29.03.2024

Türkçe’nin Azerbaycan mücadelesi

Ankara Üniversitesi öğretim üyelerinden Sayın Prof. Dr. Nesib Nesibli'nin, Ağustos 2021 tarihli Türk Yurdu dergisinde yayımlanan "Türkçe'nin Azerbaycan Mücadelesi" başlıklı ilgi çekici yazısını okuyucularımızın istifadesine sunuyoruz.


Avrupa’nın modernleşmesi, Reform döneminde (16. yüzyıl) siyasî hayatı Roma kilisesinin tekelinden kurtarmakla başladı. Aynı zamanda Latin dilinin tekelinden kurtararak İngilizler, Fransızlar, Almanlar vb. arasında milletleşme sürecinin önü açıldı. Kiliselerde ibadetin, okullarda eğitimin, edebiyatta şiirin ve nesrin dili yerel konuşma dili oldu. Millî kiliseler, eğitim sistemi, edebiyat, sanat, musiki… şekillenmeye başladı. Millî kimliğin/milletleşme sürecinin merkezine dili değil, mezhebi koyan halklarda (örneğin İrlandalılar’da, İskoçyalılar’da) süreç farklı yönde ilerledi. Resmî İngilizce’ye sadık kalan, fakat farklı mezheple varlığını koruma altına almaya çalışan bu halklar bugün de millî sorunlarını çözmüş durumda görünmüyorlar.

Azerbaycan’da milletleşme tarihi İrlanda ve İskoçya örneklerini anımsatıyor. Etnik/millî kimliğin merkezine mezhebin getirilmesi diğer değerleri, özellikle dili ikinci plana itmiş oluyor.[1] Türkçemiz[2] asırlar boyu devlet saygısı, devlet himayesi görmedi, aksine yabancıların dilleri muteber sayıldı, sevildi, gelişti. Üstüne üstlük, Azerbaycan düşmanları bu ülkeyi esarette tutmak için varlık nedenini – dilini daima hedefe aldı. Sonuçta millî değerlerimiz arasında en çok mağdur olan da Türkçe oldu.

Azerbaycan’da Türkçe’nin siyasî tarihi keşmekeşli olduğu gibi bugünü de düşündürücüdür.

Geçmişin mirası

Ümmetçilikten/mezhepçilikten milliyetçiliğe geçiş Azerbaycan’da gerçekten inkılabî bir hadise oldu. Asırlarla devam eden fikir kalıbı dağıldı, yenisi kuruldu. Millî kimliğin merkezine dilin konulması gecikmiş milletleşme dönemine artık girmek demekti. Neden bu haldeyiz? sorusuna yanıt arayan fikir büyüklerimiz katiyetle meselenin mahiyetine varmağa çalıştılar. Kendi diline sarılmaya çağrıda bulunan aydınlarımız yeterincedir. Zerdabi ve Şeyh Cemaleddin’den günümüze dek millî fikir sahipleri dilimizin önemini vurgulamış, onu millî hedefin merkezine taşımışlardır. Kısa yazıda fikir büyüklerimizin tamamının dille ilgili görüşlerinden bahsetmek imkânsızdır. Belki hiç gerekli de değildir. Genel tabloyu çizebilecek birkaç örnek vereceğiz.

Ahmed Ağaoğlu (1869-1939), hitap ettiği soydaşının gururunu incitse de, hayatı boyunca gerçeğin acısını söylemekten kendini alıkoyamamıştır. Dil alanındaki geçmiş ve şimdiki sorunlarımızı anlamak için işte Ağaoğlu gibi gerçeğin gözünün içine dik bakmak gerekir. Ağaoğlu, okunması gereken meşhur İran ve İnkılâbı eserinde yazıyor: ‘Her Türk devleti kurularken ibtidada biz onu kendi lisanına ve kendi örf ve adetlerine  bağlı kalmış görüyoruz… Fakat bir müddet geçiyor, her yerde Türk rehberlerini başka lisanlara, başka adetlere kapılmış buluyoruz… Hükümet, ordu, ticaret, ziraat ve hatta edebiyat ellerinde iken şahsiyetlerinin en canlı ve devamlı amili olan dillerini tamim ettirmemişler. Tersine olarak başkalarının dillerini devlet dili olarak kabul etmişlerdir ve sahibi oldukları devlete Türk dedirtmeği ihmal eylemişlerdir. Bu suretle devlet millileşmek kabiliyetini kaybetmiştir.’[3]

Mehmet Emin Resulzade (1884-1955), Ağaoğlu gibi sert bir üslubu tercih etmese de değerlendirmelerinde nettir. 1912’de İran’daki Türkler’in, özellikle elit sınıfının Farslaşmasının iki nedenini kaydediyor: Şiilik ve Fars diline aşırı bağlılık. Aynı zamanda kibarca ekler: ‘İran’da bir kelime Farisi bilmeyen külliyetli Türkler vardır.’[4] Meşhur Milli Dirilik makaleler dizisinin beşincisi dilin önemine adanmıştır. Millet kuruculuğunda dilin müstesna rolünü vurgulayan Resulzade, dilin sömürgeci-asimilatör siyasetlerde ana hedef olduğunu belirtir. O, İslamiyet’e aşırı bağlı kalmış Türkler hakkında ‘İslam’ı kabul ettikten sonra o kadar itigadat-ı diniyyeye merbut olmuşlardır ki, adeta Türklüklerini bile kaybetmişlerdir’ diye yazar. Türk dilinin başka dillerden aşırı söz alması onun fikrince Türk dilinin özünü dahi ‘harap etmiştir.’ Resulzade, dilin arındırılması ve ortak Türk sözlüğünü hazırlamak için yerli şivelerden ibaret sözlüklerin tertip edilmesi, yerel edebiyat (folklor) örneklerinin toplanması gerektiği fikrini savunur.[5]

Yusif Vezir Çemenzeminli

Yusif Vezir Çemenzeminli (Yusif Vezirov, 1887-1943) Acemilik Mühürü ve Onunla Mübareze adlı (1913) makalesinde dönemin Türk kültüründe İran/Fars etkisini araştırır. Yazar, millî hayata ‘Türklüğe yabancı emellerin karıştığını’ belirtiyor. Bu hali ‘İran hükümranlığının, Acem medeniyetinin [kültürünün] neticesi’ sayıyor: ‘Hangi taraftan hayatımıza nazar yetirsek, adat ve ayinlerimize, milli medeniyet mahsullerimize İran’ın koyduğu fena izlere rastlıyoruz.’ Yusif Vezir, medeniyetin bazı alanlarında (kadın, din, edebiyat) Fars etkisinden bahseder. Eğitimde Fars geleneğinin sürmesi olgusunu özellikle vurgular: ‘Eski mekteplerde çocuk kendi dilinde okuyup-yazmaz – kitaplar ve yazılar Farsça olur. Tabii, bu mekteplerden çıkanlar kendileri ile hep bir Farslık taşırlar. Bunun için de şairlerimiz eserlerini Farsça yazar, Fars harflerini taklit ederler ve camiamızın sıradan üyeleri de mektep, senet, ticarete dair hesabatlar ve gayri şeyler yazdıkça yine Fars diline müracaat ederler. Acayip iştir, iki Türk birbiri ile kendi dillerinde konuştukları halde, birbirine kâğıt yazarken Fars dilinde yazarlar.’ [6] Yazar ‘Acemin bozuk medeniyetinin Azerbaycan Türk hayatına (bastığı) bir ele ağır mührün nüfuzundan kurtulmak’ için sekiz öneri sunar. Birinci öneriye göre gerek ‘dilimizi Farslıktan kurtaralım.’ Bunun için yeni yazılan kitapların ‘kusurunu düzeltmek’ (Farsça sözcüklerden temizlemek) için gerek hususi cemiyet kurula. Bunun yanı sıra (ikinci öneri), gerek edebî dil de Fars sözcüklerinden temizlene (‘Edebi dil el edebiyatından [folklordan] götürülmelidir’).

