Yükleniyor...
Stealth War (Görünmez Savaş: Amerikan Seçkinleri Uyurken Çin Nasıl Hâkim Oldu) kitap kapağı
Çin hakkında incelediğim üç kitaptan ikincisi, Robert Spalding’in Stealth War eseri[i]. Türkçeye, “Görünmez Savaş- Amerikan Seçkinleri Uyurken Çin Nasıl Hâkim Oldu” diye çevirdim. “Stealth” kelimesinde “fark ettirmeden” anlamı var. Radara yakalanmayan uçak, yeri tesbit edilemeyen denizaltı ve benzeri araçlar için kullanılır. “Görünmez”i en uygun karşılık seçtim.
Robert Spalding
Spalding, ABD Hava Kuvvetleri’nden Tuğgeneral rütbesiyle emekli. Asıl mesleği askerlik. B-52 ve sonra yeni B-2 ağır bombardıman uçaklarında pilotluk yapmış. Daha sonra üs komutanlığı da var. Akademik dereceleri de etkileyici: Fresno Devlet Üniversitesi’nden 1987 ve 1993 yıllarında Ziraat İşletmeciliği Lisans ve Yüksek Lisansı, 2007’de Missouri Üniversitesi’nden Ekonomi ve Matematik doktorası, Alabama’da, Maxwell Hava Üssü’nden de Stratejik Araştırmalar konulu ikinci Yüksek Lisans.
2001 Haziran’ından 2002 Haziran’ına kadar Monterey Savunma Dil Okulu’nda Çince (Mandarince) öğrencisi olmuş. 2002- 2004 arasında Olmsted bursuyla Çin Halk Cumhuriyeti’nde, Şanghay, Tongji Üniversitesi’nde akademisyen olarak çalışmış. 2013 Haziran’ından itibaren bir yıl, Council of Foreign Relations’da Asker Üyelik yapmış. Haziran 2014- Temmuz 2016 arasında Pentagon’da, Genel Kurmay’da Çin, Moğolistan, Tayvan Bölüm Başkanlığı (J-5) görevini yüklenmiş. Aralık 2016- Mayıs 2017 arasında birkaç ay, Beijing’de ABD Kıdemli Savunma Memuru ve Çin Nezdinde Savunma Ateşesi görevinde bulunmuş.
Çin dönüşü, 2018 başına kadar Beyaz Saray’da Millî Güvenlik Konseyi’nde Stratejik Planlama Kıdemli Direktörü’ymüş. Şubat 2018’den beri ABD Genel Kurmayı’nda Hava Kuvvetleri Genel Kurmay Başkan Yardımıcılığı görevinde.
Spalding, bizim ilk kitabın, Kısıtsız Savaş’ın[ii] açıklamasıyla başlıyor:
Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) farkına vardığı ve Kısıtsız Savaş’ta ayrıntılarını verdiği gerçek şu: Bir milletin, başka bir ülkenin insanlarını, kaynaklarını veya yönetimini kontrol etmek için artık devasa bir orduya ihtiyacı yok. Askerî güç, düşmanlık etmenin sadece bir yolu, egemenliği ele geçirmenin birçok yordamından sadece biri. Ekonomik güç, angajman alanlarının tamamında üstünlük sağlar. Para orduyu güçlendirir fakat aynı zamanda düşünülebilecek bütün diğer cepheleri de güçlü kılar. Yabancı ülke siyasî liderlerini etkilemek ve sevk etmek için kullanılabilir, düşünceleri susturabilir, teknolojiyi satın almaya veya çalmaya yarar. Çok ucuz maliyetlerle üretim yapıp rakipleri piyasadan kovmak ve rakip ekonomileri zayıflatmak için kullanılır. Parayla bir akademisyen ordusu kurabilir, bunları bilim, teknoloji ve mühendislik istihbaratı toplamaya yollar ve toplanan bilgileri başka hedeflere ilerlemek için kullanabilirsiniz.
Kısıtsız Savaş, bir teori kitabıydı. Ondan yirmi yıl sonra Görünmez Savaş, Çin’in onu nasıl adım adım uyguladığını gösteriyor. Spalding’in çalışması, eskisinin uygulama kitabı, saha kitabı, el kitabı gibi.
Tabi Kısıtsız Savaş‘ı sadece ekonomiyle sınırlandırmak, kitabın ismine bile aykırı. Fakat Spalding, bütün savaş cinsleri için paranın mühimmat olduğunu söylüyor; bu doğru. Yatırım da bir silahtır, hibe ve kredi de, rüşvet de, casus satın almak da.
