30.05.2023

Yanlışlıktan yalan üretmek

Temel tarımsal ürünlerde (arpa, buğday, pirinç, fasulye, nohut, mercimek, mısır, bitkisel yağlar, et, süt, yumurta, su ürünleri; sebze ve meyveler, hayvan yem maddeleri…) ve bunların ikame ürünlerinde kendi kendine yeterlilik 60 yıldan beri çok tartışıldı...


Birisi söze veya yazıya “Ordu çökertilmiştir”, “Sağlık sistemi çökmüştür”, “Türk tarımı bitmiştir”, “Ülke işgale hazırlanmıştır”, “Yerli işbirlikçi iktidar ve buna payanda olan topyekûn muhalefet”  diye başlıyorsa sözün veya yazının üslubundan gerisini okumadan niyetini anlamak mümkündür.

Bu ifadeleri kimler ne maksatla yaparlar ve dayanaklarının doğruluk payı nedir? Her türlü kışkırtıcı ve irkiltici ifadelere ihtiyatla yaklaşmak gerek. Böyle söz ve yazıların hangi amaçla, kimler tarafından, nasıl bir dille söylenip yazıldığı; yazanın kişilik analizi, kullandığı propaganda dili ve tekniği,  hedef aldığı kitle gibi birçok yönden analiz bakımından ilginç ve yararlı olabilir. Her toplumda bu tür ifadeler duymaya, okumaya eğilimli geniş bir kesim bulunur. Bazıları da abartılara ve komplo teorilerine yatkındırlar. Ya kendilerini Türk milliyetçisi olarak tanımlayanlar, bu ülkenin aydınları, akademisyenleri ve kanaat önderleri!

Bu tür ifadelere daha çok siyasetçilerce ve kışkırtıcı çevre temsilcilerince başvurulur. Gündelik siyasette bir konu ne kadar abartılırsa veya küçümsenirse toplumdaki etkisinin o kadar çabuk ve yoğun olacağı varsayılır. Ancak bir süre sonra kamu vicdanı ve ortak aklı bu abartı ve küçümsemelerdeki makulü fark eder ve ona göre bir duruş gösterir (halk irfanı, sağduyusu). Bu tür sözlü ve yazılı beyanları da karşıt siyasetçiler “siyaseten söylenmiş veya yazılmış” kabul ederek belli bir hoşgörüyle karşılarlar. Ancak bu tabanda “İmam gaz kaçırırsa cemaat altına eder”, ya da “minare eğri” ya da “balık baştan kokar” misali etkilere sebep olur. Zaten kışkırtıcıların da amacı budur.

Hata ve yanlıştan yalan üretmek

Doğrusu Türkiye’de ortam böyle ifadeler kullanmaya uygun: Uydurulmuş davalar,  FETÖ, Ülkedeki sığınmacılar, ekonomideki sıkıntılı durum, dini grupların kollanması, gerçekten ülkenin hayati çıkarları ve bekası bakımından önem taşıyan konularda Türkiye’nin yalnızlaşması gibi birçok husus da böylesi ifadelere zemin hazırlıyor.

Yanlıştan yalan üretme mekanizması devreye giriyor. Gafletten ihanet çıkarılıyor.

Türkiye’de de bu türden ve çoğu isimsiz, imzasız birçok yazı sosyal medyada dolaşımda. Bu yazıları okuyan ve paylaşanların ortak özelliği; bu yazılardaki değerlendirmelere daha baştan bir önyargıyla katılmaları, doğru varsaymalarıdır. İktidardan memnun olmayan, uygulamalarını yetersiz, hatalı, yanlış ve hatta tehlikeli bulan bu insanlar iktidar aleyhine olan her türlü değerlendirmeyi peşinen kabullenirler, benimserler ve kendi düşüncelerinin de ifadesi olarak sosyal medya ortamlarında paylaşırlar. Hatta belli belirsiz, fazlaca düşünmeden, ya da bilinçaltındaki dürtülerle iktidarın tüm icraatlarını bir dış güç adına ve onun yerli işbirlikçisi veya temsilcisi olarak yaptıklarına inanırlar. Bu dış gücün de yazılarında ne tanımı, ne adı, ne milliyeti vardır; ancak zımnen ABD, Yahudiler, Siyonistler, Tapınak Şövalyeleri, Masonlar, küresel kapitalistler, emperyalist güçler vd. oldukları varsayılır. Sanki bunlar yeknesak, uniform ve homojen düşünceler ve yapılarmış ve el-ele, kol-kola her şeye muktedirlermiş gibi… Daha da ötesi bu dış güçleri büyüttüklerinin, yücelttiklerinin ve Türk milletini, devletini ve siyasi kurumlarını aşağıladıklarının farkına varmazlar.

Yüzlercesi içinden bir örnek üzerinde yoğunlaşalım:

“Türk tarımı bitmiştir!” , “Yerli tohum yasaklanmıştır!”

“Tarım iyi yönetilmiyor”, “Tarım politikaları yetersiz ve yanlış”, “Üretici, yetiştirici zor durumda”, “Gıda fiyatları çok yüksek ve dar gelirliyi zorluyor”, “Milli Gıda güvenliğimiz tehdit altında” gibi ifadeler bir yere kadar makul ve doğrudur. Ancak “Türk tarımı bitti”, “Türk tarımı dış güçlerin isteği üzerine çökertildi”, “Yerli tohum kullanımı yasaklandı”, “Türk çiftçisi, üreticisi bilinçli olarak toprağından koparıldı”, “Yurt topraklarımız yabancılara peşkeş çekildi”, “Yurdumuz işgal edildi” ifadelerinin içinde çok az gerçeklik payı vardır. Bu iktidar şakşakçılarının devasa sorunları pire boyutuna indirme gayreti gibi muhalefetin ve özellikle bozguncuların pireyi deve yapmasıdır. Bu dünyayı siyah beyaz üzerinden okumaktır. Hâlbuki sadece yeşilin bile 250 den fazla tonu olduğu ve her bir tonun dijital programlarda kullanıldığını az kişi düşünür.

Türk tohumculuk sektörü gerçekten büyük bir atılım içinde. Tahıllarda yerli tohum kullanım oranı %90 üstünde. Baklagillerde de oran aynı. 1990’larda %15 – 20 kadar olan yerli sebze tohum oranı günümüzde %50-60 seviyesine çıkmıştır ve bunun da yarıdan fazlası yerli özel sektöre aittir. Bazı sebze tohumlarında oran daha yüksektir. İthal edilen tohumdan daha fazlası ihraç ediliyor. ‘Yerli tohum kullanımı yasaklandı’ demenin hiçbir gerçekçiliği yoktur. Türkiye’de Tohumculuk Kanunundan ve Islahçı Haklarından hiç haberleri yok demektir. Bu konuda çalışan Türk araştırmacıların, Türk özel sektör firmalarının emeklerine saygısızlık ve hak gaspıdır. Bu gelişmelerde devlet teşvik ve desteklemeleri olsa da asıl itici güç piyasa şartlarının tohum geliştirmeye uygun olması; yeterli mühendislik ve teknolojisinin ve teşkilatlanmanın olmasıdır. Nitekim Türkiye dünyadaki en önemli sebze ve meyve üreticileri arasındadır. Yabancı, uluslararası tohumculuk firmaları da Türkiye’deki bu gelişmeleri izliyorlar ve pazar payları daraldıkça da kendilerince girişimlerde bulunuyorlar. Bir de “Ata tohumu” efsanesi aldı başını gitti. Bu tohumlar zaten aile işletmelerinde asırlardır kullanılan ülkemizin geleneksel tohumları ve şimdi de ticari tarımsal işletmelerin tohum materyali.