Ali Bey Hüseyinzade-Turan (1864-1940) dünyanın değişik yerlerinde dağınık meskun olan Türkleri ‘medeniyet yoluna çıkarabilecek dilin’ Arap, Fars, Rus, Frenk dillerinin olamayacağını vurgular, ‘bu vasıtanın ancak ve ancak Türk dili olacağını’ iddia eder. Hüseyinzade, Türk Dilinin Vazifeyi-Medeniyesi başlıklı makalesinde yazıyor: ‘Biz kendi değişik şive ve lehçelerimizi ıslah ve tövhid ile kendimize mahsus medeni ve edebi bir ümumi Türk dili vücuda getirebiliriz.’[7]

Hüseyinzade ve ardıllarına göre ‘edebi bir umumi Türk dilinin yaranmasında’ Türkçenin İstanbul şivesi (Osmanlı dili) temel alınmalıdır. Abdulla Sur bu mesele hakkında yazıyordu: “… eğer ‘tovhidi-lisan’ [dil birliği] arzusunda isek amalimiz namına İstanbul şivesini kabulde tereddüt etmemeliyiz. Zannedersek, bunu bizim gibi her Türk oğlu Müslüman kimse de ister değil mi?’ Artık biçimlenmiş İstanbul şivesi temelinde ortak edebî dil düşüncesini en kararlı şekilde Hayat gazetesi, ondan sonra ise Füyuzat dergisi savundu.

Mirza Alekber Sabir de (1862-1911) birkaç eserinde dil konularına münasebetini açıklamış, milliyetçi (Türkçü) kesimin ortak Türk edebî dil görüşünü savunmuştur. Sabir, Osmanlı’daki dilden (Osmanlıca’dan) Azerbaycan’daki dile (Türk dili’ne) tercüme gereğini ciddiyetten uzak teklif saymış, meşhur Taziyane şiirinde bu teklifi sunan şahısla (Genceli’yi) alay etmiştir:

‘Osmanlıcadan tercüme Türke’ – bunu bilmem,
Gerçek yazıyor “Genceli”, yagin ki henekdir [lakaptır];
Mümkün iki dil bir-birine tercüme, ama
‘Osmanlıcadan tercüme Türke’ ne demektir?!

 Hayat, Füyuzat, İrşad, Taze Hayat, Şelale gibi yayın organlarında Ali Bey Hüseyinzade ve diğer Türkçülerin İstanbul şivesi temelinde tüm Türkler için ortak edebî dil görüşünü, millî aydınların büyük çoğunluğu kabul etse de bazıları kuşku ile karşıladı. İmla konusu üzerine müzakereler yoğunlaşarak daha geniş ölçüde ele alındı. İmla konuları kimlik arayışlarına ayrıca hız kazandırdı. İmla konularının arkasında aslında tüm Türkleri bir millet, ya ayrı-ayrı milletler saymak gibi görüş farkları yer alıyordu. Osmanlı ve Rusya Türklerine münasebetteki farklı bakışlar da bu yaklaşım farkından kaynaklanmaktaydı. Aydınlar arasında Mirza Feteli Ahundov’un açtığı yolla giden, Rus kültürünün etkisi altında kalanlar, Şii-Sünni konusuna mezhep ayrılığından daha fazla önem verenler, Osmanlı’ya soğuk münasebette idiler. Onlar Füyuzatçıların dil, edebiyat ve kültür birliği fikirlerine çeşitli delillerle olumsuz münasebet sergilemekteydiler. Temel delil ise Osmanlı dilinin Arap ve Fars sözcükleriyle aşırı doldurulması, Osmanlı’da istibdat rejiminin olması idi. Onlar bu delillerle Ali Bey Hüseyinzade ve fikirdaşlarının dil, edebiyat, kültür birliği fikrini çürütmeye çalıştılar. Oysaki Osmanlı’da yazı dilinin sadeleştirilmesi ve konuşma diline yaklaştırılması akımı Tanzimat döneminde başlamış, yirminci yüzyılın başlarında, özellikle Genç Türkler inkılabından sonra daha da güçlenmiş, Yeni Lisancılar Hareketi bu alanda ciddi başarılar kazanmıştı. Osmanlı’da yazı dilinin yabancı sözcüklerden temizlenmesi sahasındaki söz konusu gelişmelere bakmaksızın, koşullu olarak halkçı adlandırdığımız bu akım Türkçü-milliyetçi kesimin tek edebî dil, dolayısıyla tek millet görüşüne olumsuz münasebetini değiştirmedi.

Ali Bey Hüseyinzade’nin 1910’da Osmanlı’ya muhaceretinden sonra halkçıların bu meselelere münasebeti daha da sertleşti. Gori Muallimler Seminaryası’nın eski öğrencisi Firidun Bey Köçerli, 1913’de yazdığı Ana Dili başlıklı makalesinde normal tenkidi aşan ithamlar bile ileri sürdü: ‘Bizim Azerbaycan Türklerinin dahi özlerine mahsus dili vardır… Allah Ali Bey Hüseyinzade’ye insaf versin. Kaş o alicenap İstanbul’da rahat oturup, bizim şumbaht [kara bahtlı] Kafkasya’ya teşrif getirmeyeydi. O cenabın ilim ve kamalına sözümüz yoktur. Sözümüz ondadır ki, ilim ve kamalından bize bir behre vermedi, ancak dilimize bozgunluk saldı, taze dil getirdi. Çevresini bir sürü maymunlar bürüdü ve ona taklit etmekte biri birine imkân vermeyip, büyük hünerler gösterdiler.’ Daha sonra Köçerli işbu, işte, şimdi, efendim gibi sözcüklerin gazete ve dergilerin dilini tamamıyla anlaşılmaz hale getirdiğini diyerek iddia eder: ‘Bizim akidemizce, bu mügellidlik [taklit] ve reftar millete hıyanet etmektir. Biz bir taraftan İlminskiylere, Miroyevlere, Levinskiylere nifrin edip nalayık sözler diyoruz ki, dilimizi atıp, bizi Ruslaştırmak istiyorlar. Bir taraftan da kendimiz ana dilinin bozgun hale düşüp unutulmasına çalışıyoruz.’[8]

Firidun Bey Köçerli ve diğer halkçıların umum-Türk birliği fikrini savunanları bu tür ağır ithamla suçlamalarının dayanak noktası yoktu. Çünkü onun adını zikrettiği Nikolay İlminskiy (1822-91) ve diğer memurlar Rusya İmparatorluğu dâhilindeki Türklerin dilde, fikirde, işte birleşmesini istemez, bu birlik çağrılarını ve bu çağrıları yapanları daima takip ederlerdi. İlminskiylerin her Türk halkına kendi alfabesi, edebî dilini, edebiyatını yaratmak ve onları birbirinden ayırmak fikirleri sonraları Sovyet döneminde gerçekleşti.

