Yükleniyor...
Bu makale Prof. Dr. Nesib Nesibli’nin
“Güney ile Kuzey Azerbaycan Sorunları”
kitabından alınmıştır.
Azerbaycan’ın bölünmesi olarak bilinen milli faciamız on yıllarca tarihî açıdan tahrif edilmiş, bu tarihin varislerinde, doğru bir tarih bilincinin oluşması engellenmiştir. Resmi İran tarih yazımında Osmanlı Devleti’nin daima İran topraklarına göz diktiği ve onu işgal etmek niyetinde olduğu vurgulanmıştır. Kuzey Azerbaycan’da ise Sovyetler Birliği Döneminde aşağı yukarı aynı yalan propaganda yürütülmüştür. Bu yalana göre, 19. yüzyılın başlarında Azerbaycan üç seçenekle karşı karşıyaydı: Feodal İran veya Osmanlı’nın işgali yahut Çarlık Rusya’sının hâkimiyetinin kabulü. Bu “üç kötüden birini seçme zorunluluğu” vatandaşların bilincine yerleştirildi. Bugün Kuzey Azerbaycan’da “dengeli dış politika” kavramını tarihsel olaylarla açıklamaya çalışmaktadırlar. Bu kısa yazıda söz konusu algının Osmanlı Devleti ile ilgili bölümünü ele alıp gerçeğin ne olduğunu göstermeye çalışacağız.
Büyük Selçuklu İmparatorluğu’ndan sonra, Anadolu ve Azerbaycan’daki devletler arasında önemli çatışmalar yaşanmış, hatta bazen aynı Türk boyları bir taraftan diğer tarafa göç etmek zorunda kalmışlardır. İstanbul’un fethinden sonra, Osmanlı’nın imparatorluğa dönüşmesi ve sınırlarını batı ve doğuya doğru genişletme isteği, Karakoyunlu ve Akkoyunlu hükümdarları tarafından endişe ile izlenmiştir. Uzun Hasan’ın yayılmacı planlarında batıya doğru ilerlemek, İstanbul’u Osmanlı İmparatorluğu’ndan almak isteği bilinmektedir.
Orta Çağ’da hanedanların çıkar çatışması sonucu kanlı savaşların meydana gelmesi ve kısa bir süre sonra iki hanedan arasında akrabalık ilişkilerinin ortaya çıkması sıradan bir olaydı.16. yüzyılın başlarında bu durum değişti. Büyük iddialarla tarih sahnesinde yer alan Safevi Devleti, genişleyen Osmanlı Devleti’ne karşı direnme aracı olarak mezhep faktörünü öne çıkarmıştır. Böylece Doğu Anadolu’da aktif bir şekilde Şii propagandası yürütmüş, hatta yerel halkı isyana teşvik etmiştir. Dolayısıyla Güney ile Kuzey Azerbaycan Sorunları ikili ilişkilerde çok gergin bir durum meydana gelmiştir.[1] Sultan II. Bayezid, Anadolu iç işlerine karışmaması, genişleme siyasetinin yönünü doğuya çevirmesi ve de Sünnî halka yumuşak davranması için Şah İsmail’e tavsiyelerde bulunmuştur; ancak bu tavsiyelerin etkisiz kalması ve daha sonra Çaldıran Savaşı’nın meydana gelmesi ile iki devlet arasında iki yüz yılı aşkın süreyle savaş dönemi başlamıştır. Osmanlı Devleti, defalarca (1534, 1548, 1549, 1551, 1555, 1578, 1585, 1605, 1610, 1617, 1639, 1722, 1724, 1732 yıllarında) Azerbaycan’ın tamamını ve çeşitli bölgelerini istila etmiştir.[2]
Sovyet tarih yazımının iddia ettiği gibi, Osmanlı ordusu aynı etnik kökenden gelen Azerbaycan’ı yağmalamadı. Osmanlı İmparatorluğu’nun Azerbaycan’da hayata geçirdiği bayındırlık işleri dikkat çekmektedir. Örneğin, Şamahı’da ve başka yerlerde inşa edilen camiler veya 1586 yılında Özdemiroğlu Osman Paşa’nın Bakü’de yaptırdığı kale duvarları gibi inşaat işleri Osmanlı nüfuzunun canlı şahitleridir.