Allahtan bizim siyasîlerimiz paraya yüz vermezler… O yüzden bizim için tehlike yok.
Spalding, ABD ve Batı, “Gizli el- kapitalist sihir inancı” dediğimiz, temelden yanlış bir ekonomi teorisininin kurbanı olduk diyor. Bu inanca göre demokrasi zenginlik getirir. Ancak bunun tersi de doğrudur. Zenginlik de demokrasi getirir. Bunun için Çin zenginleştikçe daha hürriyetçi, daha demokrat olacak diye bekledik. Spalding, bu garipliğin, bir ülkede McDonald açılırsa demokrasi ve barış gelecektir inancına kadar uzandığını söylüyor.
Hâlbuki ÇKP demokrasi ve benzeri kavramlar konusunda son derece açık ve kararlıdır. ABD ve Batı’nın değerler dediği şeyler, ÇKP’nin gözünde yaşamsal tehditlerdir. 2013’te parti, bu düşüncesini yazıya döktü. “Doküman 9” adlı bir tutum açıklamasında, ÇKP, şöyle diyor: “‘Evrensel değerler’ dedikleri ‘Batı tipi hürriyet, demokrasi ve insan haklarının evrensel ve ebedi olduğu inancı’ ÇKP’nin temellerine saldırıdır.” Bizim dinbazların, demokrasi Müslümanlıkla bağdaşmaz hükmüne yakın bir hüküm. Doküman “Batı tipi anayasaya dayanan demokrasiyi yüceltme” hatasına karşı uyarıyor ve bunun “mevcut liderliğin ve Çin karakterli sosyalist yönetim sisteminin altını oyma teşebbüsü” olduğunu söyleniyor. Yerli ve millî despotizm!
Yakın zamanda “milliyetçi diktatörlük olmalı” sözünü kimden duymuştuk?
Çin bir geçişte, köprüde falan değil. Nerede olduğunu ve nereye gitmek istediğini gayet iyi biliyor: ÇKP’nin doktrini, Totaliter Kapitalizm!
Spalding’in kaleminden aktarıyorum:
Bir bakıma ÇKP, üretim ve iş hayatının en liberal (“bırakınız yapsınlar”) ortamını yarattı. Hiçbir çevre standardı yok. Ürünlerin güvenliliğini garantileyecek bir hükümet kurumu yok. Tüketici Hakları veya “Better Business Bureau” (ABD ve Kanada’da firmaları denetleyen bir kurum) yok. Bu kısıtlamaların, sınırlamaların yokluğu, dizginsiz, vahşi bir kapitalizmin salıverildiğini gösteriyor. Şirket sırlarının çalınması? Korsanlık? Entelektüel mülk hırsızlığı? Telif hakları ihlali? Çin için bunların hiç biri dert değil. Bu, Kısıtsız Savaşın dünya ticaretine uygulanmasıdır. Çinliler arasındaki dişe diş rekabet vardır- ÇKP’nin izin verdiği ölçüde.
Spalding birinci elden gözlemlerini anlatıyor.
Gerçek şu ki, diyor, “Çin kapalı bir ekonomidir“. Yabancı şirketler Çin’de iş yapabilir ama… Çinli bir ortakları olacak, bu ortak işletmeye gözetim için ÇKP komiteleri yerleştirecek. Yabancı yatırım baş üstüne. Ancak gelen para Çin’den çıkmayacak. Starbucks, McDonald falan mı açılacak; teorik olarak kazancın tamamı ya bankada oturup bekleyecek, yahut yeniden yatırıma dönüşecek. Çin’de mal veya hizmet satacak bütün şirketler için bu kısıtlamalar geçerli.
“O para tuzağa düştü” diyor yazar. Yüksek yerlerdeki şirket yöneticileri, bir birlerine bunu fısıldıyor. İşinin ehli finans uzmanları, Chevron, Exxon, Sony ve BMW gibi şirketlerin milyarlarca dolarlık kârının Çin’de durduğunu biliyor. Fakat bu paraları ülkelerine gönderemiyorlar. Çin’in bu dolarlara ihtiyacı var ve bunların ülke dışına çıkmasına izin vermiyor. Spalding, “Birçok yatırımcı çevresi bana, 2015’ten beri Çin’den kayda değer miktarda yabancı fon çıkışına izin verildiğini duymadığını söyledi.” diyor. Tuzağa düşen şirketler Çin pazarında kalabilmek için seslerini çıkarmıyor. Hem de bu haberin yayılması halinde dünya borsalarında şirketlerinin hisse senetlerinin değeri düşecek. Bundan da çekiniyorlar. Kulaktan kulağa fısıldananlar bunlar.