Çok az kişi bu ‘Türk tarımı bitirildi’ sözü veya yazısı üzerine Türkiye’deki bitkisel ve hayvansal üretim verilerini son 40-50 yıl boyunca gözden geçirir. Çok az kişi 1980 yılından bu yana toplam tahıllar, baklagiller, kök ve yumrular, bitkisel yağlar, hayvan yemleri, sebze ve meyve üretimleri vd. ile verimleri ve verimlilikleri gözden geçirir; ithalat ve ihracat miktarlarını inceler. Son kırk yıllık tarım istatistiklerini beşer yıllık aralıklarla bir gözden geçirin! Ne düşünürsünüz? Sanki 85 milyon insanımız ve yıllık 40 milyon turist ya taş toprak yiyorlar ya da ithal tarımsal ürün tüketiyorlar.

Burada son 40 yıldaki tarım istatistiklerini sıralayacak değiliz. İlgi duyan yüzlerce kaynaktan inceleyebilir. Bu konuda veri ve istatistik sıkıntısı ve kaynak kıtlığı yok ve herkes kolayca ulaşabilir. İstatistikler yalan ve yanlış diyebilirsiniz de bu da bir efsane. Hiçbir devlet, kurum, iktidar 10’u 100’e çıkaramaz veya 100’ü 10’a düşüremez. Enflasyonda olduğu gibi, olanla hissedilen arasındaki sosyal algı ve toplumsal tepki ile de kısa sürede ortaya çıkar. Bununla ilgili uluslararası kuruluşlar kendi hesaplama yöntemleri ile sapmayı da verirler.

Türkiye tarımsal ürünlerde kendine yeten 7 ülkeden biri miydi?

Az kişi Dünyadaki hiçbir ülkenin tüm temel gıda maddeleri bakımından kendine yeterli olmadığını bilir. Bizde bir efsane söz vardır “Türkiye Dünyada kendi kendine yeten 7 ülkeden biriydi”. Bu söz yalan değil ama yanlış ve eksik. TOBB Tarım Daire Başkanı Meftune Emiroğlu’nun 1980 sonraları bir vesileyle söylediği bu söz herkesin diline yapıştı kaldı. Bu söz karbonhidrat kaynağı olarak sadece arpa, buğday, çavdar, pirinç gibi tahıllar için kullanmıştı ve doğruydu. Türkiye onlarca yıllar boyunca tahıl ve bakliyatla beslene geldi. 1980 ortalarına kadar Ortadoğu’ya canlı hayvan (toklu) ihraç ediyorduk ama kendimiz yeterince et yemiyorduk. 1980 – 2020 arası kişi başına tüketilen et miktarına bir bakın! Türkiye buğdayı dahilde işleme rejimi kapsamında ithal edip una ve makarnaya işleyip ihraç ediyor. Bitkisel yağ açığı, soya da yeni değil. Baklagiller üretimi azaldı çünkü emek yoğun ve tarımsal nüfus azalıyor.

Tarımsal nüfus derken; ülkeler gelişirken tarımsal nüfuz azalır, işletmeler büyür, teknoloji kullanımı artar, birim alan toprak ve birim baş hayvan verimliliği artar, genç nüfus tarıma ilgi duymaz veya kentlerde yaşamak ister vs. Tarımsal nüfusun yaşlanması tüm Dünyanın yaşadığı bir fenomen ve gelişmiş ülkeler gençleri tarıma yöneltmenin çeşitli yollarını arıyorlar. Bu durumu “Türk çiftçisini toprağından ayırdılar” şeklinde okumanın rasyonalitesi nedir?

Temel tarımsal ürünlerde (arpa, buğday, pirinç, fasulye, nohut, mercimek, mısır, bitkisel yağlar, et, süt, yumurta, su ürünleri; sebze ve meyveler, hayvan yem maddeleri…) ve bunların ikame ürünlerinde kendi kendine yeterlilik 60 yıldan beri çok tartışıldı. Genel görüş temel tarımsal ve hayvancılık ürünlerinde %85 ve üstü oranlar “MİLLİ GIDA GÜVENLİĞİ” bakımından eşik kabul edilmektedir. Türkiye uzun yıllardır birçok temel tarımsal üründe bu oranların üstündedir. Ne pahasına olursa olsun her bir temel gıda maddesinde %100 bir yeterlilik oranına ulaşmak zaten mümkün değildir: buna ne ekonomi, ne coğrafya, ne iklim ve toprak yapısı, ne de çiftçilik sistemleri (farming system) ve tarımsal sanayii kısıtları müsaade eder. Gerek de yoktur. Bir temel gıda ürününde %120 oranında kendine yeterli olurken bunun alternatifinde (ikame ürün) % 80 olmanız milli gıda güvenliğini tehlikeye düşürmez. Birini ihraç eder diğerini ithal edersiniz. Ancak milli gıda güvenliği stratejik önemde bir konudur ve giderek daha da önem kazanacaktır. Bu konulardaki makalelerimize bakılabilir. Konuyla ilgili diğer makalelerimiz bazı kitaplarda; özel sayı yayınlarda ve bilimsel yayınlarda yer aldı.

Türkiye, halen tarımsal üretim değeri bakımından Avrupa Ülkeleri arasında ilk sıradadır. OECD’nin Üye Ülke Tarımını İnceleme Programı kapsamında Türk tarımıyla ilgili, bürokrat olarak katkıda bulunduğumuz, kitaba da bakılabilir. Türkiye halen tarımsal üretim değerinde Avrupa’da ilk sıradadır. İhracat – ithalat dengesi hep olumlu olagelmiştir. https://www.oecd.org/publications/evaluation-of-agricultural-policy-reforms-in-turkey-9789264113220-en.htm.

Türkiye coğrafyası belli. Kurak ve step iklimde kaliteli hayvan kaba yemi temini Türkiye’nin müzmin sorunu. Elbette bu yerli kaynaklardan da karşılanabilir. Ancak herkesin dilinde “Tarım bitti, saman bile ithal eder hale geldik” sözü bir ironi olarak kısmen doğru ama tüm gerçekliğin az bir kısmının ifadesidir.

Siyasette popülist pragmatizm ve tabandaki yansımaları

Hem iktidar hem muhalefet tarafınca ölçüsüz, rasyonaliteden uzak ve konunun gerçek boyutlarından ve bileşenlerinden kopuk bir tavır, söylem ve eylem var. Türkiye’de siyasette popülist fırsatçılık ve popülist pragmatizm hastalık boyutunda. Bizi daha da üzen ise sorumlu ve saygın siyasetçilerin, aydınların, akademisyenlerin ve hele de kendilerini Türk milliyetçisi olarak tanımlayanların bu rüzgara katkı olsun kabilinden üfürmeleridir.

Değerlendirmemizin ne iktidarı savunmak ne muhalefeti desteklemek veya bir siyasi partiyle ilişkilendirilmek gibi bir amacı yoktur. “AK Partiyi Kendi Değerleriyle Değerlendirmek” başlıklı uzun makalemiz iki bölüm halinde Milli Düşünce Merkezi (MDM) ve Milli Strateji Araştırma Kurulu (MİSAK) web sayfalarında yayınlandı.  (https://millidusunce.com/misak/ak-partiyi-kendi-degerleri-uzerinden-degerlendirmek/ ve https://millidusunce.com/misak/ak-partiyi-kendi-degerleri-uzerinden-degerlendirmek-muhalefet-ve-bolge-ulkeleri-arasinda-karsilastirma/ ). Bir doktora tezi derinliği, kapsamı ve ciddiyetinde olduğu siyaset bilimcilerce de ifade edildi. İktidar güzellemesi yapacağımızı sananların özellikle okumalarını tavsiye ederiz.

Kalkınma ve büyümenin sınırları

Sağlam ve rasyonel olarak kurumlaşmış devletlerde, toplumlarda hükümet olmasa bile, mükemmel olmasa bile işlerliği olan bir toplumsal düzen olur. Çünkü toplumsal dinamikler kendini iyi kötü çevirebilir. İyi iktidarlar ülkenin potansiyelini azami oranda kullanırlar; kalkınma, gelişme hızı ve oranını arttırırlar. Ancak kötü iktidarlar durumu kötüleştirir ama herhangi bir oturmuş sistemi çökertemezler. Suriye, Irak, Lübnan, Afganistan gibi çökmüş devletlerde de iktidar iyi olsa bile birkaç yılda ülkeyi düzlüğe çıkaramaz.

Ülkelerin kalkınma ve gelişme potansiyelinin bir sınırı vardır. Nitelikli, yeterli ve donanımlı insan gücü kapasitesi, enerji dahil yerli doğal kaynaklar, iklim ve coğrafya, fiziksel ve ahlaki altyapı, bilim ve teknoloji düzeyi, sermaye birikimi, toplumsal sosyo-kültürel kapasite, sektörler arası organizasyon, dış tehdit konusu gibi çok sayıda bileşenin ortaya çıkardığı bir sınır vardır. Bu sınırı aşmak kolay değildir. ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, Japonya gibi ülkeler son 30 – 40 yılda yıllık en fazla %2-3 oranında büyüdüler. Çin Halk Cumhuriyeti 1990 – 2005 yılları arasında ortalama %8-10 kadar büyüdü. Çünkü gelişmiş ülkeler kalkınma ve büyüme potansiyellerinin sınırına varmış durumda. Birçok gelişme yolundaki ülkeler ise potansiyellerini tam olarak kullanamamaktadırlar. Kullansalar bile ancak Çin kadar veya biraz daha yüksek bir büyüme hızına ulaşabilirler. Çin daha sonraki yıllarda gelişme ve büyüme hızını düşürdü çünkü toplumsal düzenin bu dengesiz yükü kaldıramayacağı görüldü.

Hem gelişmiş hem gelişmekte olan ülkelerde bu gelişme potansiyelinin sınırlarını aşmak ancak büyük ve köklü paradigma değişikliğiyle olabilir ama paradigma değişikliği felaketle de sonuçlanabilir. Türkiye “Faiz sebep enflasyon sonuç” ve “Ortada nas var! Sana bana ne oluyor?” anlayışında ifadesini bulan bir paradigma değişikliği yapıyor da bunun bir ekonomik ferahlama mı yoksa ekonomik felaket mi olacağını görmeye az zaman kaldı.

O hâlde!

O hâlde? Eleştirmek, ses yükseltmek, yanlış ve uygunsuz icraata karşı çıkmak başka bozgunculuk başka? Bozguncuların çabalarına arkalarından itekleyerek destek vermek daha başka? Türk milliyetçileri bu konularda en hassas ve dikkatli olması gereken kesim değil mi? Mevcut iktidar bugün varsa yarın olmayabilir ama hala birlikte yaşamaya devam edeceksek bu günkü eleştirilerimizi yalanlar ve sansasyonel düzmece algılar üzerine değil gerçekler üzerine inşa etmemiz gerekmez mi? Ve iktidarın da bu giderek yükselen sesleri anlamaya çalışması; hata, kusur, yanlışlarından dönmesi ve hatta bunları açıkça ve dürüstçe kabullenmesi gerekmez mi? Evet diyesim gelmiyor çünkü siyaset böyle bir seviyede ve olgunlukta değil. Türk milliyetçilerinin seviye belirlemede bir dahli olamaz mı? Yangına körükle gitmek başka yangını söndürüp müsebbibinden hesap sormak başka.

Yazımızı konumuzla yakından ilgili, baştan sona içinde yer aldığımız iki olayla tamamlayalım.

İstatistik nasıl toplanır, işlenir ve kullanılırdı?

1982 yılında Kahramanmaraş’ın Göksun ilçesi Hükümet Veteriner Hekimi iken yılsonunda hayvan mevcutları istatistiklerini hazırlayıp önüme tasdik için getiren teknik personele bu istatistikler abartılı dedim. İki yıla yakın bir sürede köylerin nerdeyse tamamına gitmiş ve hayvan sayılarını aşağı yukarı biliyordum. Teknik personel ‘Sayıları düşürürsek hayvancılığı geliştirmede yeterince çalışmadığımız sonucu çıkar; ayrıca il müdürlüğü geri çevirir’ dedi. Sayıları biraz azaltarak gönderdim.

Sıkıyönetimdeki sonraki yıl İlçe Jandarma Karakolu muhtarlarla toplantı düzenlemişti. Basılı boş ‘Haneler Üzerinden Hayvan Mevcutları’ tablolarını muhtarlar toplantısına götürüp muhtarlardan doldurup getirmelerini istedim. Jandarma komutanı da ‘yanlış, eksik veya fazla yazan olur da yapacağım kontrolde tespit edersem sonucuna katlanırsınız’ gibi tembihatta bulundu. Köylerden tablolar doldurularak geldi. Göksun’da buna göre 87 000 koyun vardı ve önceki yıl gönderdiğimizden 18 bin azdı. 1983 yılı sonunda bu rakamları il müdürlüğüne gönderdim. Bir süre sonra il müdür yardımcısı arayarak bir yılda böyle değişiklik olmaz düzeltip gönderin dedi. Ben doğrusunun bu olduğunu söyledim. Sonra İl Veteriner İşleri Müdürü (Feyyaz Ergenoğlu) arayarak aynı şeyleri söyledi ve ‘genel müdürlük bunun hesabını sorar’ dedi. Ben ısrar ettim ve ‘sonucuna katlanırım’ dedim. Nitekim birkaç ay sonra Valilikten bir üst yazıyla o zamanki Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Koruma ve Kontrol Genel Müdürü (Necdet Atala) imzasıyla bir sorgu yazısı geldi. Durumu yazarak il müdürlüğü aracılığıyla genel müdürlüğe gönderdim ve konu kapandı. Nitekim 1984 yılında Türkiye İstatistik Kurumunun ilk defa yaptığı hayvan sayımında da benzeri sayılar çıktı.

İstatistiğin toplanması, işlenmesi ve kullanılmasının ülke kalkınma ve gelişme planlamasındaki öneminden, günlük hayattaki ve piyasalardaki etkisinden söz etmeye gerek yoktur sanırız.

“Fransız tarımına hizmetinden dolayı, Fransa; Türk Tarım Bakanına nişan verdi!” mi?

2016 yılında yurda döndüğümde, ulusal TV’lerde ve ana akım medyada “Türkiye Tarım bakanının Fransız tarımına katkılarından dolayı Fransız Devlet Nişanı verildi” sözünü duyunca irkilmiştim. Ana muhalefet lideri bu sözü aralıklarla birkaç defa tekrar etti. Sonra ulusal basınımızın en eski günlük gazetesinde yazan, o zaman Doç. Dr. ünvanlı, daha sonra Prof. Dr. olan bir akademisyenimiz tekrar edince ilgili TV kanalına bağlanmak istedim.

Yeri gelmişken tarihe bir kayıt bakımından işin gerçeğini ifade etmek isteriz. Siyasetin dili ve gündelik siyasi atmosfer içinde halkta algı oluşturmaya çok çarpıcı bir örnek.

2007 – 2008 Dünya gıda krizi sebebiyle benzeri krizlerin önlenmesi amacıyla Madrid’de Yüksek Düzeyli Dünya Gıda Konferansı ve Roma’da FAO (Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü) Dünya Gıda Zirvesi yapıldı. Madrid toplantısına zamanın Tarım Bakanı Mehdi Eker ile Roma’daki zirveye Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Tarım Bakanı Mehdi Eker ve birçok Bakan ile bu günkü Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişçi’nin de milletvekili olarak katıldığı heyette yer aldım. Başbakan ve Tarım Bakanının konuşma metinlerini de kendim yazdım.