18. yüzyılın ikinci yarısında 2-3 yüzyıl öncesine oranla hayli zayıflayan Azerbaycan hanlıkları Osmanlı Devleti ile rekabet edecek durumda değildi. Azerbaycan’ın da dâhil olduğu İran, Şah Abbas ile (ölm. 1629) daha fazla Fars devleti karakteri taşımaya başladı. Azerbaycan siyasi merkez olma niteliğini hızla kaybediyordu. Kuzey Azerbaycan’daki bazı hanlıklar Fars idarî-kültür merkezli İran’dan kopma eğilimindeydiler. Milli kültür alanında ilerleme, örneğin kudretli şairler Vagif ve Vidadî’nin sanatının ortaya çıkması bunun bir göstergesi olarak görülebilir. Bir başka sebep de Kuzey Azerbaycan halkının önemli bir parçasının Sünnî olmasıydı. Bu nedenlerden dolayı Kuzey’deki hanlıkların merkezkaç eğilimleri yalnız hanların feodal çıkarları ile sınırlı olarak düşünülmemelidir. Kuzey Azerbaycan, güneyine kıyasla Osmanlı İmparatorluğu için daha çekiciydi. Fakat Osmanlı Devleti, Nadir Şah’ın ölümünden sonra İran’da meydana gelen siyasi krizden faydalanma konusunda acele etmedi. Afganistan’da yeni devlet kuran Ahmet Şah Dürrani, İstanbul’a gönderdiği mektubunda Kızılbaşlardan kurtulmak için fırsat doğduğunu bildirerek, Osmanlı Sultanı’na, Şii devletini yok etmek için ortak hareket etmeyi öneriyordu. Osmanlı Padişahı III. Mustafa, cevap mektubunda “onurlu bir Türkmen lideri olan Nadir Şah” ile imzalanan antlaşmaların hâlâ geçerli olduğunu belirtmiş, “Allah’ın yardımı ile Devlet-i Aliyyemizin hazinesi ve askeri çok ve kuvvetli olduğundan bizler için İran’ı zapt etmek gayet kolay ise de böyle zayıf durumda olan bir milletin üzerine asker göndermek, onların varlıklarını harap etmek devlet-i aliyemizin şanına yakışmaz” ifadeleri ile onun teklifini reddetmiştir.[3] Bab-ı Âli, İran işlerine diğer müdahale çağrılarına da cevap vermedi. Nadir Şah’ın öldürülmesinden sonra Tebriz Valisi Rıza Han Osmanlı hükümetine başvurarak, Azerbaycan’da bağımsız bir sultanlık kurmak için buraya bir şehzade gönderilmesini istemiş; ancak İstanbul bu başvuruya olumlu cevap vermemiştir. [4] Nadir Şah’ın resmi elçisi olarak İstanbul’a gönderdiği Şamlı Mustafa Han, Şah’ın ölümünden sonra yolda, Bağdat Valisi ile ona yardım sağlanması halinde İsfahan, Kazvin, Hemedan ve Kirmanşah’ı Osmanlı Devleti’ne katmak teklifinde bulunmuştur. Ancak onun teklifi de Osmanlı hükümeti tarafından reddedilmiştir. [5]
Osmanlı Devleti, Hindistan’daki Haydarabad Devleti’nin sultanı Nizamülmülk’ün İran’ı istila etmek ve “Şiiliğin ortadan kaldırılıp, Sünnîliğin hâkim duruma getirilmesi, böylece halkın rahatlatılması” teklifi karşısında da aynı tutumu sergilemiştir. İran sınırlarındaki valilere, İran topraklarının taciz edilmemesi yönünde talimat verilmiştir.[6] Bab-ı Âli’nin İran ile ilgili zayıf tepkisi, ülkenin genel durumu ile açıklanmalıdır. Osmanlı İmparatorluğu bu dönemde yorgun düşmüş, idarî, askerî, adlî ve ekonomik açıdan zayıflamıştı. Sadrazam Koca Ragıp Paşa Osmanlı Devleti’ni “tırnakları sökülmüş aslana” benzetmiş, mümkün olduğunca devleti yeni savaşlara girmekten alıkoymuştu. [7] Kuzey Azerbaycan hanlarından birkaçının Osmanlı Devleti’ne müracaatı da Osmanlı’nın çekingen doğu siyasetinin gerektirdiği şekilde cevaplandırılmıştır. Şeki Hanı Hacı Çelebi 1747 yılında, Gence Hanı Şahverdi 1751 yılında, Şirvan Hanı Muhammed ise 1760 yılında Osmanlı Devleti’ne tabi olmak istediklerini resmen bildirmişlerdir.[8] Sonraki yıllarda da bu istek tekrarlanmış, Osmanlı’nın himayesini isteyen hanların sayısı . Güney ile Kuzey Azerbaycan Sorunları artmıştır. Örneğin, 1787 yılı Kasım ayında İrevan Hanı Muhammed, Osmanlı padişahına yazdığı Farsça mektubunda Tiflis Hanı İrakli’nin İrevan kalesini istila edip Müslümanlar üzerine saldırma niyetinde olduğunu kaydederek Osmanlı’dan yardım talep etmiş ve İrevan Hanlığı’nın Osmanlı himayesinde olduğunu birkaç kez özel notlarla bildirmiştir. Mektubun Farsçadan Osmanlı Türkçesine tercümesinin bir bölümünde, bu hanlığın Osmanlı Sultanı’nın bir memleketi gibi korunduğu belirtilmektedir: “… Çuhurı Sa’d-ı İrevan’ı memalik-i fesuhatü’l-mesalik-i sultani kurb ü civarında vaki’ etmekle…” [9]Ağa Muhammed Han’ın Karabağ seferi sırasında, Karabağ Hanı Osmanlı sadrazamına yardım isteğini içeren mektubunda kendisi hakkında şu ifadeleri kaydeder: “Hülasatü’l-kelam Devlet-i Aliye-i Aliye’nin hizmetgüzar bendeleriyüz.” [10]Bab-ı Âli Çıldır Beylerbeyi’ne, Kars Valisi ve Van Başkomutanı’na Kafkaslar ve Azerbaycan hanlıkları ile ilgilenme emri vermiş, burada olup bitenlerden anında haberdar olmağa çağırmıştır. Bu hanlara arada bir değerli hediyeler de gönderilmiş, buradan gelen elçilerin ihtiyaçları sağlanmıştır.[11] Ancak Osmanlı Devleti manevî destekten, yardım vaatlerinden, hanları birliğe davet etmenin ötesine gidememiştir, onları tehdit eden tehlike karşısında ne Ağa Muhammed Şah Kacar’ın saldırılarından ne de Rusya’nın artan baskılarından Azerbaycan hanlıklarını korumamış, bu yönde ciddi bir çaba sarf etmemiştir. Bu bağlamda Karabağlı İbrahim Han’ın Osmanlı Sadrazamı’na yazdığı mektup sadece bir örnektir. Han mektubunda şu ifadeleri kullanmıştır: “Yirmi yıl, belki de daha uzun zamandır, Rum diyarının ahali siyahısına düşmekle şereflendirilmişim.” İbrahim Han, Ağa Muhammed Han’ın Karabağ’a saldırısı sırasında “bizleri koruyup, bize yardımcı olup ve inayetinizi esirgemeyin” talebi ile Osmanlı’dan yardım istemiştir. Sadrazamın cevabı ise nettir: “İran’la Devlet-i Âliye arasında sulh olduğundan, Ağa Muhammed Han’ın sulhü bozar bir hareketi görülmedikçe Osmanlı Devleti tarafından İran havalisine askerî müdahale yapılmayacaktır.” [12]
Osmanlı Devleti ile Azerbaycan hanlıkları arasındaki ilişkilerde pasifliğin bir diğer nedeni, 1798-1805 yılları arasında Osmanlı ve Rusya’nın ittifak içinde olmasıydı. Napolyon’un Osmanlı topraklarını istilâsı, özellikle Mısır’ı istilâ etmesi Bab-ı Âli’yi müttefik aramaya ve nihayetinde İngiltere ve Rusya’nın da dâhil olduğu ittifakta olmaya mecbur etmiştir.[13] Böylece, yukarıda aktarılan tarihî gerçeklerin de gösterdiği gibi, resmi İran tarih yazımının veya Sovyetler döneminden kalan Kuzey Azerbaycan tarih yazım geleneğinin, Azerbaycan’ın bölünmesi hakkında yazılan metinlerin Osmanlı Devleti ile ilgili bölümü, bilimsel değil, tamamen siyasi amaçlara hizmet eden bakışın bir ürünüdür. 18. yüzyılın ikinci yarısı ve 19. yüzyılın başlarında Osmanlı Devleti’nin Azerbaycan’daki hanlıkları işgal etme niyeti olmamış, aksine Azerbaycan hanlıklarının Osmanlı sultanına bağlanma istekleri dahi olumlu karşılanmamıştır. Osmanlı Devleti bu dönemde Azerbaycan’ın bir kısmının Rusya tarafından işgal edilmesi konusuna karışmamış, bu konuda sessiz kalmıştır.
[1] İkili ilişkilerdeki bu gerilimin az sonra savaş haddine çıkmasının diğer nedeni de Safevilerin yanı sıra Osmanlı’da da XVI. yüzyılın başlarından itibaren mezhep ayrışmasının siyası hayata yansıması oldu. Bkz: Bu kitabın Milletleşme Sürecinde Mezhebin Konumu bölümü.
[2] Zeki Velidi Togan, ‘Azerbaycan’, İslâm Ansiklopedisi, 2. Cilt, İstanbul, s. 113-114.
[3]Mehmet Saray, Türk-İran Münasibetlerinde Şiiliğin Rolü, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, s. 59-60 .
[4] Zeki Velidi Togan, ‘Azerbaycan’, s. 115.
[5] Abdurrahman Ateş, ‘Nadir Şah Afşarın Ölümünden Sonra İranda Hakimiyyet Mücadeleleri ve Osmanlı Devletinin İran Politikası’, Sosial Bilimler Dergisi, yıl 8, sayı 2, s. 59
[6] A.g.e, s. 60-61
[7] A.g.e, s. 62
[8] İbrahim Yüksel, ‘Çarlık Rusyasının Azerbaycanı İstilası ve Osmanlı Devletinin Tutumu’, Azerbaycan, yıl 37, sayı 265, 1988, s. 58. 88
[9] Osmanlı Devleti ile Azerbaycan Türk Hanlıkları Arasındakı Münasebetlere Dair Arşiv Belgeleri, I cilt (1578-1914), Ankara: Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, 1992, s.37.
[10] 10“Lafın kısası, Devlet-i Aliye’nin hizmetçi kuluyuz.” Osmanlı Devleti ile Azerbaycan Türk Hanlıkları Arasındakı Münasebetlere Dair Arşiv Belgeleri, II cilt (1575-1918), s. 98
[11] . Bkz: Osmanlı Devleti ile Azerbaycan Türk Hanlıkları Arasındakı Münasebetlere Dair Arşiv Belgeleri, I cilt (1578-1914), s.34.
[12] S. Əliyarlı (red.), Azərbaycan tarixi, Bakı: Azərbaycan nəşriyyatı, 1996, s. 545.
[13] Prof. Dr. Nesib L. NESİBLİ 89