Çin, 2017’de “Çin Malı 2025” adıyla bir hedef, bir plan ilan etti. Plan, bu tarihte, ülkenin hem bildik hem de yeni endüstrilerde hâkim güç hâline gelmesini öngörüyor. Bunlar arasında yeni malzemeler, yapay zeka, entegre devreler, bio-eczacılık ürünler, 5G iletişimi, uçak yapımı, robotlar, elektrikli arabalar, demiryolu malzemesi, gemi ve ziraat makineleri var.
Bu plan başarılı olursa diyor Spalding, “Çin bizim Boeing, General Electric gibi firmalarımızdan mal almayacak. Aksine, dünya pazarlarında bizimle rekabet edecek.”
Çin’in ağzımızı açık bırakan büyümesini gösteren birçok çarpıcı rakam var. Fakat ülkenin 2011-2013 arasında kullandığı çimento miktarının ABD’nin 20. asrın tamamında kullandığına eşit olduğu gerçeği tek başına yeter! Mümkün değil gibi görünüyor. Fakat gayet makul: Ekonomist dergisine göre 2015 yılında Çin, dünyanın klimalarının %80’ini, cep telefonlarının %70’ini, ayakkabılarının %60’ını üretti. Bunları üretmek için fabrikalara, bu fabrikaları inşa etmek için, o fabrikalarda çalışanların yaşaması için şehirlere ve bütün bunlar için çimentoya ihtiyaç vardı.
Sri Lanka’nın Hambantota Liman projesi, Çin’in “dış yardım“ı nasıl “kontrol“e çevirdiğinin yakın zamana ait bir örneğidir. Sri Lanka, harp malulü bir ülke; on yıllardır kimsenin yatırım listesinde yer alamadı. Başkan Mahinda Rajapaksa bu makamı işgal ettiği on yıl boyunca, Çin’in devlet firması Liman Mühendislik Şirketi’ne, nakit ve kredi karşılığında adanın güney ucunda multi-milyar dolarlık dibi derinleştirilmiş liman inşaatını verdi. Rajapaksa 2015’te seçimi kaybetti. Yeni liderler kendilerini Çin’le yapılan antlaşmaların borcu içine batmış buldular. Çin, yardımsever bir müttefikten ziyade bir tefeci tavrı takındı. Anlaşmadaki maddeleri yumuşatmayı kabul etmedi. 2017’de Sri Lanka hükümeti limanın ve çevresindeki 15 000 dönüm arazinin kontrolünü 99 yıllığına Çin’e devretti.
Bunun ne demek olduğunu Türk okuyucusunun tam kavraması için, olmayacak bir benzetme yapayım. Mesela- maazallah- Kanal İstanbul projesi bu şirkete ve onun ana şirketi olan CCCC’ye verilse! CCCC, Çin İnşaat ve İletişim Şirketi, Güney Çin Denizi’nin ortasında yapay adalar ve o adalarda askerî hava alanları inşa eden bir dev. Çin Liman Mühendislik Şirketi de (CHEC) yeterince derin olmayan limanların, kanalların tabanını sıyırıp maksada uygun hâle getirmede ihtisas sahibi. CCCC ve CHEC bunları kendi paralarıyla, yap-işlet-devret veya gemi sayısı taahhüdü ile yaptırsa. Sonra da paraya sıkıştığımızda İstanbul’un Avrupa yakasına el koysa! Şüphesiz Akdeniz’i Karadeniz’e bağlayan bir geçit ve İstanbul şehri Sri Lanka’nın Hambantota limanından daha lezzetli bir meyvedir. Yok böyle bir kabus. Ama Sri Lanka’nın başına gelen tam bu işte.
Çin’in borç verdiği parayı kabul etmek sıkıntılı bir iştir. Çin telefon ağı kurarsa entelektüel hakları onda kalır. Elektrik santralı inşa ederse planlar ve işletme onundur. Bu projeler Sri Lanka limanı gibi borç tuzağıdır. Çin, ülkenin hayati altyapısındaki gücüyle başka konularda da etkili olur. Afrikalı hükümetlere Tayvan’ı tanımamaları yönünde baskı yapıldığı bildiriliyor. Çin’in Uygurları, Tibet’i ve kendi içindeki hürriyet savunucularını ezmesine de sessiz kalmaya mecbur edildiklerine… Yardım parası veya kredi, bağımlılık tuzağına dönüşüyor.
Kitabın bu noktasında insanın aklına ABD’nin, AB ülkelerinin benzer manipülasyonları geliyor. John Perkins’in, biraz uçuk fakat biraz da gerçek, Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları kitaplarında anlatılanlar gibi. Amerikan silahları ile Kıbrıs’a müdahale edemezsiniz gibi. S-400 alana F-35 yok gibi. Veya Almanya’nın Leopar tanklarını kendi ülkenizde kullanamazsınız dayatması gibi.
Spalding, ekonomi doktoru kimliğiyle, “ABD (şirketleri ve ülke), üretimi Çin’e yollamakla servetini, kârını ve hayat standardını sıçratacağını düşündü” diyor:
Bir bakıma sıçrattık da. Hisse senedi fiyatları tavan yaptı. Gayrı menkul piyasaları fırladı, çöktü, sonra tekrar fırladı. Fakat birçok bakımdan millet olarak fakirleştik. Alt yapımız bir felaket. İş imkânlarını Çin’e ihraç ettiğimiz için birçok şehrimiz işsizlik ve uyuşturucu batağında kıvranıyor.
Emek piyasasının akışkanlığına dair bir kabulümüz vardı. Yerli üretime rakip imalat ürünlerinin ithali bu iş sahasını daraltacaktı ama süratle yeni iş sahaları açılacak ve insanlar buralarda istihdam edilecekti.
Hayat standardı ve zengin ile fakir arasındaki fark, Çin Dünya Ticaret Örgütü’ne (DTÖ) gireli beri patladı. Teoriye değil de gözleme dayanan iktisatçılar, her şey olup bittikten sonra verilere baktıklarında o ekonomi teorisinin yanlış olduğunu gördüler: Demek ki serbest ticaret her zaman refahı arttırmaz, ülkeyi daha güçlü bir birliğe taşımazmış.
Nadège Rolland
Fransız Savunma Bakanlığında yirmi yıl Çin stratejileri analistliği yapmış, şimdi de Asya Araştırmaları Millî Bürosu’nda siyasî ve güvenlik işleri kıdemli üyesi görevinde bulunan Nadège Rolland’la konuşursanız Bir Kuşak Bir Yol teşebbüsüne bambaşka bir gözle bakmaya başlarsınız. Çin’in Avrasya Asrı mı? – Bir Kuşak Bir Yol İnsiyatifinin Siyasî ve Stratejik Sonuçları[iii] kitabının yazarı Rolland, “Bir Kuşak Bir Yol bir siyasî harp vasıtasıdır” diyor:
Bir alettir. Gerçi bir altyapı inşası bileşeni var. Fakat propagandanın söylediğiyle gerçeği birbirinden ayırmanız lazım. Propaganda kampanyası Bir Kuşak Bir Yol’un dünyanın ilerlemesi, ekonomik gelişme, yerel refah ve benzer şeyler için kazan-kazan esaslı, kapsayıcı bir teşebbüs olduğunu anlatır. Gerçek şu ki proje tamamen Çin’in çıkarlarına odaklıdır. Bir alettir; asıl gayesi Çin’in rakipsiz yükselişine hizmet etmektir.
Denizcilik ve liman yapımının Bir Kuşak Bir Yol’un odağında bulunmasının birkaç sebebi var. Çin’in 7000 civarında ticaret gemisi var. Amerika’nın ise 300 civarında. Çin filosunun ana gemisi yüksek kapasiteli Süper-Panamax’lar. Bunlar Çin ihraç mallarını ihraç için devasa yüzen taşıma sistemleridir. Ve Çin, tam da bunlara uygun limanlar inşa ediyor. Bu özel limanlarda Panamax’ların yanaşma ve boşaltma hızları Amerikan gemicilerinin ağzını açık bırakacak seviyededir. Lojistik uzmanları, milyonlarca ton kargonun yükleme ve boşaltma verimliğini arttıran bu gemilerin ticarî teslimat süresini yarıya indirdiğini hesaplıyor. Verimdeki artış tonajı, tonaj da kârı arttırıyor. Fakat aynı limanlar bir gün başka bir maksada hizmet edebilir: Çin donanması’na operasyon üssü hizmeti verir.
Rolland, Çin’in davranışının kökünün Marksizm-Leninizm ile Çin İmparatorluk tarihinin bir karışımına oturduğunu söylüyor. Bu bileşimden, millet devletini (ulus devleti) her şeyin üstünde bir yere oturtan anlayış çıkmıştır. Siyaset belirlenirken bütün unsurlar, millet yararına ve milletin hâkimiyetini garantiye alan bir filtreden geçmelidir. Hiçbir şey Çin milletinden daha önemli değildir. Fertler, insan hakları, Tanrı, din… Hiçbiri. Bu öyle bir milliyetçilik ki sadece parti doktrini ve partinin hâkimiyeti dikkate alınır. “Bu bizim alışık olduğumuzun çok dışında bir şey” diyor Rolland. Batılı milletler, hiç olmazsa teoride eşitlikçi toplumlardır. Çin’in öngördüğü dünya düzeninde Çin, piramidin tepesindedir. Hiçbir başka milletle eşit olduklarını düşünmezler. Rolland şöyle devam ediyor: “Diğer halklar ve rakip milletler bastırılmıştır ve Çin’e saygı sunarlar. Yakın zamanda bir şey okudum. Orada pek güzel anlatılıyordu” diyor Rolland, “Şairaneydi de, ‘Ülkeler günebakanlar[iv] gibi olmalı, yüzlerini güneşe dönmeli’ Kendilerini tam böyle görüyorlar. Güneşin Çin olduğu pek açık.”
Çin, tarih boyunca da kendini dünyanın merkezi gördü. Kendilerine vedikleri isim Zhongguo. Anlamı, Orta Krallık veya Orta Ülke. Bu isim ilk defa M. Ö. 1000 yılında bugünkü Kuzey Çin platosunda hüküm süren Çou imparatorluğu zamanında kullanılmış. Çoular, Batı’daki yüksek medeniyetlerden habersiz, devletlerinin dünyanın merkezinde bulunduğuna ve etraflarının barbarlardan ibaret olduğuna inanırlardı.
Çin tarihte kendini dünyanın merkezi gören ilk devlet değil. Roma da tek devlet olduğuna inanırdı. Roma’nın mirasçısı Osmanlı da kendine “Devlet-i Aliye” derken, dünyadaki yegâne devlet olduğu anlayışını yansıtırdı. Kavramı tam anlatmak için bizde olmayan harf-i tariflerle Arapça, İngilizce, Almanca’da bunun “Ed-Devlet”, “The State”, “Der Staat”ı yansıttığını söyleyeyim. Osmanlı’nın asırlar boyu antlaşma yapmadığı, çevredeki topluluklara “ahitname” vermekle yetindiğini ekleyeyim.
Slavlar, Almanlar onların dilini bilmiyor diye Germenler’e dilsiz anlamında Nemtze demişler ve Osmanlı da Almanların ismini Sırplar’dan öğrendiği için Almanya’ya asırlarca Nemçe demiş. Eski Yunanlar da çevrelerinin konuşamayıp anlamsız sesler çıkardığı düşüncesiyle kulaklarına gelen sesleri “bar bar bar” diye algılayıp barbar kelimesini icat etmişler.
Bütün bu tepeden bakışlar Orta Çağ geçince, hiç olmazsa Hitler kaybedince sona erdi. Fakat Çin’de devam ediyor. Belki bunun sebebi, Çin’in daha 18-19 ve 20. asırlarda Japon, İngiliz, Fransız sömürgesi mesabesine inmesinin verdiği aşağılık duygusudur. Çin’in Ankara Büyükelçiliği birkaç gün önce yayımladığı bir broşürde (Haziran sonu Temmuz başı, 2020’de) Doğu Türkistan’ın tarihte ve -hazır atmışken- tarihten önce de Çin’e ait olduğunu yazıyor, Karahanlı devletinin Çin’e saygı sunup vergi verdiğini iddia ediyordu. Millî Düşünce Merkezi[v] bu edepsizliği eleştirdiği bildiride, Çin tarihçilerinin 20. asra kadar kendilerine gönderilen bütün elçilerin “haraç vermek ve saygı sunmak için” geldiklerini yazdığını belirtti. Bugün bizim Çin Halk Cumhuriyeti diye bildiğimiz devletin, içe dönük resmî adı, Zhonghua renmin gongheguo [orta şanlı halkın cumhuriyetçi ülkesi].
Spalding, asıl sanatını ilgilendiren konulara, askeri alana da giriyor.
Çin’in ABD uçak gemilerini vurabilecek çok sayıda yüksek hızlı füzesi olduğunu ve bunlar sürü hâlinde ateşlendiğinde gemilerin savunulamayacağını söylüyor:
Çin’in gelişmiş bir komuta kontrol sistemine bağlı binlerce hassas harp başlığı var. Dong Feng‑26 balistik füzeleri 14m uzunluğunda, 20 ton ağırlığında. Hem bildik patlayıcı hem de çekirdek başlığı taşıyabilecek şekilde imal edilen bu silah, uçak gemilerini yok etmek için tasarlandı. DF‑26’nın menzili 4 000 kilometre, yani Pasifik Okyanusu’nun batısındaki ABD savaş gemilerini, Japonya’da üstlenenler dâhil, vurabilir. Hesabı yapın: Bombardıman uçaklarını Güney Çin Denizi’nde bir görev için havalandıracak gemi, DF-26’ların ve onu tahrip edecek diğer füzelerin menziline girmek zorunda. Gerçi ABD Hava Kuvvetleri’nin DF-26’ları vurabilecek SM-6 önleme füzeleri var, fakat Çin’in elindeki daha küçük uzun menzilli füzelerin sayısı ve bunların 19 000 km/saate varan hızları şu anda gemilerimize olağanüstü bir tehdit oluşturuyor. Sürpriz bir saldırı otuz saniyede bitebilir. Game over!
Ekonomi açısından bakıldığında ÇHKO, 30 milyar dolarlık gemiyi tahrip edecek 1 milyar dolarlık bir füze sistemi tasarlamış. Uçak gemilerimizin değerli ve güçlü makineler olduğu muhakkak. Fakat Pasifik’te polislik etme imkânları, son derece kısıtlı.
Çin’in daha önce bahsedilen derin limanları yapan Çin Liman Mühendislik Şirketi ‘nin (CHEC) ana şirketi Çin İletişim İnşaat Şirketi- China Communications Construction Company (CCCC), Güney Çin Denizi’inde açık denizde yapay adalar inşa etti. Bunlarda uzun pistli hava alanları ve askerî tesisler var. Yukarda söylediğimiz gibi “Kanal İstanbul” sanki bunlara pek uygun bir proje.
General Spalding, askerî konular bahsinin sonunda, 2015’te, Genel Kurmay’da görevliyken Çin’le 123 antlaşmasının yenilenmesi teklifinin önlerine geldiğini söylüyor. 123 denilmekle, ABD’nin 1954 tarihli Atom Enerjisi Kanunu’nun 123. maddesi kast ediliyormuş. Bu madde, Çin’in ABD’den reaktör ithaline izin veriyormuş. “On saniye düşünmeden hayır dedim” diyor Spalding ve devam ediyor: Halk Kurtuluş Ordusu’nun elindeki reaktör teknolojisi, bizimkinin çok gerisinde. Bu anlaşma geçerse, Çin mesela Westinghouse’dan bir AP-1000 reaktörü satın alabilecek. Bir adet almaları yeterli. Hemen tersine mühendislikle teknolojiyi çalarlar. Bunun sonuçlarından biri, nükleer denizaltılarının bizimkilerin teknolojisini yakalamasıdır. Bizim denizaltılarımız bu reaktör sayesinde sessiz çalışır ve yerleri tespit edilemez.
Spalding’i dinlememişler ve Obama döneminde ve 123 yenilenmiş.
Yazar kitap boyunca şunu tekrarlıyor: Biz ve bizim şirketlerimizi ekonomiden ve kârdan başka bir şey görmez olduk. Bir sonraki çeyreğin (üç ayın) gelir tablosunda daha fazla kâr görünmesi hedefi bizi kör etti. Çin tam tersine parayı millî hedefler, millî menfaatler savaşında silah olarak değerlendiriyor.
[i] Stealth War– How China Took Over While America’s Elite Slept, Robert Spalding, Portfolio, 2019.
[ii] https://millidusunce.com/misak/kisitsiz-savas/
[iii] China`s Eurasian Century? Political and Strategic Implications of the Belt and Road Initiative, Balaji World of Books (2018)
[iv] Ayçiçeği’nin Ege ağzındaki adını, “günebakan”ı kasten kullanıyorum. Buraya daha uygun.
[v] https://millidusunce.com/turkiyede-turkluge-hakaret-edilemez/