26.04.2024

Şu AB meselesi üzerine: Onlar ortak peki biz?…- I

Somuncuoğlu AB'nin Türkiye’den taviz almak için kullandığı bir araca dönüşen Türkiye'nin AB üyelik sürecini incelemektedir. Yazıda AB’nin uyguladığı çifte standart ve kendi müktesebatını çiğneyerek Türkiye’den kopardığı tavizler vurgulanmaktadır.


AB Nedir?

Avrupa Birliği; altı Avrupa ülkesinin 1951’de kurduğu (Belçika, Federal Almanya, Lüksemburg, Fransa, İtalya ve Hollanda), Avrupa Kömür Çelik Topluluğu (AKÇT) ile yola çıktı. 1957’de, malların, işgücünün, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımını esas alan, Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET)’na dönüştü. 1973’de Birleşik Krallık, Danimarka, İrlanda, 1981’de Yunanistan’ın, 1986’da İspanya ve Portekiz’in katılımıyla üye sayısını 12’ye çıkardı. 1987’de adı, Avrupa Topluluğu (AT), 1993’de Avrupa Birliği (AB) oldu. AB’ye 1995’de Avusturya, Finlandiya İsveç’in katılımıyla, üye sayısı 15’e yükseldi. 2004 yılında, 10 yeni ülkenin (Çek Cumhuriyeti, Estonya, GKRY, Letonya, Litvanya, Macaristan, Malta, Polonya, Slovakya ve Slovenya) katılımıyla üye sayısı 25’e, 2007’de Bulgaristan ve Romanya’nın, 2013’de Hırvatistan’ın katılımıyla 28’e ulaştı.

Bu hızlı büyüme karşısında, sıra nihai hedef olan “Avrupa Birleşik Devletleri”ne gelmiştir. Bu maksatla hazırlanan AB anayasası, federasyon mu, konfederasyon mu olmalıyız tartışmaları gölgesinde 2005’de Fransa ve Hollanda’da referanduma sunuldu; seçmen hayır deyince de, genişleme noktalandı; sınırlar belli oldu. Böylece, Atlantik’ten Pasifik Okyanusu’na kadar genişleyen ABD ve Batı Avrupa’dan Pasifik’e kadar yayılan sabık Sovyetler Birliği arasında sıkışan AB ülkelerinin “Avrupa Birleşik Devletleri” inşa hayali son buldu.

Görüldü ki, ülkeler egemenliklerinden ve kimliklerinden daha fazla taviz vermeyi kabul etmiyor.

Üyelik, Uyum ve Türkiye

AB üyesi olmak için; AB müktesebatı (müzakerelere konu olan 35 fasıl ve uluslararası sözleşmeler) ile Kopenhag Siyasi Kriterleri (demokrasi, hukuk devleti, piyasa ekonomisi, azınlık hakları ve azınlıklara saygı) ve Konsey kararlarıyla uyumun sağlanması gerekmektedir.

AB ortaklığı, sosyo-ekonomik konulardaki 35 fasıldan (https://www.ab.gov.tr/37.html)  meydana gelmektedir. Bu fasıllarda yer alan hususlar, her ülke için aynıdır; değişmez. Ancak uygulamaya dönük olarak zamanlama ve mali destek gibi konularda müzakerelere açıktır.

Türkiye ile AB arasındaki ihtilafın neredeyse tamamı, AB müktesebatı ve Konseyin sadece Türkiye için aldığı kararlardan kaynaklanmaktadır; zira, Türkiye’ye çok farklı davranılmaktadır. Buna misal olarak, “AK, Yerel Yönetimlerin Özerklik Şartı” ile “BM, İkiz Sözleşmeleri”ni gösterebiliriz. Bu çifte standardın; daha açık ifadesiyle, ülkemizin bütünlüğünü hedef alan yaptırımların, tahammül edilmez boyutlara ulaştığı görülmektedir. Kamuoyu tarafından pek bilinmeyen, bilinse de önemsenmeyen, hükümetlerin bile görmezden geldiği; hatta desteklediği, hayati derecede önemli gördüğümüz bu hukuksuzlukları örnekleriyle ele almak isteriz.

AB müktesebatına uyum nedir; işbirliği nasıl sağlanmaktadır.

A. Önce, hukuk tanımayan ve çifte standart örneklerine bakalım:

1. Bilindiği üzere devletler; Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Konseyi (AK) ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) gibi temel sözleşmeleri ve bu çerçevede hazırlanan yüzlerce sözleşmeyi imzalamaktadırlar. Sözleşmeleri imzalayıp imzalamamakta, özgür olan devletler; istedikleri maddelere de, istedikleri çekinceyi koymakta; böylece dünya düzeniyle uyum sağlamaya çalışmaktadırlar.

Sözleşmelere konulan çekinceler genellikle; anayasa, kimlik, egemenlik, milli devlet yapısı, yönetim sistemi, ülke bütünlüğü, kamu düzeni, sınırların ve içişlerinin dokunulmazlığı, dil ve kültür gibi temel konularla ilgili olmaktadır.

İşte, AB tam da bu noktada, bazı uluslararası sözleşmelere koyduğu “çekinceleri” kaldırması için, Türkiye’ye baskı uygulamaktadır. Bu, çifte standart ise; AB müktesebatının ve uluslararası sözleşmeler hukukunun ihlali anlamına gelmektedir.

Türkiye’nin, hukuk dışı bu taleplere uyma mecburiyeti yoktur; reddetme; ısrar halinde Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD)’nda dava açma hakkı vardır. Ancak, Türkiye bugüne kadar bu hakkı kullanmadığı için, telafisi güç ve ağır zararlara uğramış; AB’ye, daha da pervasızca davranma fırsatı vermiştir.

2. AB; Türkiye’den kültürel ve dini grupları “azınlık” sayıp “özerklik” isterken, bazı AB üyesi (Fransa, İspanya, Macaristan, Bulgaristan, Romanya, Letonya gibi) ülkelerde, etnik veya dini grupların topluma uyumu (entegrasyonu)’nu sağlamak üzere tavsiyelerde bulunmakta; gerekli siyasi ve maddi desteği sağlamaktadır.

3. Aynı şekilde, son zamanlarda, İngiltere, İspanya ve Belçika’da bölünme eylemlerinin gündeme gelmesi üzerine AB, şiddetle karşı çıkarak, üye ülkelerin bütünlüğünü savunmuştur.

4. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY)’nin AB üyeliğine Aralık 2002’de karar verildi.

Bu tarihte GKRY’nin devleti, toprağı, kurucuları, anayasası, siyasi rejimi başta olmak üzere her şeyi tartışmalıydı; meşruiyeti yoktu. Bu durumun suçlusu da, Rumlardı; çünkü.  1960’da kurulan ortak Kıbrıs Cumhuriyeti’ni darbeyle yıktılar; Türklere katliam yaparak adayı ikiye böldüler; devletin yeniden kurulmasını sabote ettiler.  Buna rağmen;  AB müktesebatına ve Kopenhag Siyasi Kriterlerine tamamen aykırı olduğu halde Rumlar, Kıbrıs’ın meşru hükümeti sayılarak AB üyesi yapılmıştır.

Bu örneklerde görüldüğü gibi, müktesebata aykırı talep, sadece Türkiye için söz konusu olmaktadır. Çifte standart ise, zaten bütün işlemlerde vardır. İkinci örnekte; AB yetkisini aşarak, eşit ve çoğunluğa mensup Türk vatandaşlarını, “azınlık” yapmak isterken; diğer ülkelerde, toplumdan dışlanmış ve şiddete maruz kalan etnik grupları, topluma entegre etmeye çalışmaktadır.

Bu çifte standart çeşidi, diğerlerinden daha tehlikelidir; ülkemizin temellerine konulmuş dinamit gibidir; AB’nin ısrarı da bundandır. Özellikle; kolektif kimlik kazandırılan gruplara; yayın, iletişim, eğitim ve öğretim imtiyazının verilmesi; bölünmenin yolunu öylesine açıyor ki, dönüşü çok zordur. Çünkü, kendi elimizle anayasamızı ve uluslararası sözleşmeler hukukunu yok ederek; hukuki ve meşru savunma hakkımızdan vazgeçmiş oluyoruz.

Devletin ve milletin bütünlüğünü bozan bu tuzağın ne olduğunu bölücü terör örgütü PKK olayında yaşadık. İşte AB bunları alenen desteklenmekte; AB ülkelerine kaçan teröristler korumakta; iadeleri istendiğinde,  kabul edilmemektedir. Daha da ileri giderek; AB ve AB ülkelerinden gelen milletvekili, gazeteci veya uzman sıfatlı kişiler, doğrudan terörün yoğunlaştığı kentlerimizde, bölücü unsurlarla gizli toplantılar yapmakta; sonra da Türkiye’yi suçlayıcı beyanatlar vermektedirler.

SONUÇ: Çifte standart siyasetiyle Türkiye ortaklığa değil de, bölünerek sömürgeleşmeye mi hazırlamaktadır?  Üyelik kandırmacasıyla, Türkiye’ye kurulan bu tuzağı kesin olarak görmek üzere, her yıl yayınlanan “İlerleme Raporlarına” bakmak yeterli olacaktır.

B. Müktesebat açısından ülkelerin durumu nasıl değerlendiriliyor? Örnekleriyle bakalım:

1. Yunanistan AnayasasıMadde 21’de: “Helenler eşittir.” Kuralı ile Madde 31: “Cumhurbaşkanlığına seçilebilmek için, bir kişinin … baba veya ana tarafından Yunan soyundan gelmesi,…  şarttır.”  kuralı vardır. Buna göre: Helen soyundan gelmeyen soy azınlıkları (Türkler, Arnavutlar, Romenler ve Pomaklar gibi) eşit  sayılmadığı gibi; Irkçı ve ayrımcılık yapılarak Cumhurbaşkanı da olamıyorlar.

2. Yunanistan anayasası Madde 3’de: Aziz Üçleme, Teslis, Aynı Cevherden Kaynaklanan Bölünmez Üçlü Adına , 1… İusu Hristos’u (İsa’yı) Kilisenin başı olarak tanımaktadır.  Büyük İstanbul Kilisesi [Fener Patrikhanesi SS] ve diğer aynı mezhepten olan İsa’nın Kiliseleri ve aynı şekilde kutsal havarilik ve Kutsal Meclis kuralları ve kutsal geleneklerde sarsılmaz ve ayrılmaz mezhep birliği vardır. Yunanistan Bağımsız Kilisesinin ve İstanbul’daki Büyük İsa’nın Kilisesinin izni alınmadan İncil’in başka bir lisana resmi çevirisinin yapılması yasaktır.” (http://www.sbe.deu.edu.tr/dergi/cilt11.say%C4%B12/11.2%20i%C3%A7indekiler.pdf)

3. Danimarka kraliyet anayasası, Madde 2. “Yönetim şekli sınırlı monarşidir. Kraliyet Hükümranlığı, 27 Mart 1953 tarihli Taht Yasasında belirtilen hükümlere göre, miras yoluyla erkek ya da kıza intikal eder. Madde 6. Kral, Evanjel-Luter Kilisesi mensubu olmalıdır.”

SONUÇ: Örneklerde görüldüğü gibi, devletler nasıl kurulmuşsa, anayasaları nasıl yapılmışsa, dili neyse AB üyesi olunca, bu temel özellikleri değişmiyor. AB; devlet kuran, anayasa yapan, resmi dili ve rejimleri belirleyen; millet yapısına ve kutsal sayılan egemenlik hakları ile inanç ve ibadet hürriyetine müdahale eden bir teşkilat değildir. AB; ortak konularında, kurallara göre, yönetim yetkisine sahip bir üst kuruluştur.

AB, üye ülkelerde; hukukun üstünlüğü, işleyen demokrasi ve piyasa ekonomisi, insan hakları, azınlıklara saygı ve azınlıkların korunması gibi temel değerlerin varlığıyla yakından ilgilidir. Bu ilgilenme; ülkelerin birbirlerinin kopyası gibi olacağı anlamına gelmez.  Genel olarak, devletler bu değerleri benimsemiş mi veya benimseme kapasitesi var mı? Ülkenin yönelişi ve anlayışı bu doğrultuda mı? Bunlara bakılır.  GKRY’nin üye yapılması ise, AB için bir intihardır; Türk (!) sorunundan kaynaklanmaktadır.

B. Sıra Türkiye’ye gelince, her şey tersyüz edilmektedir. Buna dair dini ve siyasi konulardan örnekler verelim:

1) AB, Camilerimizde, kutsal kitabımızın “Allah indinde din İslam’dır” ayetinin okunmasına karşı çıkmaktadır. Yazılı yapılan uyarıyla, “Dinler arasında ayrım yapıldığı ve laiklik ilkesinin ihlal edildiği..”  ileri sürülerek, gereğinin yapılması istenmiştir.

2) Uluslararası bir sözleşme olan “Lozan Antlaşmasını gözden geçirmemiz” , “Kopenhag Kriterleri temelinde yeni anayasa”, Genelkurmay Başkanı’nın Milli Savunma Bakanı’na bağlanması”, “Cumhurbaşkanının MGK’ya ve Kıbrıs konusundaki olağanüstü devlet zirvelerine başkanlık etmemesi” , “Anadillerde yayınlarda süre sınırı ile devletin bölünmez bütünlüğüne saygı gibi kesin prensiplere bağlı olunmaması”, “Ekümenik sıfatının aleni kullanılması”,  “Anadillerde bölgesel yayın ve eğitim yapılması”, “Kürt azınlıkların diğer azınlıkların hak ve özgürlüklerden tam olarak yararlanması”, “Rum kesiminin tanınması, Türkiye’nin ‘işgal kuvvetlerini’ belirli bir takvim çerçevesinde bir an önce geri çekmesi”, “Yunanistan’la Ege konusunda anlaşmaya varılması.”

SONUÇ: Bu inanılması güç, gülünç ve saldırgan örnekler 2004 AB zirvesinde verilen “ev ödevleri”nden alınmıştır; tamamı 80 kadardır. Hiçbir ülkeden böylesine isteklerde bulunulmamıştır. Bizden istenilenler incelendiğinde; yarısının AB müktesebatına aykırı, yarısının da, AB’nin yetki alanına girmediği görülmektedir.

C – AB’nin yetki alanına girmediği halde, Türkiye’den istenenlere örnekler:

1. Türkiye ile AB arasındaki en önemli ihtilaf alanlarından biri de azınlık ve etnisite konusudur;  ülkemizin bütünlüğü ile doğrudan ilgili olduğu için de çok önemlidir. Bilindiği gibi, uluslararasında azınlık tarifinde anlaşma sağlanamadığından; azınlığı belirleme yetkisi ilgili devletlere aittir. Nitekim; “AGİT Helsinki Sonuç Belgesi’nde, (1 Ağustos 1975) “Kimlerin azınlık sayılacağına, devletin kendisi karar verecektir” denilmektedir. Buna göre; Fransa BM’ye resmen başvurarak, “Fransa’da yaşayan herkes Fransız’dır; etnik topluluğumuz ve azınlığımız yoktur” beyanında bulunmuş; sorun da böylece çözülmüştür. Hiçbir merci Fransa’ya; Korsikalılardan, dillerinden, iletişim, yayın ve öğretiminden bahsedemez.  Türkiye ise, Lozan Antlaşması ile gayrimüslimleri azınlık kabul etmiş; bunun dışında kalan Türk vatandaşlarını çoğunluğa mensup saymıştır. Buna rağmen AB; Kürt kökenli Türk vatandaşlarını azınlık yapmak için Türkiye’ye baskı yapmaktadır.

2. AB, daha da ileri giderek çoğunluğa mensup vatandaşlarımızı hem “azınlık”  yapmakta, hem de azınlıklara sözleşmeyle tanınan birey hakkını, grup hakkına dönüştürmek için Türkiye’ye birçok yasal ve idari düzenleme yaptırıyor. Bu çerçevede; etnik temelde parti ve dernek kurma, propaganda yapma, yerel dillerde yayım, eğitim, iletişim, devlete ulaşım ve bölücü terörün desteklenmesiyle siyasi ve sosyal doku bozuluyor. Bütün bunlar, Osmanlıdan itibaren bütün Türk anayasalarına, uluslararası hukuka ve AB müktesebatına aykırı olduğu halde…

Buna karşılık AB;  üye ülkelerinin sömürgeciliği sürdürmelerini görmezden geldi;  BM Sözleşmesine göre halkların self determinasyon hakkını kullanmasıyla ilgilenmedi.

Ama, henüz AB üyesi olmayan Kıbrıs’ta, tam anlamıyla ayrı bir halk olan Türklerin 1983’te self determinasyon hakkını kullanmasına şiddetle karşı çıkarak, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini “korsan devlet” ilan etti.

3. Yine; Fransa’nın 1954-1962 yılları arasında bir buçuk milyon Cezayirliyi; 1994’de bir milyon Ruandalı’nın katledilmesine seyirci kalıyor; soykırım yapmasına seyirci kalıyor. Ancak konu Türklere gelince, mahkeme kararlarına rağmen Ermenilere “soykırım yapıldı” kararı alabiliyor. Hukuki geçerliği olmayan ve defalarca alınan bu siyasi kararlarla; Türkiye’ye siyasi baskı yaparak Ermenistan’a taviz verilmesine çalışmaktadır.

Bu konuları, belgeleri ve ayrıntılarıyla geniş bir şekilde, Cumhuriyet Gazetesi Strateji ekinde, 27 Aralık 2004 tarihinde yayımlanan makalemizde ele aldık. Türkiye-AB ilişkilerinin gerçeğini görmek isteyenlerin, bu yazıyı mutlaka okumalarını tavsiye ederiz.  (AB’nin Güneydoğu Projesi: Önce Azınlık, Sonra Ayrı bir Ulus)

SONUÇ: AB; emeğin, malların, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımı kapsamında, 35 fasıl çerçevesinde faaliyet gösteren bir ortaklıktır; yetki alanı da bununla sınırlıdır. Siyasi konularda yetkisi yoktur. Örnekleme yapacak olursak: Devletin kuruluş belgesi olan Lozan, egemenlik, devletin kuruluş esasları ve iç yapısı, anayasa, dış politika, iç politika, devletin dili-kimliği, azınlığın belirlenmesi; etnik, azınlık ve yerel dillerde yayın, eğitim, öğretim ve iletişim, ordunun yapısı ve yönetimi, iç ve dış güvenlik stratejisinin belirlenmesi, vakıf, dernek mevzuatı, Ermeni sınırının açılması ve soykırım yalanının kabul edilmesi, kimlerin göçmen olacağı, kiliselerin açılması, seçimleri, mevzuatı ve onarımı, ekümeniklik, af çıkarılması, akarsuların yönetimi gibi ortaklık alanı dışında kalan bütün konularda yetkili değildir.

GENEL SONUÇ: Onlar ortak; peki biz neyiz? Yoksa sömürge miyiz? Vicdanımızın sesini duyarak, dürüst ve cesurca cevap vermekten çekinmemeliyiz. AB sevdamız nelere mal olmuş; bilançoya bakmamız gerekmez mi?

Türkiye bugün: çözülen kurumlarıyla; devleti ve milleti temelden sarsan ve iktidar ortağı bir ihanet çetesinin darbe girişimiyle karşılaşmışsa; içerden dışardan kuşatılarak bölünme noktasına getirilmişse; borç batağındaki ekonomi her gün kan kaybediyorsa; sönen ocaklar, işlenen cinayetler, intiharlar, dolup boşalan cezaevleri ve iflaslar zirve yapmışsa;  vurgun soygunla genel ahlak bozulup yargı çökmüşse; sonuçta ülke yönetilemez hale gelmişse; oturup, aklıselimle düşünüp, bu tabloda AB’nin yerini tam olarak tespit etmemiz gerekmez mi?  Bu millî ve insanî bir görev değil mi?

Türk Milletini ve Devletini, istismar ve istiskal ederek 54 yıldır kapıda bekleten AB sarmalına nasıl ve neden düştüğümüzü; nasıl kurtulacağımızı düşünmenin zamanı gelmedi mi?

Not: Bu sunumdan sonra, AB gerçeğini daha somut olarak ele alacağız. 17 Aralık 2004 Zirvesinde, ilk defa Türkiye’ye has İlerleme, Tavsiye ve Etki Raporu’ ile verilen “Ev Ödevi”nin ne olduğunu, uyum yasalarıyla Türk Milletinin ve Devletinin ne hale getirildiğini, belgeleriyle açıklayacağız.

Yazar

Sadi Somuncuoğlu

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.