Böylece Azerbaycan’da ilk millî devletin kurulduğu 1918’e kadar dilimiz hak ettiği resmî statüyü (siyasî-idarî işlerde yazı dili) alamamış, işlenme/fonksiyonel alanı kısıtlanmış (özellikle mekteplerde), yabancı dillerin (Arap, Fars, sonraları Rus) baskısı altında kalmıştır. Bu yüzden de millî fikrin ve millî siyasî hareketin önemsediği hedefler arasında yer almıştı. Millî hâkimiyet diğer millî konular gibi dil sorununun da farkındaydı. 27 Haziran 1918’de hükümet kurumlarında ‘devletî lisan Türk dili kabul edildi’; Parlamentoda ‘dilekçe Türkçe lisanda olmadığı için encamsız kaldı [işleme alınmadı].’

28 Ağustos 1918’de ilk mekteplerin millîleştirilmesi hakkında 245 sayılı hükümet kararı kabul edildi. Eğitimin Türk dilinde yapılması amacıyla oluşturulmuş Telif ve Tercüme Encümeni, ilk ve orta mekteplerde kullanılacak Türkçe ders kitaplarının hazırlığına ve basımına başladı. Ünlü aydınlar yeni ders kitaplarının yazılması işine celbedildiler. Müfredatın değiştirilmesi için özel bir kurum oluşturuldu. Milliyetçe Türk olanların yalnız Türk mekteplerinde ve sınıflarında okuması kuralı belirlendi. İptidai mekteplerde derslerin yerli Türkçe, orta mekteplerde ise ortak edebî Türkçe olması karara bağlandı. Türkçesi zayıf olan öğretmenlerin söz konusu millîleştirilmiş mekteplerde çalışması için onların öğretmen kurslarından geçmesi gerekti. Kasım ayında Maarif Nazırı Azerbaycan gazetesi muhabiriyle sohbetinde Şeki ve Gence’deki bu kursları artık iki yüzden fazla öğretmenin bitirdiğini haber veriyordu.[9] Mekteplerde Türkçenin uygulanmasını hızlandırmak amacıyla Osmanlı Devleti’nden ders kitaplarının getirilmesi ve öğretmenlerin daveti için 1918’in 22 Haziranında 213 sayılı karar verildi. Okuma-yazma kursları açıldı. Latin alfabesinin hayata geçirilmesini sağlayacak kurum oluşturuldu…

27 Haziran kararının ikinci bölümünü de ekleyelim: ‘İleride bütün mahkeme, idareyi-dahiliyye ve sair devair vazifeleri başında duranlar bu lisanı bilenler olana kadar hükümeti müesseselerde Rus dili istemalına [istifadesine] da müsaide edilsin.’ Dâhili İşler Nazırı Behbud Han Cavanşir 1918’in Kasımında bu konuya açıklık getirerek devlet kurumlarında Rus dilinin kullanımı ‘hiç de ona olan sevgiden ileri gelmiyor’ diyordu. Onun fikrince bu durum uzun zaman devam etmeyecektir. Türkçe bilmeyen yüksek vazifeli şahıslar işlerinde kalamayacaklar. ‘İki yıl içinde Azerbaycan kurumlarının hepsi tamamıyla millileştirilecektir.’[10]

Azerbaycan’ın ikinci işgalinden (27 Nisan 1920) sonra Türkçenin durumunda, onun kullanım alanında, diğer dillerle, özellikle ‘Ekim dili’ Rusça ile münasebetinde değişiklikler oldu. Uzun yetmiş bir yıllık Sovyet döneminde Türk dilinin durumu farklı aşamalarda farklı şekillerde değişmiştir. Özetle birkaç hususu vurgulamak mümkündür.

Azerbaycan’da Sovyet rejiminin kurulmasından sonraki ilk yıllarda Halk Komiserleri Sovyeti’nin başkanı Nerimanov resmî dil alanında eşitsizliğin olduğunun farkındaydı. Nerimanov, Stalin’in yanlış uygulamaları hakkında Stalin’in kendisine yazdığı şikâyet mektubunda (Uçlarda İnkılabımızın Tarihine Dair) Bakü Sovyet’inde mevcut olan durum hakkında yazıyordu: ‘Azerbaycan’ın payitahtında Türkler Bakü Sovyet’inin çalışanlarına ister-istemez sözlü veya yazılı şekilde müracaat ederken bu müracaat Rus dilinde olmalıdır. Yani Ruslar, Yahudiler ve Ermeniler [Bakü Sovyet’inin memurları] Türk dilinde bilmezler. İddia ederim ki, Devlet Duması döneminde [Çarlık zamanı] Türk ahalisi böyle sıkıntıya maruz kalmazdı.’[11]Azerbaycan SSC’nin başka devlet kurumlarında da dil alanında durum aynıydı. Rus dilinin hâkim mevkii ve Türkçenin[12] kısıtlı alanlarda (örn. okullarda) işletilmesi hali sonraki dönemlerde de devam etti. Nikita Kruşçev’in hâkimiyeti (1954-64) zamanı siyasî ortamın görece yumuşamasını fırsat bilerek yerel hâkimiyet İmam Mustafayev-Mirza İbrahimov–Sadık Rehimov üçlüğünün şahsında mevcut anayasaya Azerbaycan dilinin devlet dili olması hakkında bir madde ekledi. Bu üçlüğün millî dilin statüsünü yükseltmek istekleri onların görevden alınması ile sonuçlandı. Sonraki dönemlerde de Türkçenin gerçek statüsü devamlı olarak olumsuz yönde değiştirildi, Türkçe yalnız eğitim-kültür alanlarında (Rus dilinin yanında) kullanıldı.

Millî dilin (Türkçenin) yalnız eğitim ve kültür alanlarıyla sınırlandırılması müzakere, bazen karşı durmalara neden olurdu. Sovyet rejiminin mevcut olduğu bütün zaman içinde Sovyet devleti Türk dilinin kullanım alanını daraltmaya, buna karşılık Rus dilinin rolünü arttırmaya çalıştı. Millî güçler, millî dilin milletleşme sürecinde hassas rolünü göz önünde tutarak onun resmî statüsünün yükseltilmesine çalıştılar.

Azerbaycan SSC’nin birinci (1921), ikinci (1925) ve üçüncü (1937) anayasalarında devlet dili anlayışı yoktu. 1978 anayasasında ‘Azerbaycan SSC’nin devlet dili Azerbaycan dilidir’ maddesinin kabulü ise 1978’de Gürcistan’daki ayaklanmadan sonra Gürcistan’ın anayasasında ‘Gürcü dilinin devlet dili’ olması maddesinin yer almasından sonra Ermenistan ve Azerbaycan SSC anayasalarında da aynı maddenin yer almasına Moskova izin verdi. Sovyet anayasasında bu maddenin olmasına rağmen, millî dil Azerbaycan Cumhuriyeti’nde hiçbir zaman gerçek devlet dili statüsüne sahip olmamıştır.

Sovyet rejiminin Türkçemize yönelik siyasetinin farklı dönemlerden geçtiğini tekrar vurgulamak gerekir. 1930’ların ortalarına kadarki dönemde dilimizin yabancı unsurlardan (özellikle Arap-Fars terkiplerinden) temizlenmesi süreci yaşandı. 1940’da Kiril alfabesine geçtikten sonra Rus sözcükleri ve terimlerinin dilimizi doldurması teşkil ve teşvik edildi. Dilin yapısı üzerinde mühendislik yapıldı. Sovyet rejiminin son otuz-kırk yılında ise Azerbaycan’da Türkçenin kendi temellerine dönmesi, temizlenmesi eğilimi engellenmeye çalışıldı. Azerbaycan’daki Türkçenin eski Türkçeden, özellikle Türkiye’de yaygın olan sözcüklerden ve terimlerden uzak tutulması için devlet sansürü uygulandı. Buna rağmen dilin yabancı unsurlardan temizlenmesi gibi doğal sürecin karşısını tamamıyla almak mümkün olmadı. Yirminci yüzyılın başlarındaki durumu ile mukayesede dilimiz temizlik süzgecinden geçti ve hayli gelişti.

Kuzey Azerbaycan’da dil sorunları

Yeniden bağımsızlığını kazanan Kuzey Azerbaycan (Ekim 1991), Sovyetler’den miras kalan dil ortamına da değişiklik getirmek mecburiyetinde kaldı. Devam eden millî hareketin taleplerinden biri de işte bu idi.

Ebulfez Elçibey

Ebulfez Elçibey hâkimiyeti döneminde (1992-93) devlet dilinin 1936’ya dek olan adı (Türk dili) iade edildi (22 Aralık 1992). Devlet dilinin kullanım alanının genişletilmesi, hakeza resmî yazışmaların devlet diline geçirilmesi için kararlar alındı. Sayıca azlıkta olan halkların dillerine resmî dil statüsü verildi. Millî hareketin ve millî hükümetin etkisi altında toplumda millî eğitime bakış da değişmekteydi. Binlerle aile evladını Rus okullarında/bölmelerinden alarak Türk okullarına/bölmelerine yazdırdı. Toplum hayatının millîleşmesi sürecinde millî dille (Türkçe) bağlı sorunların nihayet bir an önce çözüleceği ümitleri doğmuştu. Fakat olmadı.

1993’den sonra Aliyevler hâkimiyeti döneminde dil siyaseti yeniden Sovyet ayarlarına geri döndü. Rusya ve Rus dili unsuru yeniden merkeze getirildi. Özetlemeye çalışalım.

Yeni anayasanın (1995) 21. maddesine göre ‘Azerbaycan Cumhuriyeti’nin devlet dili Azerbaycan dilidir. Azerbaycan Cumhuriyeti, Azerbaycan dilinin gelişmesini sağlar.’ Bu maddenin ikinci bölümünde tespit edilmiştir: ‘Azerbaycan Cumhuriyeti ahalinin konuştuğu başka dillerin serbest kullanımını ve gelişmesini sağlar.’

Eğitim Hakkında Yasanın (2009) 7.1. maddesinde ‘Azerbaycan Cumhuriyetinin eğitim kurumlarında tedris dili devlet dili – Azerbaycan dilidir.’ denilir. Ardından bu maddenin mahiyetini yok sayan bir bölüm vardır: 7.2. Vatandaşların veya eğitim kurumları tesisçilerinin isteği göz önünde tutularak, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin taraf olduğu uluslararası anlaşmalarda veya uygun yürütme hakimiyeti organının belirlediği organla (kurumla) mutabık kalarak eğitim kurumlarında tedrisat uygun devlet eğitim standartları veya uluslararası seviyede akredite olunan eğitim programları esasında diğer dillerde de [aslında Rusça] yürütülebilir. Tedris diğer dillerde yürütülen umumî eğitim kurumlarında Azerbaycan dili, edebiyatı, tarihi ve coğrafyası tedris edilmelidir.

2019’un Mayısında kabul edilen Umumi Eğitim Hakkında Kanunun umumî eğitim alanında devlet siyasetinin ana ilkeleri sırasında hümanistlik, eşitlik, entegrasyon, kalite, vârislik, çeviklik, sürdürülebilirlik, vahdet, demokratiklik gibi akla gelen bütün mümkün ilkeler sıralanmıştır. Fakat bu ilkeler arasında vazgeçilmez millîlik ve modernlik ilkelerinin olmasına gerek görülmemiştir. Bu yasada eğitimin dili hakkında maddenin olmaması da düşündürücüdür.

Mevcut hâkimiyetin milletleşme sürecine olumsuz etkilerinden biri eğitim sisteminde başlamış millîleşmenin karşısının alınmasında, Rus dilinin (edebiyatının, tarihinin) yeniden Azerbaycan eğitim sisteminde rolünün artmasında kendini gösterdi. Azerbaycan Cumhuriyeti’nin istiklalinin yeniden kazanılmasından geçen yıllarda Rusça eğitim alanlarının sayısı azalmadı, tam tersine arttı. Ayna gazetesi 1997’nin Mayısında resmî istatistiğe dayanarak Azerbaycan Cumhuriyeti’nde 40 adet tamamıyla Rus, 381 adet ise uluslararası okul[13] var diye tespit ediyor. Genellikle Bakü’deki bu okullarda öğrenciler Rusya’dan getirilen ders kitaplarından öğreniyor, sonuçta ‘Rus devletinin vatanseverleri olarak yetiştiriliyorlar.’[14]

2016’nın ortalarında Bakü’de ve bütün ülkede eğitimin dili hakkında hazırlanmış bir makale (Bakü’de Mekteplerin Ana Dilli Bölümleri Kapanır) yazılı ve görsel medyada enine boyuna müzakere olundu. Bu makale orta okullarda Rus dilinde tedrisatın artması eğilimi hakkındaydı. Makalede, ülkenin 300’e yakın okulunun Rus bölümünde 170 bine yakın öğrenci olduğu kaydediliyor. Bu, ülke öğrencilerinin %15’e denk gelir. Araştırıcıların fikrince ‘bu rakamları on beş yıl öncenin göstericileri ile mukayese edersek ciddi artış olduğu görülmektedir. 1990’ların sonlarında Rus bölümlerinde 107 bin öğrenci okumaktaydı ve onların sayısı toplam öğrenci sayısının %7’si idi.’[15] Bakü’de bu eğilim daha çarpıcı şekilde ortaya çıkmaktadır. 2016’da Bakü’nün 15 elit okulunda birinci sınıfa kabul edilen öğrencilerden 1144’ü Azerbaycan bölümüne, 1206’sı ise Rus bölümüne kabul edilmiştir. Azad Muallimler Birliği’nin Başkanı Melahat Mürşüdlü bu eğilimi şu şekilde değerlendirmiştir: ‘1990’ların ortalarından farklı olarak şimdi Rus bölümlerine ilgi birkaç defa artmıştır. Sanki 1960-70’lerin imparatorluk [Sovyet] dönemini yaşıyoruz. Hatta bölge kayıtında olan [Bakü’de yaşamayan] ve Rusça bilmeyen aileler de çocuklarını Rus okullarına yazdırmak isterler.’[16]

Gerçekten de çok acayip bir durumla karşı karşıyayız: Eski Sovyet cumhuriyetlerinin hemen hemen tamamında (Türk cumhuriyetleri istisnadır) Rusça eğitim sorununu çözmüş eğitim sistemlerini tamamıyla millîleştirebilmişlerse, neden bağımsızlığının otuzuncu yılında Azerbaycan’da Rus okullarına eğilim artıyor? Rusya üniversitelerinin yeni-yeni bölümleri açılıyor? Bu önemli konunun muhakkak çeşitli nedenleri vardır. Onlardan birkaçına göz atalım.

Birincisi, mevcut iktidar Rusya karşısında sadakatini ispat etmek için eğitim sisteminde Rusya faktörüne aşırı önem vermektedir.[17] Bu ‘hizmeti’ de Rusya’nın siyasîleri yüksek değerlendirmekteler. Rusya Devlet Başkanı defalarca açıklamalarında durumdan memnuniyetini beyan etmiştir. Özellikle komşu Rusya yönlü Ermenistan’la mukayesede bu durum dikkati çekmektedir. Ermenistan’da Rus okulları yok seviyesindedir. Ermeni çocukların yalnız millî okullarda okumasına izin verilir. (Azerbaycan iktidarının bu tür siyasetinin ‘efektifliği’ başka bir meseledir).

İkincisi, halk olarak eğitimin ciddiyeti henüz gereğince idrak edilmemiştir. Millî fikirde de bu soruna lazımı dikkat görünmüyor. İşte bu nedenden dolayı merhum Melahet Mürşüdlü ‘Hatta bölge kayıtında olan [Bakü’de yaşamayan] ve Rusça bilmeyen aileler de çocuklarını Rus okullarına yazdırmak isterler.’ diye feryat ediyordu.

Sorunun mahiyetini teşkil eden kritik fikir şudur: Okulun görevi vatandaş yetiştirmektir! Yabancı okullar Azerbaycan vatandaşı yetiştiremez. Sorun dille sınırlı değildir; çocuk doğma değerlerini bilmez, yabancı değerlerin etkisi altına düşer. Hayatının sonraki dönemlerinde bu eksikliği düzeltmek imkânı da bulamaz. Yabancı okulda yetişen çocuk ömür boyu edindiği yabancı değerleri doğma/millî değerlerinden üstün tutar. Vatandaşlık duygusu ve bilinci olmayanların tekrar üretildiği bir ülkede normal millet yaranamaz/olamaz! Bu tür millet bölünmüşlüğe, daima güvenlik sorunları ile yüz-yüze gelmeye mahkûmdur.

On dokuzuncu yüzyılda ünlü Rus pedagogu Konstantin Uşinskiy Rus çocuklarının yabancı dillerde eğitim görmesine itiraz etmiştir. O, çocuklara öz Rus dilinde eğitim verilmesinin üstünlüğünü vurgulamaktaydı: ‘Çocuk çevresindeki insanların manevî ortamına yalnız ana dili aracılığıyla dâhil olur… Her eşyanın öğretilmesi söz formunda çocuğa verilir, benimsetilir ve hep sözle ifade olunur. Sözün manasına varmağa alışmamış çocuk, onun asıl manasını dumanlı anlıyor veya hiç anlamıyor. Yazılı ve temasta onlardan serbest istifade becerileri olmadığı için hep her bir başka eşyanın öğrenilmesi vakti bu temel eksikliklerden eziyet çeker. Gelişmesi zorla bozulmayan çocukların çoğu beş, ya da altı yaşında iken artık kendi ana dilinde çok düzgün ve hızlı konuşur. Fakat düşünelim; beş yaşında akıllı bir çocuğun kendi ana dilinde konuştuğu gibi yabancı bir dilde konuşmak için insana ne kadar bilgi, duygu, düşünce, mantık, hatta felsefe gerektir.’[18]

Azerbaycan’da eğitim sisteminin normalleşmesini talep eden ikinci şartı da göz ardı etmemeliyiz. Millî ve Rus okulları/bölümleri arasındaki varsayılan farkı gidermek ve millî okulları vatandaşın gözünde daha cazip yapmanın yolu millî okulların modernleşmesidir.[19] Okulun modernleşmesi aslında millî okulları rekabet kabiliyetli etmekten daha çok eğitim sisteminin doğasından gelen ön şarttır.

Kuzey Azerbaycan’da hükümetin dil siyaseti ve ülkedeki mevcut dil ortamından bahsederken başka olumsuz halleri de göstermek gerekir. Türkçenin anayasada tespit edilen resmî devlet dili statüsüne rağmen, devlet dairelerinde Rusçanın yazı dili olarak kullanımına izin verilmektedir. Birçok kamu ve özel teşkilatta işe kabul şartları arasında devlet dilinin yanında Rus dilini de bilmek zaruri sayılır. Azerbaycan Cumhuriyeti vatandaşlığı iddiasında olan yabancılar için devlet dilini bilmek ve uygun sınavlardan geçmek şartı gerekmemektedir. Sovyet döneminden miras kalan ve Rus dilinin özelliklerini taşıyan yazı kurallarının değişmesine hükümet önem vermiyor.[20] Devlet dilinin artık eskimiş Arap, Fars ve Rus sözcüklerinden ve terimlerinden temizlenmesine çeşitli yollarla engeller yaratılıyor. Devlet dili lüzumsuz olarak Latin-Yunan kökenli sözcükler ve terimlerle dolduruluyor…

Böylece Azerbaycan Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının otuzuncu yılında Türkçenin anayasadaki statüsü ile gerçek durumu arasındaki açık farkı müzakere etmek mecburiyetinde kalıyoruz. Bu millî problem toplumda, özellikle sosyal medyada en çok tartışılan konular arasındadır.

Güney Azerbaycan’ın dil sorunu

İran Azerbaycanı’nı gösteren harita.

İran’daki Türklerin Farslaşmasının iki nedeninden birinin Fars diline aşırı bağlılığın olması hakkında Mehmed Emin Resulzade’nin fikrini kaydetmiştik. Türk elitinin  Farslaşması olayında Fars dilinin mühim rolüne 1912’de dikkati çeken Resulzade devam ediyor: ‘Hükümdarların Türklüğüne rağmen memleketin lisan-i resmisi Farisi kalmış ve merasim ve teşrifatta hep Farisi an’anatı muhafaza olunmuşdur.’ Eğitim tamamıyla Farsça olduğundan okumuş kesim zorlukla Türkçe okuyup yazabilir. ‘Hülasa Arapça nasıl bir lisan-i dini ise Farisice de o derece bir selahiyet ve nüfuzu haiz lisan-i tahrirdir [yazı dilidir]. Türkçe konuşulur, Türkçe nutuk edilir, Türkçe va’azlar söylenir. Fakat yazıya gelince hep Farisi kesilir.’[21] Böyle bir gayri-münasib şartlarda yerli Türkçe kendine yol açmalı, gelişmeliydi. İran’da sonraki siyasi gelişmeler Türkçenin durumunun daha da ağırlaşmasına yol açtı.

1920 ve 1930’lu yıllar İran tarihinde aktif millet inşası dönemidir. Rıza Pehlevi yönetiminin siyaseti çok milletli, çok kültürlü imparatorluğu bir millet, bir dil, bir kültür, bir siyasi hâkimiyetten ibaret üniter devlete dönüştürmek gibi iddialı bir amaç taşıyordu. Fars milliyetçiliği, resmî devlet siyasetinin temelini oluşturuyordu. 1930 yılında Fars dili tek resmî devlet dili ilan edildi, diğer dillerin eğitim sisteminde, basın yayında ve devlet yönetim sisteminde  kullanılması yasaklandı.

Rıza Şah hükümetinin ırkçı siyasetinin asıl hedeflerinden biri, İran’da Türk dilinin kullanım alanını sınırlamak ve eğer mümkünse bu dili unutturmaktı. Güney Azerbaycan’da yeni açılan devlet okullarında Türkçe derslerin konulmasının yasaklanması bir yana, okullarda sözlü sohbetlerde Türkçeden yararlanma, ana dili Türkçeden başka dil bilmeyen çocuklara derslerin Türkçe anlatılması bile yasaklandı. Tahran’dan gönderilen eğitim müdürleri bu alanda özellikle aktif faaliyet gösterdiler. Onların arasında A. Mövsümi ve G. Zövki ayrıca anılmalıdır. Mövsümi’nin ‘Türkçe konuşanların boynuna boyunduruk geçirip ahıra bağlayın’ önerisi, Zövki’nin ise Azerbaycan’daki eski okullarda teneffüs zamanı Türkçe konuşanları cezalandırmak için ‘ceza sandıkları’ konulması yönündeki önerisi uzun yıllar yerli halkın hafızasından silinmedi.[22]

Türk dili, diğer kültür alanlarından da çıkarıldı. Ana dilinde kitap ve gazete yayımı,  gösteriler, etkinlikler, hatta yas ve taziye meclislerinde Türk dilinden istifadenin karşısı alınmaya çalışılıyordu. Bir zamanlar Tebriz’de tiyatro oyunları insanların ilgisini çektiği halde, bundan sonra Farsça olması tiyatro salonlarının boş kalmasına neden oldu.

1920-1930’lu yıllar, Azerbaycan’daki kurumlara merkezden gönderilen memurların sayısının artmasıyla da dikkati çekmektedir. Pek çok kurumun memurları daha önce de Tahran’dan gönderiliyordu. Rıza Şah döneminde bu, kitlesel bir hâl almaya başladı. Bu memurların yerel halkın dilini bilmeleri zorunlu sayılmıyordu. Aksine, onlara Türk dilinin ve medeniyetinin aşağılanması, böylelikle Azerbaycan Türklerinde aşağılık kompleksi oluşturarak asimilasyona yönlendirme görevi veriliyordu. Azerbaycan’a vali olarak gönderilmiş olan Abdulla Mustofi sonraları baskı altında tuttuğu Azerbaycan halkı hakkında şöyle yazıyordu: “Azerbaycan halkının Türkçe kırıldatmasına [bolgur kerden] rağmen, onlarda olan İranlılık ruhu ülkemizin hiçbir yerinde yoktur.”[23] Bu vilayette Türk dilinin matem yerlerinde konuşulması bile yasaklanmıştı, çünkü ‘Daryuş ve Kambiz’in halefleri Efrasiyab [Alper Tunga] ve Cengiz’in dilinde konuşamazlardı.’[24]

Türkler’in ülke siyasetinde adım adım mevkiini teslim etmesi 1920-30’larda onu mazlum millet durumuna sürükledi. Rıza Şah’ın dikta rejiminin timsalinde devlet Türk varlığını modernleşen İran’ın bütünlüğü için başlıca tehlike saydı, Türk kültürünü hedef alarak ona ciddî darbeler vurdu. Türkler arasında okur-yazar kesim, özellikle memur sınıfı arasında İrancılığa bağlılığın artmasına rağmen, Türk ahalisinin çoğunluğu arasında İran devleti-Türk milleti münasebetlerine açıklık geldi. Türk ahalisinin bu bölümünde İran devleti anlayışından kopma yaşandı.

1941’də Sovyetler’in İran’ın kuzeyini, İngiltere’nin ise güneyini işgal etmesi ülkedeki siyasî durumu değiştirdi. İran’da göreceli liberal siyasî ortam oluştu. Güney Azerbaycan’da toplumsal-siyasî hayat canlandı. Yirmi yıllık anti-Türk, anti-Azerbaycan rejimin buradaki Fars memurları halkın intikam duygusundan korkarak Tahran’a kaçtılar. Türk dili üzerine getirilen yasaklar kaldırılmaya başladı. Millî ruhlu aydınlar yeni ortaya çıkan imkânları değerlendirerek harekete geçtiler. Tebriz’de basılan Azerbaycan gazetesinin resmî İran milleti anlayışından farklı bir millet kavramını ortaya koyması da ilginçtir. Gazetenin sayfalarında sıklıkla Azerbaycan milleti anlayışına[25] rastlamak mümkündür. Gazeteye göre, bu millet ‘… duygu, dil, gelenek ve toprak bütünlüğüne sahip halktır’.[26] Milleti oluşturan unsurlar arasında dile büyük önem veriliyor, dil milletin temel alameti sayılıyordu.[27] Azerbaycan Cemiyeti ve basın organına göre, İran’da tek bir dil olmadığından İran milleti de yoktur, çok milletli İran toplumunu (İran milliyetini) birleştiren asıl şart ‘amaç ve ideal birliği’ olabilir.[28] Azerbaycan Türklerinin ayrı bir millet olduğunu ispatlamak için gazetede millî dilin önemine vurgu yapılıyor, onun (Türkçenin) diğer dillerle (ilk başta Farsça ile) eşitliği konusunda ısrar ediliyordu. Dil sorunu, Azerbaycan Cemiyeti için vazgeçilmez bir ‘kırmızı çizgi’ olarak kabul edilmekteydi. Gazete, 15 Aralık 1941 tarihli sayısında kararlılıkla şunu yazmaktaydı: “Her kim dilimize, geleneklerimize, kaynaklarımıza kastetmek isterse, biz onu düşmanımız olarak görecek ve son nefesimize kadar onları yok etmeye çalışacağız.”

21 Azer hareketi ve Millî Hükümet dönemi (1945-46) üstünde durulan en önemli konulardan birinin millî dil olması doğaldı. Millî hareketlerin millî dil ve kültür konularına birinci dereceli önem vermesi umumî haldir. Bu, Azerbaycan’ın millî güçlerinin özellikle hassas yaklaştığı konuydu. Çünkü Rıza Pehlevi rejiminin Türklüğe münasebette uyguladığı  siyasetin en kritik alanı işte bu millî dil ve millî kültür alanındaki yasaklar idi. Millî Hükümet ilk baştan işlerini ana dilinde kurdu, eğitim sistemini ana diline geçirdi, okuma-yazma kursları, onlarla yeni okul açıldı, Tebriz’de devlet üniversitesi, dram tiyatrosu ve filarmoni orkestrası, şair ve yazıcılar encümeni, bestekâr ve mimarlar cemiyeti kuruldu, ana dilinde ders kitapları basıldı vs. Tahran’la müzakerelerde Azerbaycan temsilcileri dil meselesinden taviz vermeyeceklerini belirtmiş, sonuçta anlaşmanın elde olunması uğruna Azerbaycan’daki okullarda ve üniversitelerde eğitimin ‘Fars ve Azerbaycan dillerinde icra edilmesi’ hakkında maddenin eklenmesine rıza göstermişler.

İran hükümeti 1945’in sonlarından itibaren Güney Azerbaycan’a, savaşta mağlup ettiği ülke gibi bakmaya başladı. Muhammed Rıza Pehlevi rejiminin hüküm sürdüğü bütün dönem boyunca (1979 yılına kadar) İran’ın siyasî hayatındaki önemli süreçler (örneğin 1949-1953 yılları arasındaki demokratik hareket, 1962 yılından itibaren başlayan ‘Ak Devrim’ olarak adlandırılan reformlar) olmasına rağmen, Tahran’ın Güney Azerbaycan’a yönelik eski tutumu değişmedi.

Pehlevi rejiminin Farslaştırma siyasetinin sonuçlarını değerlendirirken, Celal Ale-Ahmed’in verdiği bu olguya da dikkat çekmeye değer. Azerbaycan’da Türk ahalisi ile çevrilmiş İran dilli ahali grupları hızla Türkleşmek üzere idi. Milliyetçe Tat olan İran’ın bu demokrat yazarı şu ilginç sonucu ifade ediyor. Son zamanlara kadar Zencan eyaletindeki eski Zehra bölüğünün yirmi sekiz köyü Tat dilinde konuşurken, günümüzde yaklaşık dokuz köyde Tat dili konuşuluyor. Yazar konuyu şu sözlerle vurguluyor: “Zencan ve Marağa’dan gelen Türk dili kasırga gibi yoluna çıkan İran lehçelerinin hepsini süpürüp götürmekteydi.”[29] İran’ın eski Eğitim Bakanı Amuhte de bu başarısızlığı itiraf etme mecburiyetinde kalmış, 1953-62 yılları arasında devletin eğitim sistemi karşısında koyduğu amaca ulaşamadığını açıklamıştı: “Aynı yıllar boyunca Azerbaycan’ın kültürü ve eğitimi sahasında önemli bir gelişme görülmemiştir. Fars dili Azerbaycan ahalisi arasında yayılmamıştır.”[30] Ahalinin büyük bölümünün eğitimsiz olduğu bir ülkede Farslaştırma siyasetinin başarısı Pan-İranist siyasetçilerin ve yazarların arzusu olarak kaldı. Yukarıda da kaydettiğimiz gibi, 1970’li yılların ortalarında Doğu Azerbaycan vilayetinde altı yaşından büyük ahalinin yalnız %36,2‘si, Batı Azerbaycan’da %25,4’ü, Zencan’da ise %30,3’ü okuma-yazma biliyordu.

Pehlevi rejiminin asimilasyon siyasetinin başarılı olduğu alanlar da vardı. Bu siyaset Azerbaycan’ın sosyo-ekonomik bakımdan geride kalmasına, halkın büyük bölümünün kendi vatanını terk etmesine, buranın medenî açıdan gerilemesine neden olmuştur. Bu siyasetin en önemli sonuçlarından biri de Türkler arasında milletleşme (millet inşaası) sürecinin son derece geciktirilmesi oldu. Bu aşamada da millî konsolidasyonun önemli şartları oluşamadı. İslam devrimi arifesinde resmî Pan-İranist, ırkçı tarih anlayışını şüphe altına alabilecek millî geçmiş anlayışı oluşamadı, Azerbaycan’ın geleceği ile bağlantılı gerekçelendirilmiş kavramlar ortaya atılmadı, farklı sebeplerden milletin ve dilin adı ile bağlantılı çeşitlilik (Türk, Azerbaycanlı, Azeri) oluştu.

İran’daki son devrim (1979) de Fars olmayanların sorunlarını çözmedi. Türkçe’nin durumunda dikkat çeken büyük değişiklik olmadı. Bunun yanı sıra, anayasada İran’ın çok milletli ülke olması gerçeği dolayısı ile itiraf olundu. Konu, Anayasa’nın 19. maddesinde şöyle yer almaktadır: “İran halkı kavim ve taife mensubiyetine bakılmaksızın eşit haklara sahiptir; renk, ırk, dil ayrıcalık için esas olamaz.” Önceki anayasaya göre bu, onun bir artısı oldu. Fakat eski anayasada devlet dili kavramının olmamasına rağmen, İran İslam Cumhuriyeti’nin Anayasasında şu ifade yer almaktadır: “İran halkının resmî ortak dili ve alfabesi Farsça’dır.” (15. madde). Tam da burada mazlum halklara ‘sus payı’ teklif edilmekteydi: “Basın, kitle iletişim araçları ve okullarda edebiyat derslerinin öğretiminde Farsça ile birlikte yerel [bumi] ve etnik [kavmî] dillerin kullanımı serbesttir.”

Türkler’in dil ve kültür alanındaki beklentileri de gerçekleşmedi. Yeni İslamî yönetim kendi konumunu güçlendirdikten hemen sonra Türk kültürünün serbest gelişimi dönemini sonlandırdı, onu önceki Pehlevi hakimiyeti döneminin mazlum konumuna düşürdü.

Fakat Türk kültürü uğrunda mücadele yeni İslam rejiminin belirlediği sert normlarda ve çerçevede de devam etmektedir. Ana hedef yine de millî dilin kullanım alanının genişletilmesidir. Her cumhurbaşkanı seçimlerinde aday gösterilen siyasîler, çoğunlukla Tebriz’e ve Azerbaycan’ın diğer şehirlerine seferlerinde cüzi hak sağlayan 15 ve 19. maddelerin uygulanacağı vaadini vermiş, ancak cumhurbaşkanı seçildikten sonra bu vaadini unutmuşlardır.

2006’nın Mayısında resmî İran gazetesinin Türkleri aşağılamasına karşı başlayan protesto hareketlerinde on binlerce insan, spontane şekilde Azerbaycan’ın hemen hemen tüm şehirlerinde, hakeza Tahran’da sokaklara döküldü. Protestocuların polisle çatışması ve çok sayıda ölümün olması sorunun basit bir karikatür meselesi olmadığını gösterdi. Çeşitli talepler arasında Türk dili hakkındaki talepler daha çok seslendi: “Türk dilinde medrese, olmalıdır herkese!”, “Türk dilini atmarız, Fars diline satmarız!”, “Türk’ün dili ölen değil, Fars diline dönen değil!”, “Türk dili İran’da resmî devlet dili olmalıdır!” 28 Mayıs’ta İslam Şura Meclisi binasının karşısında okunan kararnamenin (Millî Manifesto) otuz üç maddesinden altısı direkt millî dille ilgili problemlerin çözülmesi zarureti hakkında idi. Burada ‘Türk dilinin resmen tanınması’; Azeri adının kullanılmaması; Türkçe radyo-televizyon merkezinin, Türk dili ve edebiyatı kurumunun kurulması; ülke üniversitelerinde Türk dili bölümlerinin açılması;[31] Türkçe kitapların basımına yardım edilmesi; ‘Fars dilinde eskinaslarla [kağıt parayla] birlikte Azerbaycan Türkçesinde de eskinasların çapı [basılması];[Yeni doğulan çocuklara]‘Türkçe adların koyulmasına mani olmamak’ gibi talepler yer almıştır.[32]

Sonuç

Uzun asırlar boyu yabancı diller Türk yurdu Azerbaycan’da dinî kurumlar, kançılarya ve eğitim dilleri oldular. Bu dillerin taşıyıcıları Türklüğe aykırı değerleri dayattılar, yönetim-siyaset ve kültür alanlarının millileşmesine mani oldular. Türk dili onlarla uzun mücadele yolu geçti, arkasında devlet gücü olan dillerin mukavemetini kırarak zamanla statüsünü yükseltti, kullanım alanlarını genişletti. Türk dili dramatik tarihî mücadelesi ile muhteşem bir abideyi hak etmiştir.

Kuzey Azerbaycan’da Türkçe’nin (Azerbaycan dilinin) rakipsiz devlet dili durumuna getirilmesi günümüzün en önemli millî meselelerindendir. Yönetimde, eğitim sisteminde anayasal talep yerine getirilmelidir. Bu, her şeyden önce Azerbaycan Cumhuriyeti’nin güvenlik meselesidir. Üstüne üstlük kanunlarda tespit edilen taleptir: Devlet millî medeniyetin korunması ve gelişmesinden sorumludur. Dil milletin kurucu unsurlarından biridir. Dil problemini çözememiş bir millet, henüz milletleşme sürecinde gereken daha birkaç aşamayı geçmek zorundadır, demektir.

Güney Azerbaycan’da Türk dili hak ettiği statüye sahip olmalıdır ve sahip olacaktır. Çünkü otuz beş milyonluk bir toplumun dilini aşağılamak, onu dükkân-pazar dili seviyesinde (bumi veya gövmi) tutmak akıl almaz yaklaşımdır, adaletsizliktir. Hem de etnik/millî gelişmenin doğasına aykırıdır. Kimi millî grupların dil meselesini küçümsemesi de akıl almaz bir başka yanlış yaklaşımdır. Çünkü, Türkçe’nin resmî statüye sahip olması İran’da Azerbaycan/Türk meselesinin çözümünün başlangıcını oluşturur.

[1] Bkz. Nesib Nesibli, Güney ile Kuzey Azerbaycan Sorunları, Ankara: Tebaren, 2017, özellikle Milletleşme Sürecinde Mezhebin Konumu bölümü, s. 33-66.

[2] Bu yazıda Türkçe ifadesiyle Azerbaycan Türkçesi kastedilmektedir. Netleştirmek gerektiğinde Azerbaycan Türkçesi, Türkiye Türkçesi… şekli uygun görülmüştür.

[3] Ahmed Ağaoğlu, İran ve İnkılabı, Ankara, 1941, s. 10-12. Millî tarihimizin bu olgusunu yalnız Ağaoğlu değil, birkaç fikir büyüğümüz üzülerek kayda almıştır. Orta çağlarda dilimizin resmî durumu hakkında tarihî gerçeğe uygun olmayan ama kulağa hoş gelen fikirler yayılmaktadır. Örneğin Safevi Devleti’nde devlet defterhane işlerinin Türkçe yürütüldüğü (keşke öyle olaydı!) iddia ediliyor. Oysaki İlhanlılar döneminde yazı işlerinin Uygur yazısında yürütüldüğü istisna olmakla orta çağlarda Azerbaycan coğrafyasında Türkçe, yazı işlerinden ve mektepten uzak tutuldu. Dikkat çeken bir tarihî olgu daha: Kuzey Azerbaycan’daki hanların on dokuzuncu yüzyılın başlarında Osmanlı Devleti’ne yardım hakkında yazdıkları mektupların kahir çoğunluğu Farsçaydı!

[4]Mehmed Emin Resulzade, İran Türkleri, İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, 1993, s. 32.

[5] Məhəmməd Əmin Rəsulzadə, Əsərləri, II cild, 1909-1914, Toplayanı Şirməmməd Hüseynov, Bakı: Şirvannəşr, 2001, s. 476-479.

[6] Yusif Vəzir Çəmənzəminli, Əsərləri, III cild, Bakı: Avrasya Press, 2005, s. 334-335.

[7]Füyuzat, 1907, N 9, s. 140.

[8] Azərbaycan publisistikası antologiyası, Bakı: Şərq-Qərb, 2007, s. 124-125.

[9] Azərbaycan (Bakı), 12.11.1918.

[10] Азербайджан (Bakı), 01.11.1918.

[11] Nəriman Nərimanov, Ucqarlarda inqilabımızın tarixinə dair (İ. V. Stalinə məktub), Bakı: Azərnəşr, 1992, s. 38.

[12] 1936’da Türk dilinin ‘Azerbaycan dili’ne dönüşmesi özel konu olduğundan bu makalede işlenmeyecektir. Bu konu hakkında bkz:https://turkcudusuncebirliyi.com/detail?id=2

[13] Bu tip okullar iki bölümden – Azerbaycan ve Rus bölümlerinden ibarettir.

[14] C. Nəsibov, “Vətənimiz – ana Rusiyadır.” Azərbaycanın rusdilli məktəblərində istifadə olunan dərsliklər altı yaşlı birinci sinif şagirdlərimizə bu ideyanı təlqin edirlər”, Ayna, 9 may 1997.

[15] “Bakıda məktəblərin anadilli bölmələri bağlanır”, Milli.Az, 04.06.2016.

[16] Aynı kaynak.

[17] Rusya Federasyonu sınırında Kusar bölgesindeki Rus okullarında tahsil alan Lezgi etnik azınlık arasında Rusya’ya meylin olması taaccüb doğurmamalıdır. Eninde sonunda burada olası bir separatism tehdidinin bir nedeni de söz konusu yanlış eğitim politikası sayılmalıdır.

[18] К.Д. Ушинский, Избранные педагогические сочинения, т. 2, Москва: Учпедгиз, 1954, с. 642, 543.

[19] Önce Azerbaycan bölümünün seviyesini yükseltin, sonra Rus bölümünün bağlanmasını düşünün; Rus okulları bağlansa, Rusya bize öfkelenir; Azerbaycan dilinde kitap azdır; Rus dilini bilmek vaciptir, çünkü Rusya komşumuzdur, temel ticaretimizi de Rusya ile yürütüyoruz; Azerbaycan Halk Cumhuriyetini kuranlar Rusça tahsil görmüşler, fakat bu, onlara bağımsız devlet kurmalarına mani olmamıştı gibi tirajlanan fikirleri ciddiye almadığımızdan üstünde durmaya gerek görmedik.

[20] Bkz: https://turkcudusuncebirliyi.com/detail?id=8

[21] Mehmed Emin Resulzade, İran Türkleri, s. 31.

[22] Şövkət Tağıyeva, Əkrəm Rəhimli (Bije), Səməd Bayramzadə, Güney Azərbaycan, Bakı: Orxan, 2000, s. 203.

[23] Abdulla Mustofi, Şərhe zendegiye mən ya tarixe ectemai və edariye doureye Qacariyye, III cild, II hissə, Tehran, 1326, s. 178.

[24] Dədə Qorqud, N 2, 1980, s. 24.

[25] Bu dönemde günlük konuşmada kullanılan Türk, Türk dili kavramları yerine, belgelerde ve yazılarda genelde Azerbaycan halkı, Azerbaycan milleti, Azerbaycan dili terimleri kullanılıyordu. Bu, Sovyet Azerbaycanı’nda yeni kabul edilen Azerbaycanlı kavramının hareket liderleri tarafından Güney Azerbaycan’da kopyalanması için yapılan bir girişimdi.

[26] Azərbaycan (Təbriz), 18.12.1941.

[27] A.g.e., 12.11. 1941.

[28] A.g.e., 05.01.1942.

[29] Celal Ale-Ahmed, Tatneşinhaye boluke Zəhra, Tahran, 1958, s. 43.

[30] Xandəniha, 11.09.1962, s.9.

[31] Türk dili bölümü birkaç üniversitede artık faaliyete başlamıştır.

[32] Ayrıntılı bilgi için bkz: Nesib Nesibli, Azerbaycan Tarihi: Millet, Devlet ve Siyaset, Ankara: Altınordu, 2019, s. 618-623.

Yazar

Nesib Nesibli

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar