerbaycan’a göre çok büyük bir askeri-politik ve ekonomik ağırlığa sahip olan bu dev devletle tek başına hatta özverili bir şekilde savaşmak ülkemiz için bir sorundur. Ancak şunu da göz önünde bulundurmak gerekir ki Rusya, mücadele etmeden Azerbaycan’ı kendi etki alanının dışında bırakmayacaktır.”
Geçen 27 yılda çok şey değişti, dedi Mirza Celil “Dünyalar değişti, dünyalar alt üst oldu, talihler iç içe geçti…” demiş. Ama “içerde despot, dışarda saldırgan” olan Rusya değişmedi, daha doğrusu Rusya’nın Azerbaycan’a yönelik emperyalist tavrı değişmedi. Yeltsin’in iktidardaki liberalleri “liberal emperyalist” (Çubays) bir çizgi izlediklerini, Putin’in sözcü liberalleri ise “Karabağ’da bir Rus askerinin burnu kanarsa Azerbaycan’ı devireceklerini” (Jirinovski) söylüyorlar. Demek ki, bağımsızlığınızın geri kalanını Rusya’ya veip, Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’ne katılacak, Hazar Denizi’ni vereceksiniz (2018). Daha nelerden vazgeçeceksiniz… Bu dersi biz son 200 yılda geçtik: Bir daha bu çamura girmeyeceğiz. Ya da bağımsızlığınızı ve egemenliğinizi güçlendirmek için ilerleyeceksiniz. Demek ki;
Şimdiye kadar izlenen politikadan kökten farklı bir strateji gerekiyor. Bu stratejinin temel hususlarını göstermekle yetineceğiz.
İstenilen meşru ve sürdürülebilir iktidarın en yakın müttefiki, daha doğrusu güç kaynağı, kendi milletidir. Biz buna millî egemenlik diyoruz. Devlet milletin yanındaysa gücünü ikiye katlar; Rusya ile birlikte ise aldanır. Mevcut hükümet kozmopolit yapısını değiştirmeli ve millîleştirilmelidir. Geçen yılın tecrübesi, millet-devlet teorisinin bu zorunluluğunun işlemeye başladığını gösteriyor (hükümet muhtemelen bunun farkında değil). Rüşvet rejiminin bazı menfur şahsiyetlerinin tutuklanması, “beşinci kol” denilen grubun hakimiyetinin kısıtlanması, savaş konusunda doğru siyasi karar… bu çizginin daha hızlı ve esaslı devam etmesini diliyorum. Marjinal durumda olmak başarısızlık demektir. Millet-devlet entegrasyonunun alternatifi yoktur (bu konudaki özel ve kapsamlı makalemizi okuyabilirsiniz.).
Güney Azerbaycan bir diğer hassas faktördür. Hassas olduğu kadar da ciddidir. Hükümetin bu ciddiyeti fark etmesi için ne kadar zamana ihtiyacı olacağını kestirmek zordur. Ancak bilinen bir gerçek var ki, Rusya ve Ermenistan’ın yakın müttefiki İran’ı pasifize etmenin en uygun ve ciddi yolu, Güney Azerbaycan konusunda akıllı, tutarlı ve kararlı bir strateji uygulamaktır. (ayrıntılar bir sonraki yazımızda olacak).
Bir yıl önce Türkiye ve Türk Dünyası ile stratejik bir ittifak ihtiyacından bahsettiğimizde hükümet yanlısı klonlar ve Batı’dan medet umanlar bize küçümseyerek baktılar. Türkiye’nin son savaştaki belirleyici rolünü anlamayanların, Kazakistan ve Özbekistan ile stratejik bir ittifak ihtiyacını ve Türkiye’yle yakınlaşma konusunda daha kararlı olmak gerektiğini anlamaları mümkün değildir. Ama herkesin acı bir gerçeği anlamasının zamanı geldi. Azerbaycan, topraklarında yabancı işgal kuvvetlerinin bulunduğu tek bağımsız Türk devletidir! Bu demektir ki Türk birliğine bizim daha çok ihtiyacımız vardır. Karabağ Türk Dünyasının ortak sorunu hâline gelmelidir. Birkaç hafta sonra yapılacak Türk Konseyi zirvesinde, Azerbaycan tarafının teşkilat tüzüğüne “ortak Türk vatanı” maddesini teklif etmesi mantıklı bir adım olacaktır. Özellikle Özbekistan ile ilişkiler genişletilmelidir. Yetkilimiz Özbekistan’a karşı kibirli olmamalı. Özbekistan çok hassas bir faktördür; Rusya, Türkistan’ı kaybetmeyi göze alamaz.
Küçük bir devlet statüsüne sahip ve hayati sorunları olan Azerbaycan Cumhuriyeti ne kadar müttefik olursa Rus baskısına karşı o kadar iyi. Elbette Pakistan, İsrail ve diğerleriyle yakınlık daha da güçlendirilmelidir. Bir zamanlar umut ettiğimiz TAG (Türkiye-Azerbaycan-Gürcistan) ve GUAM (Gürcistan-Ukrayna-Azerbaycan-Moldova) formatlarındaki iş birliği hâlâ Azerbaycan için geçerli olabilir. Avrupa’nın enerji dostları (İngiltere, İtalya vb.) de bu listeye eklenebilir.
Bizler hâlâ “katiline âşık tutsaklar”ız. Vatandaşın “Rusya’yı olduğu gibi anlamak için başka ne yapmalıyız?” sorusu günümüzün en zor sorularından biridir. Bu acı gerçeği anlayan adamımızın çaresizliği ortadadır. Hükümet, özellikle destekçileri farklı davranıyor. Karabağ sorununun esas sebebinin Rusya’dan destek beklemek olduğunu söyleyebiliriz. Mevcut iktidar; Rusya’nın eğitim ve yönetimde Rus diline verdiği alanı genişleterek, Bakü’de Rus bayraklarını dalgalandırarak, Rusya’nın kendisine büyük yatırımlar yaparak Azerbaycan’a karşı tavrını değiştireceğini düşünmek yanılgısı içindedir. Rusya’nın insafa gelip ve Karabağ sorununda tarafsız arabulucu olacağını düşünenler az değil. Ancak gerek tarihi tecrübe gerekse güncel gelişmeler bu beklentinin faydasız olduğunu göstermektedir. Rusya, uzun süredir Azerbaycan’a düşman olan ve sözünü tutmayan bir ülke imajına sahiptir. 10 Kasım Bildirgesi’nin sınırlı hükümlerinin bile gerçekleşeceğine dair umutlar gün geçtikçe azalmaktadır. En azından şu ana kadar Rusya yükümlülüklerini yerine getirmedi (Ermeni birliklerinin işgal altındaki Karabağ topraklarından çekilmesi, Zengazur koridoru, Gazah köylerinin dönüşü…).
Dört yıl sonra, Rus birliklerinin bulundukları Karabağ topraklarından çekilmesi ve Karabağ sorunu adlı hayati meselemizin çözülmesi gereklidir. Yardım istemenin mümkün olmadığını söyledik. Bu, farklı bir yaklaşımın kullanılması gerektiği anlamına gelir. Her şeyden önce, Rusya’nın bizim için ne olduğu ve olmadığı sorusuna cevap vermemiz gerekiyor. Rus/Sovyet değerleri ve Rus terminolojisi ile ilerleyemeyiz, millet ve devlet olarak onlardan kurtulmalıyız. Bu, birçok eski Sovyet cumhuriyetinde oldu.
[1] Mirzə Fətəli Axundzadə, Əsərləri, 3. Cild, Bakı: Şərq-Qərb, 2005, s. 205.
[2] Əkinçi, 1875-1877, Bakı: Avrasya Press, 2005, s. 25, 367.
[3] Mehmed Emin Resulzade, Azerbaycan Cumhuriyeti, İstanbul,1990, s. 83.
[4] A.g.e. s. 85.
[5] Bu cümle Bakü’deki en büyük meydanlardan biri olan XI Kızıl Ordu meydanında büyük harflerle iki dilde yazılmıştı. Sovyet hakimiyetinin sonlarına dek millî şuura malik vatandaşın gözünü yaşarttı. Kızıl Ordu heykeli ile birlikte söküldü.
[6] Böyük Oktyabr ideyalarının Azərbaycanda təntənəsi, Bakı: Elm, 1987, s. 338.
[7] Nəsib Nəsibzadə, Bölünmüş Azərbaycan, Bütöv Azərbaycan, Bakı: Ay-Ulduz, 1997, s. 150-152.