Birleşmiş Milletlerin FAO ve WFP ile birlikte ilgili 7-8 kuruluşunda Dünya gıda güvenliğinin öngörülebilir ve sürdürülebilir hale getirilmesi, benzeri krizlerin önlenmesi bakımından bir mekanizma geliştirilmesi konusunda bir görüş ortaya çıktı. O zaman G-20 Dönem Başkanı olan Fransa konuyu G-20’nin gündemine aldı. Fransa’nın kolaylaştırıcı ve öncülüğünde çalışmalar başladı. FAO bünyesinde aktif olan Tarımsal Piyasalar Bilgi Sistemi kuruldu (AMIS – Agricultural Market Information System). Türkiye Tarım Bakanlığı bu süreçte çok aktif olarak yer aldı ve mekanizmanın gerçekleştirilmesi ve işler hale getirilmesinde katıda bulunan birkaç ülke arasında yer aldı. Şahsen her hafta yapılan telekonferansta öncü çekirdek ülkelerden temsilcilerin yer aldığı 5-6 kişiden biriydim. Bu hem ülkemiz hem kendim açısından gurur verici bir durumdur.

İşte bu sistemin kurulmasında katkıda bulunan ülke temsilcilerine ve Uluslararası Kuruluş Temsilcilerine, Bakan Mehdi Eker ve kendime, Fransa nişan verdi. O zaman Endonezya’da FAO Ülke Temsilcisiydim ve telefonla bana Fransa’nın Ankara Büyükelçiliğinde törenle nişan vermek istediklerini ilettiler. Ben Endonezya’da olduğumu ve katılamayacağımı; Ankara’daki ev adresime teslim edilmesini ifade ettim.

Kaldı ki Mehdi Eker Paris’te düzenlenen G-20 Tarım Bakanları konferansına bile katılamadı, üç üst düzey bürokrat katıldık. Ancak Türkiye Tarım Bakanlığı temsilcileri olarak bizi görevlendiren Bakan Mehdi Eker’e de nişan verildi. Yoksa söylendiği, yazıldığı gibi Fransa tarımına yaptığı hizmetlerden dolayı değil. Neresini düzeltelim; hem yanlış, hem yalan! Mehdi Eker eleştirilebilir ve bunun için düzinelerce de sebep bulunabilir ancak “Fransa tarımına hizmetinden dolayı Fransa nişan verdi” derseniz, araştırma ve incelemeye gerek görmeden bu yanlış ve yalandan öte cehalet, hatta ahlaki düşüklük olur.

Ülkeler tarımsal ürünler bazında üretim, tüketim, ihracat ve ithalatlarını genellikle açıklamazlar ve ilgili uluslararası kuruluşlara bildirmezler. Dolayısıyla tarımsal ürün piyasalarında belirsizlikler, öngörülemezlik ve vurgunculuk, fırsatçılık olur. Bu da herhangi bir olağanüstü durumda (doğal afetler, savaşlar, terör, ekonomik krizler vd.) elinde tarımsal ürün olan ülkelerin ve firmaların gıdayı bir silah olarak kullanmaları veya fiyatları artırmalarına sebep olur. Dünya gıda krizi sırasında birçok ülke parası olsa bile bazı gıda hammaddelerini teminde zorluklarla karşılaştılar. Birçok ülkelerde iç karışıklıklar çıktı vs. İşte bu AMIS mekanizması gönüllülüğe, etiğe ve centilmenliğe dayalı olarak her ülkenin tarımsal ürünler üretim, tüketim, stok durumunu, AMIS sistemine bildirmesi ve böylece bir sonraki üretim yılına kadar Dünyaya yetecek kadar ürünün izlenmesi ve tedbirler alınması bakımından şeffaflığı ve öngörülebilirliği sağlamaya dönüktü. Hangi ülkelerde tüketim fazlası olduğu, hangi ülkelerde gıda hammaddeleri açığı olduğunun bilinmesi bugün bile stratejik önemdedir.

Benzeri bir durumu Rusya – Ukrayna savaşı sebebiyle bugün de yaşıyoruz ve yeni bir Dünya gıda krizi yaşanmaması bakımından Türkiye’nin çabası ve aldığı sonuç uluslararası bir başarı olarak görülebilir.

 

Yazar

Mustafa İmir

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

5 Yorum

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar