Bosna Savaşı ve Türk Romanı

Yakın tarihimizin yüreğimizde acısı en çok hissedilen ama zihnimizde tarih öncesi zamanlarda yaşanmış gibi ötelenen Bosna Savaşı. Avrupa'nın göbeğinde; tarihin gördüğü en vahşi savaş ve soykırımlardan birine maruz kalan Bosna'nın, Türk romanına yansımalarına dair bir inceleme kitabı...


Paylaşın:

Bir edebî metinin araştırma ve analize dayalı karşılaştırmasını yapmak için, o alanda belli bir bilgi ve o bilgi sonucunda kazanılan beceri ile yapılması önemlidir. Bilim ölçütleri içerisinde bu analizi yaptığınızda çalışmanız temel kaynak eser olabilir. Bu alandaki bilginizi doğru aktaramaz iseniz, okur açısından analize dayalı edebî metin incelemesinin anlaşılamama sorunu ile karşı karşıya kalmanız kaçınılmazdır. Yüksek Lisans tez çalışmalarının, kitap olarak dar bir kesimi kapsayan kişiler dışında ilgi çekip çekmemesi de buradaki başarınıza bağlıdır. Okur, bu mânâda, eserin başarıya ulaşmış olduğunu, 240 sayfa sonunda tereddütsüz idrak ediyor.

Bosna Savaşı ve Türk Romanı adlı yapıt, eser sahibi Demet Yener’in kısa bir biyografisi ve çalışma yönteminde kullandığı tekniklere dair bilgilendirmesi ile başlıyor. Kitabın okura kazandırmak istediği; Bosna Savaşı’nı çok iyi bildiğimizi sanırken, aslında pek de bilmediğimiz gerçeğini, roman sanatı tahlili üzerinden bizim fark edebilmemizdir.

Kitap altı ana bölümden oluşuyor. İlk bölümde kitabın incelenmesinde ana unsur olarak kullanılan Lucian Goldmann’ın metodu hakkında alana yabancı birinin bile, kolaylıkla anlayabileceği sadelikte tanımlaması yapılıyor. Bu metot çerçevesinde bir edebî metin olarak roman sanatı incelemesi nasıl yapılır? Nelere dikkat edilmeli, kullanılan yöntemler nelerdir, okuru sıkmadan sade ve öz olarak tabiri caizse, hap gibi okura verilmiş. Amatör olarak öykü, hikâye vb. yazı yazanlar için; olay, mekân, zaman, kurgu, tasvir, betimleme, monolog, diyalog vb. tekniklerin kısa ve net anlatılmış olmasının, yazma süreçlerine rehberlik edeceği de âşikârdır.

Eserin ikinci ve ana bölümünü oluşturan Yugoslavya’nın durumu ve Bosna trajedisi kısmı son derece sistemli ve titiz bir çalışma ile oluşturulmuş. Yugoslavya’nın tarihi, Yugoslavya’yı oluşturan ülkeler, bunların tarih sahnesine çıkışları, Yugoslavya’nın dağılışı, coğrafi konumları, din, dil, etnisite, ekonomik ve sosyolojik yapıları son derece sistemli olarak anlatılmış. Bu çalışma sırasında modern tarih yazıcılığı tekniklerinden genişçe faydalanılmış. Yüreklerimizde acısı bugünkü gibi taze, soykırımla sonuçlanan savaş, zihinlerimizde sanki tarih öncesi çağlarda yaşanmış gibi. Bu ve benzeri psikolojik algılarımızı yıkmak için coğrafyanın tarihi; ekonomik, sosyolojik, antropolojik ve etnonimlerine dayalı ön bilgilendirme yapılması, edebî metin incelemelerinde pek rastlanılan bir durum değil. Bizi; Bosna Savaşı’na ve büyük soykırıma götüren sürecin tarihine inmek, insanlık hafızasının unutmaması için izlenmiş doğru bir yöntemdir.

Alt başlık olarak Soykırım ve Srebrenica bölümü ise, çok etnik yapılı toplumlar için âdeta bir ibret vesikasıdır.

1 Mart 1992’den 14 Aralık 1995’e kadar Bosna’da yaşanan soykırımı, dünyanın bilerek ve isteyerek seyretmesi uluslararası ilişkiler açsından da ele alınmış. Kültürel, sosyolojik ve dinî temelde vahşi saiklerle hareket eden Sırplara, nasıl göz yumulduğu kronolojik sistemle, örneklerle okura tekrar hatırlatılmış.

“Soykırımın ideolojik ve kültürel nedenleri arasında Yugoslavya’nın dışında ABD, Rusya ve Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin de taraf olduğu açıkça belli olmuştur. ABD, kritik bölgelerde Rusya’yı saf dışı etme planları yapmış; AB ülkeleri, dinî ve kültürel açıdan tekliği savunmuş; Rusya ise, Balkan planlarını Sırpların ‘Büyük Sırbistan’ hayâli üzerine inşâ etmeye çalışmıştır. Tüm bu planların ve oyunların karşısında ise; uluslararası kuruluşlar tarafından sözde koruma altına alınmak suretiyle savunmasız bırakılan ve sonuca bakarak konuşacak olursak, gözü dönmüş canilere terk edilen suçsuz bir Yugoslavya yer almıştır.”

Yugoslavya’yı dağılmaya götüren savaş sürecinde, çoklu etnik yapı ve çoklu din anlayışının yanında bir de devleti meydana getiren cumhuriyetler arasındaki ekonomik gelişim farklılıkları da oldukça etkili olmuştur. Kısacası çoklu din ve çoklu etnik yapı, ekonomik etkenler, kültürel farklılıklar ve en önemlisi de milliyetçi duygular bu savaşın temel nedenleri olarak sayılmaktadır. Bütün Balkanlarda olduğu gibi Bosna-Hersek içinde de kültür, inanç ve etnik yapı bakımından çeşitlilik ve bir arada yaşayış durumu süregelmiştir. Sırplar, kozmopolit Bosna Hersek yerine saf bir ırka dayalı bir Bosna-Hersek hayâliyle kendileri dışındakileri yok etme fikrine kilitlenmiştir. Amaçları; Güney Slavlarını Sırp liderliği altında bir araya getirmek olmuştur. Eski Yugoslavya üzerindeki baskıcı rejim çöktüğünde hem dinî hem de etnik açıdan birbiri içine geçen farklı farklı kimliklerden oluşan ortak kültürde kırılmalar oluşmuş, toplum ayrışmaya başlamıştır. Bundan böyle etnik ve dinî kimlikler ön plana çıkmış, karşılıklı saygı bitmiş, insanların yanında kentler ve ibadethaneler bile hedef alınmıştır. Bosna-Hersek’te yaşananlar da aynen bu şekilde gelişme göstermiştir.

Rusya’nın ticaret olarak Balkanları kullanma ve kontrol etme arzusu ile ABD ve AB’nin Rusya’yı kontrol etme ve frenleme politikasının binlerce insanın hayatına en vahşi yöntemlerle mâloluşuna karşı umursamaz kalmak, son derece objektif verilen bilgilerle bile mümkün değil.

Bosna-Hersek’te yaşanan katliamdan sorumlu olmakla suçlanan ve yargılanan Slobodan Miloseviç, kendi vatandaşlarını öldürmek için kullandığı silah ve teçhizatı ABD, Rusya ve İsrail şirketlerinden edinmiştir. Bu ülkelerin olaylarla ilgisi olan yetkilileri mahkemeye dahi çıkarılmamıştır. Mahkeme, devam ettiği beş yıllık süre zarfında üç yüz tanığı ve beş bin sunumu dinlemiş; ama yazık ki yargılama, Miloseviç’in 11 Mart 2006 tarihinde aniden ölmesi nedeniyle sonuçsuz kalmıştır. Sanıklığı tarih boyunca süren Miloseviç, tarihe Bosna Kasabı olarak geçmiştir.

26 Şubat 2007 tarihinde Uluslararası Adalet Divânında yapılan açıklamayla Sırbistan’ın Bosna-Hersek’te katliamda bulunmadığı, fakat aynı zamanda katliamı da engellemediği açıklanmış ve bu sebepten ötürü Sırbistan suçlu bulunmuş, Sırbistan topraklarındaki savaş suçlularının adalete teslim edilmesi emredilmiştir.

Sırplar;1992 yılının ilkbahar mevsimiyle 1995 yılının sonbaharı arasında, sadece insanlara değil onların kültürlerine, dinlerine, dillerine, yaşam alanlarına savaş açmış, Bosna-Hersek’te üç buçuk yıl süren savaşın yaşanmasına neden olmuştur. Bu süreç Avrupa’nın tam ortasında, çok şiddetli ve çok yıkıcı dönemdir.

Rusya ise, Balkan planlarını Sırpların “Büyük Sırbistan” hayâli üzerine inşâ etmeye çalışmıştır.

Tüm bu planların ve oyunların karşısında ise; uluslararası kuruluşlar tarafından sözde koruma altına alınmak suretiyle savunmasız bırakılan ve sonuca bakarak konuşacak olursak gözü dönmüş canilere BM nezaretinde Hollandalı askerler tarafından terk edilen ve soykırıma maruz bırakılan suçsuz bir Bosna halkı kalmıştır.

Üç temel etnik topluluk olan Müslüman Boşnaklar, Katolik Hırvatlar ve Ortodoks Sırplar arasında sürekli bir biçimde acımasızlığa dayanan kanlı çatışmalar yaşanmıştır.

Üçüncü ve dördüncü bölüm olarak Ayşe Kulin’in kısa bir özgeçmişi sanatı ve eserlerine değinilerek Sevdalinka romanı olay, mekân, kurgu, anlatıcı kişi ve karakterler üzerinden tahlil edilmiştir.

Ayşe Kulin, Sevdalinka romanında insanlık tarihinin en acımasız savaşlarından biri olan, katliam ve soykırımla anılan Bosna-Hersek Savaşı’nın dramatik yönünü, yapaylıktan ve şovenizm dilinden uzak, yalın ve sıcak anlatımla ortaya koymaktadır. Onun için din, dil milliyetin önemi yoktur. Ortak insanlık değeri vardır. Bunu da ötekileştirmeden barış dili ile ustaca kurgulamıştır. Savaşın nedenlerini doğru analiz etmiş ve buna ideoloji karıştırmamıştır.

“… Bosna’dan… Hırvatlarla Sırpların birbirlerine karşı besledikleri husumetten payına hep kan ve gözyaşı düşmüş olan Bosna’dan… Toprağında altıncı asırdan beri barınan Boşnakların, Katoliklerin gözünde Hırvat, Ortodoksların gözünde Sırp sayıldığından, diğerleri gibi sığınacak kapısı olmadığından, hep iki ara bir derede kalan… Bir gün kendi bağımsızlığını ilân etmeye kalktığında, kaderi, Sırp magandalarının oluşturduğu çetelerin elinde şekillenecek olan Bosna’dan…” (Kulin, 2016, s. 90)

Roman içerisindeki aşk öyküsü ve ekseninde gelişen Bosna Hersek Savaşı bağlamında kurgulu bir anlatı iken, aynı zamanda romanda kurgulu anlatımın akıcılığını bozmayacak biçimde belge roman tekniğiyle olaylara yer verildiği de görülmektedir. Bu da kitabı tarihî-roman olarak sınıflandırıyor. Sevdalinka, bir anlamda yazarının şahsî biyografisi nedeniyle öz yaşam öyküsü niteliğinde bir anlatı olma özelliği de taşımaktadır. Kendisinin de Boşnak kökenlerinin olması onu, Bosna Savaşı’na kayıtsız koyamamıştır. Üslûbunda ve tasvirlerinde bu kökenin izleri ziyâdesiyle mevcuttur.

“Boşnaklar, hayatta kalabilmek için, Almanların yanında Partizanlara karşı, Hırvatların yanında Sırplara karşı, Sırpların yanında Hırvatlara, Çetniklerin yanında Ustaşelere, Ustaşeler’in yanında Çentiklere karşı ve Partizanların yanında hepsine karşı savaşıp durmuşlardı. Hiç kimseye yaranamamışlardı. En çok ölüyü onlar vermişlerdi.”

Romanda, olay zamanının daha iyi anlaşılabilmesi için zamanda geri sarım tekniğinden sıkça faydalananılmış inceleme de metinlerden örnekler verilmiş.

“Yugoslavya’da da üç değişik görüş hüküm sürüyordu: Ülkeyi tek bir bütün olarak tutmakta ısrarlı Ordu, başka cumhuriyetlerin topraklarında yaşayan Sırpları Sırbistan’a bağlamaya kararlı Miloseviç ve Yugoslavya’dan ayrılmayı kesinlikle kafaya koymuş olan Slovenya ile Hırvatistan. Bir de henüz ne istemesi gerektiğini bilmeyen ama bir iç savaşı önlemek için elinden geleni yapmaya hazır Bosna vardı.” (Kulin, 2016, s. 83)

Beşinci ve altıncı bölümde de Ali Erkan Kavaklı’nın hayatı, sanatı ve eserlerine kısaca değinilmiş. İslâmi bakış açısı ile, cihadist, muhafazakâr, cihat, mücahit ve şehitlik kavramları ve bu kavramlar ekseninde aşk ve savaşı ele alan, İnsanlık Ayağa Kalk romanını incelemiş.

İnsanlık Ayağa Kalk romanında ana anlatım tekniği tekil anlatım yöntemidir. Burada karaktere yazar neredeyse hiç müdahale etmez, karakterin anlatıcı olduğu bir tekniktir. Anlatım bütünlüğünü bozmayacak şekilde diyalog tekniği, mektup tekniği, montajlama tekniği de sıklıkla kullanılmıştır. Kavaklı, roman kişilerinin konuşmaları aracılığıyla, kadınların bakış açılarını da İslâmi motiflere dayanarak yansıtmaya çalışmıştır.

İnsanlık tarihin gördüğü en vahşi ve sistemli soykırımlardan birisi, iki farklı dünya görüşü üzerinden ele alınmış. Bu vahşi soykırımın en büyük mağdurları tüm savaşlarda olduğu gibi kadınlar ve çocuklar olmuştur. Kadın ve çocukların savaşın ölüm, acı, yoksulluk, açlık vb. etkilerinin yanında bir de maruz kaldıkları tecâvüz vahşeti gerçeği var. Her iki yazar bu konuyu da işlemiş, ele alış yöntemleri olarak birbirlerinden ayrılmıştır.

Sevdalinka’da kadın ve çocukların uğradığı sistematik tecâvüz insanlık suçu noktasında ele alınırken İnsanlık Ayağa Kalk romanında kirlenmek, lekelenmek gibi kavramlarla da ele alınmış. Her iki yazarın da bu eylemin kötülüğüne atıf yapıp, aynı insanî değeri savunup bu denli ayrışmaları ise, savaş ve tecâvüz karşısındaki insanlığın trajedisi olsa gerek…

“Arka arkaya tecavüz… Ne bir korku ne bir acı hissettim. Sadece ölümü düşünüyordum. ‘Şunlardan birini öldüreyim, onlar da beni öldürsün!’ düşüncesi tekrar tekrar aklımdan geçti. Ölüm, benim için o an bir kurtuluş gibiydi. Düşmanımın kirletmesi, hem de kendi evimde lekelemesindense, ölmek daha iyiydi. Fakat çocuklarımın öldürülmesi korkusu beni bırakmadı. Sanki hayatın bir değeri var gibi… Sanki yaşamakla mutlu olacaklarmış gibi… Dört çocuğum…” (Kavaklı)

Yakın tarihimizin en kanlı, en vahşi yöntemleriyle yaşanan, etnik soykırım maksatlı savaşıdır Bosna. Hafızamızı tazeleyen bu eserde edebiyatın savaş ekseninde tarihle birleştiğinde, mazlumların sesi oluşuna tanıklık etmek hüzün verici. İnsanlığın üç maymunu oynadığı yerde edebiyat yaşam olur. Tarihin kaydettiği insanlık suçunu Türkiye’de edebî çerçevede bir yaşam hâline getiren Bosna Savaşı ve Türk Romanı mutlaka okunması ve okutulması elzem kaynaklardan biri.

Bir soykırımın anatomisini çıkaran bu titiz çalışma için teşekkürler Demet Yener.

Kaleminize, bilginize, emeğinize sağlık…

Paradigma Akademi Yayınları, basım :2019, 240 sayfa.

Yazar

Gülcan Havva Eraslan

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar